Kendini bilmek…

Kendini bilmek bir anlamıyla da insanın kapasitesinden haberdar olması, bu sebeple boyunu aşan işlere girişmemesidir. Böyle bir cümleyle yazılır ama uygulanması çok zor bir şeydir. Çünkü ne de zor bir şeydir insanın kendini bilmesi… Her boku bilir de bir kendini bilmez insan… Her şeye hâkimdir de bir kendine hâkim olamaz…

Kendini bilmek, cahil cesaretinden mümkün mertebe uzak durmayı gerektirir ki bu memleketim insanı için ne de zor bir şeydir…

Kendine güven duygusu ile bire bir doğru orantılı olan bu hissiyatın gelişimi sosyalleşme sürecinde kişinin kimliğini ortaya koyar… Basit bir örnekle, “şunu yaparım, bunu yaparım, onu da yaparım abi” diyenler genelde her şeyi yarım ve eksik yaparlar…

“Hayır, ben onu yapamam lakin şunu yapabilirim, bilgim eğitimim bunun için yeterli değildir, size mahcup olmaktan utanırım, işi yanlış yapmaktan rahatsız olurum” demenin özgüvenine sahipse bir insan şüphesiz verilen görevi layıkıyla yapar…

Buradaki kendini bilmek elbette haddini bilmek biraz da… Çünkü maazallah insan fikri olmadığı konularda sorumluluk alır ve bir şeyler yapmaya kalkarsa çok fena şeyler olur… Oluyor…

Ne mi olur; bak bakalım yaşadığın ülkeye… Birileri sadece kendi hükümdarlığının sürmesi için birilerine mevkiler verdiğinde neler olduğunu gör… Şu an memlekette idari konumdaki çok az sayıda insan eğitimin aldığı, yetkin olduğu konuda söz ve yetki sahibi… Falancanın ricası, bilmemnenin oyu, berikinin boyu, ötekinin tehdidi ile konumlandırılmış insanlarla ne yönetirsen yönet, dünyanın en başarılı yöneticisi bile olsan “ki değilsindir buna geçit verdiğine göre” başarısızlık bir sürpriz olmayacaktır…

Bana gelince bir yandan bağırınıyorum anlatmaktan sıkıldım diye diğer yandan sabahın bu saatinde neler ile uğraşıyorum, paradoksal patlamalar yaratıp, zamanı hiçe sayıyorum bakın. Yani ben kendimi bilsem ya azcık… O zaman herkesin kapasitesi kadar olduğunu anlar sinir olup durmam… Netice de bana ne dimi… Benim kendimi bilmezliğimde bu dünyanın düzenini anlamayıp uğraşıp durmak…

Eski Yunan’da Delfi tapınağının üzerindeki “kendini bil” bir tefekkürden ziyade bir eylem bir teknikti. İnsanın kendini bilmesi tanıması hayat boyu süren sonsuz bir yolculuktu, varılacak bir yer benliğin özü yoktu, önemli olan yolculuğun kendisi idi. Yine mevcudun kapasitesi üzerinde söylemler…

Adamın hırsı boyunu geçmiş ben Eski Yunan’dan, felsefeden, kendini bilmekten bahsediyorum… Bu konuda bir şeyler yazmaya hakkım olduğu kanısındayım… Çünkü bilmediğimi sorarım, alakasız insanlara kendi çıkarlarım doğrultusunda iş delege etmem, bana delege edilen şey haddimi, boyumu, becerimi ve bilgimi aşıyorsa “benim bunu yapmam mümkün değil, bence bir bilen yapmalı” derim… Ve haliyle de etrafımdan bunu beklerim…

Olmazsa ne mi olur… Doğru kişilere iş delege etmezseniz ya oturur işi kendiniz yaparsınız ya yaptıracak bir işi bilen birini bulursunuz ( en zoru da budur yani tükürdüğünü yalamaktır) ya da iş olmaz… Olur gibi olsa da, düzgün olmaz, kaliteli olmaz… Olması gerektiği gibi olmaz… Ve bazen sizi vezir edeceğine rezil eder…

Ama kendini bilmek kadar elzem bir şey daha vardır dünya da… Karşındakileri bilmek… İşte benim çuvalladığım nokta burası… Ben çoğu kere karşımdakini beyanı gibi bilirim… Yani kişinin size kendisine dair ettiği beyana inanmamak ayıptır değil mi? O nedenle ben o beyana inanırım… Doğru çıkarsa ne ala… Çıkmazsa o kişiye olan emeğimi çöpe atar yoluma bakarım…

Yani demem o ki “kendini bilmek lazım, kendini bileni sevmek lazım, kendini bileni seçmek lazım yoksa bir bilinmezlikler içinde geçer gider zaman yuvarlana yuvarlana”…

Çünkü kendini bilmeyip, başkasından duymak acıların en büyüğü, utancın en derinidir…
Bilmemezlikten gelmekler cumhuriyetine kral olsan ne fayda!

İlim ilim bilmektir…
ilim kendin bilmektir… Neticesinde…

Emine AKI
Latest posts by Emine AKI (see all)