Karşında İnsanoğlu Var

Kardeşim.

Yaralandığını duyduğumda hazırlamıştım iki yastıkla örtüyü. Ameliyat sonrası rahat edesin diye.

Ameliyata gerek duymamış veterinerimiz. İlaçla tedavi uygun görmüş ve yollamıştı. Geldin. Henüz arabadayken bile ürkektin ve korkuyordun.

Bölüme getirdiğimde korkun bitmemişti. Yatağına kadar götürdüm. Arşiv amaçlı fotoğrafını çekmek üzere uzaklaştım. Sana baktım.

Baktım.

Sen, duruşun, ürkekliğin, yüzünü dönmeyişin, gözlerini kaçırman, çökmüş omuzların ve titreyişin, beni de titretti bir an.

Yatağın kıyısında öylece bekliyordun.

Kıpırdamadın.

Ben de senin gibi, öylece kalakaldım. Ne kadar seyrettim seni? Bilmiyorum.

Aklımdan geçenler de gördüklerim kadar hüzünlü ve utangaçtı.

İlk aklıma gelen, Soma maden kazasında, yaralı bir madencinin, ambulansa bindikten sonra, üzerine bulaşmış kömür tozuna bakarak, ürkek ve utangaç bir ifadeyle, “yatağı kirletirim” diyerek kenarda oturması oldu!

İkiniz de aynıydınız. İkiniz de yatağı kirletmemek adına, üzerinizdeki kiri kendiniz yapmış gibi, yaşamın kirleriyle bir kenarda bekliyordunuz.

Neden utanıyordun ki? Utanacak ne yaptın yaşamında? Sana da ait olan dünyadaki üç günlük ömrü geçirmeye çalışmaktan başka ne yaptın? Sadece yaşamaya çalışmaktan başka ne yaptın?

Oysaki senin yaşam koşullarını daraltan, senin rahatını kaçıran, sana huzursuzluk veren, seni korkutan, yaralayan ve öldürenler insan kılıklılardan başka birisi değildi!

Dünyanın tamamını ele geçirmekten başka bir amaç edinmemiş insanoğlu, dünyanın, üzerinde yaşayan tüm canlılara ait olduğunu çoktan unutmuştu ve kardeşim. Senin suçun yoktu!

İnsanoğlu, dünyanın tamamını ele geçirmek üzere yaptıklarından sadece sen ve diğer canlılar değil, insanlar da etkilendi. İnsan insanı öldürdü!

İnsanı öldüren insan, sana ne yapmaz ki!

Karmakarışık düşüncelerle fotoğrafını çektikten sonra bile kımıldamadın yerinden. Fotoğrafı çekip telefonu cebime koyarken utandım bir an.

Seni Soma madencisine benzeten ben, kendimi, Sudan’da, az sonra ölecek olan çocuğun ölmesini biraz ötede bekleyen Akbaba’yı fotoğraflayan, çektiği fotoğraf nedeniyle de hem Pulitzer ödülünü alan hem intihar eden gazeteci Kevin Carter gibi hissettim!

Belki de aklımı başıma getiren bu his oldu.

Yanına yaklaştım. Dakikalarca okşama sonucunda yastığın kenarına da olsa uzanmanı sağlayabildim.

Çökmüş omuzlarına yüklenen dertlerini biz yarattık be kardeşim. Sen omuzlarını dik tut. Senin suçun yok. O suç bizlerin.

Ne sizlere ne de diğer canlılara yaşam alanı bırakmayan aç gözlü, bencil, hakkından fazlasını isteyen ve kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bizler suçluyuz. Senin omuzlarını düşürecek, gözlerini kaçırtacak bir suçun yok.

Yaşamayı istemek suçsa suçlusun!

Karnını doyurmayı istemek suçsa suçlusun.

Huzurlu bir şekilde, altına yorgan-yastık istemeden bir köşede kıvrılıp yatmayı istemek suçsa suçlusun, en ağırından!

Ne sana huzur verdik, ne rahat bir yaşam alanı. Görüldüğün yerde taşlandın. Sopalarla kovalandın. Silahlarla vuruldun.

Havlaman bile kabahat oldu. “Çok havlıyor” diye şikayet edildin. Oysaki senin konuşma şeklin buydu. Şarkı söyleyecek halin yok ya.

Ne yazık ki karşında insanoğlu var. Kendisini dünyanın efendisi hisseden, sahibi olarak gören ve her şeyi yok eden insanoğlu!

Senin suçun yok kardeşim. Alnın dik olsun. Utanacak bir şeyin de yok.

Ama korkun daim olsun. Kendine dikkat et. Karşında insanoğlu var.

Dünyanın en acımasız yaratığı.

Sana yaşatılanlardan ben de sorumluyum.

Özür dilerim…