Binlerce yıldır annelerin gökyüzünü inleten ritüellerin yakarışların, haykırışların, ağıtların ve “hawar”ların diyarıdır Mezopotamya. Ağıtlar denildiğinde akla ilk gelen savaştır, felakettir, ölümdür. Ağıtlar, matemler ve acılarla birlikte yaşam döngüsü devam eder. Ağıtların ardından karanlık bir gece, kapkara bir gündüz kalıyor geriye. Matemlerle tek başına kalmak istiyor insan bazen. Ağıtların, matemlerin, haykırışların getirdiği tanımlaması imkânsız acılar, bakışlar karşısında dünyası yıkılıyor geride kalanların. Acının ne tarifi var, ne de rengi… Çoğu kez susmaktan öteye gidemiyor insan, ağlamak istiyor, göz pınarlarında kalan bir damla yaş bile kuruyor, boğazı düğümleniyor, çaresiz kalıyor, güçsüzlük bedenini ve ruhunu kaplıyor. Bazen bu haykırışlar yetersi kalıyor. Acının rengi ve tarifini anlatan cümleler, kelimeler ve harfler tükeniyor, anlatamıyor insan. Ağıtların, acıların, matem ve haykırışların çoğu “stranlarda” yerini bulmaya çalışıyor.
İnsan Hakları Derneği Eş Başkanı Eren Keskin’in söylemiyle, “Bu coğrafya bir soykırım coğrafyası, burada kimse adalete erişememiştir.” Bu acıları yaşatanlar karanlığa, gözyaşı ve ölümlere, kana ve sefalete boğan zalimler dün vardı, bugün de vardır. Kiminin yüreğine ateş düşmüş, kiminin yalnızlık, keder ve acı… Bu acıları yaşatanlar insaf ve erdemden yoksun Tiranlardır, Dehaklardır, Nemrutlardır, Firavunlar ve onların devamı olan çağımızın zalimleridir, diktatörleridir.
Ulus devletin ortaya çıkmasıyla birlikte bu topraklarda ulusal refleksin getirdiği katliamlar, zulümler, zorbalıklar, tehcirler, ardı ardına kesintisiz devam etmiştir. Ulusal sınırlar içinde yaşayanlara zorla homojen bir milli kimliğin dayatılmasının tarihidir ulus devlet süreci… Aynı coğrafyada yaşayan Kürtlerin, Ezidilerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Rumların, farklı kimlik ve inanç mensuplarının katledilmesiyle ulusal kimlik süreci başlatılmıştır. Ancak tekçi devlet bunu tam anlamıyla başaramamıştır. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Süryani ve Ezidilerin nüfuslarında büyük oranda azalış meydana gelmiş olsa da Kürtlerin ve Alevilerin ulusallaşma sürecinde dirençleriyle karşılaşılmıştır. Ne denli acılar yaşatılsa yaşatılsın, ocaklarına ateş düşürülen, üzerine bombalar yağdırılan, keder ve acılara alışan, Mezopotamya’nın kadim ve mazlum halkları küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır.
Ülkemizde 1915 tarihi, katliamların, soykırımların miladıdır. Mezopotamya’yı çoraklaştıran, büyük suçlar ve utançlarla yüzleşmeyi her seferinde erteleyen, adalet ve hukuk yollarını tıkayan, geçmişini İttihat ve Terakkiden alan tekçi ve ırkçı yapı bırakın özür dilemeyi, yaptıklarıyla adeta gurur duyar hale gelmiştir.
28 Aralık 2011 Çarşamba akşamı Şırnak, Uludere, Roboski köyü halkına zulümle bu acılar yaşatıldı. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın sarf ettiği “bu olayın failleri Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacaktır” sözlerinin tam tersi gerçekleşti. Faillere hiçbir şey olmadı ama Roboski’de katliama uğrayanlar, yargının karanlık dehlizlerinde kayboldu.
Roboski’de 38 kişilik kafilenin üzerine bomba yağdırıldı. 34 can alındı. Gece saat 21:39 – 22:24 arasında Roboski köyüne çay ve mazot getiren köylülerin arasına Bahoz Erdal kod adlı Ferman Hüseyin’in karıştığı ihbarı üzerine kafile, F16 savaş uçaklarının bombardımanına uğradı. 26’sı Encü ailesine mensup olmak üzere 34 insanımız katledildi. Bunların arasında çocuk yaşta olanların sayısı 19… Yaralanan 4 kişi kurtuldu. Bahoz Erdal için 34 masum insanın katledilmesi hangi ahlaka, insanlığa ve hukuka uygundur? Ama Kürtler olunca buna değer milliyetçi, mukaddesatçı Türkiye için! Çünkü “en iyi Kürt, ölü Kürt”tür. Çünkü “her Kürt, potansiyel düşmandır ve hedefimizdir” ön yargısı hâkimdi milliyetçi ve mukaddesatçı Türkiye yönetimi için… Belki de bu bir mesajdı. Katliamdan sağ kurtulan Servet Encü köye giderek olayı anlatmasıyla duyurmuştu. İlk haber, Dicle Haber Ajansı (DİHA) tarafından saat 01:52’de verilmişti. “Savaş uçakları köylüleri vurdu, 20’ye yakın ölü” başlığıyla verilmişti. Servet Encü’nün anlattıkları “Geri döndüğümüz sırada jetler bizi bombardımana tuttu. Acı bir koku etrafı sardı. Birden insanlar yanarak can verdi. 5-6 kişi bombardımandan kaçarak kayalıkların arasına saklandı. Uçaklar orayı da bombaladı. Hepsi kayalıkların altında can verdi” şeklindeydi.
Hiç kimse Roboski’nin ve diğer köylerin neden kaçakçılık yapmaya zorlandığı konusunda yazılar yazmadı, devlet de sorgulamadı. Sorgulayamaz da… Çarpık kapitalist sistemin dayattığı sınıflar arasındaki ekonomik ve sosyal farklılık, yoksulluk, açlık ve sefalet, sınır köylerini kaçakçılığa zorlamıştır. Bir bidon mazot için, birkaç paket sigara için, birkaç kutu çay için insanlar katledilmez, toplu cinayete yönelmez. Roboski katliamı, öteden beri Türkleştirme politikasının dayattığı saf Türk, arı Türk projesinin bir parçasıydı. Kürdistan coğrafyasında yaşayan insanlara verilen bir gözdağıydı. Roboski katliamı, Zilan Deresi’nin, Şeyh Said’in, Koçgiri’nin, Dersim’in bir devamıydı. Roboski, toplu katliamların ne ilkidir ne de sonuncusu!
Medya, aradan bir tam gün geçtikten ve AKP’li yönetici Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in açıklamasıyla duyurdu. Hüseyin Çelik katliamı “operasyon kazası” olarak tanımladı. . “Hantepe baskınında da malzeme katırlarla taşınmıştı” açıklamasıyla katliama meşruluk kazandırmaya çalıştı.
Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “Özür gerektirecek mahiyette bir olay değil” dedi. Başbakan Erdoğan da, “TSK görevini samimi şekilde yapmıştır” diyordu. “Tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat… Bizim resmi tazminatımız ötesinde yaptık…” sözleriyle Kürt halkının onurunu aşağılıyordu, tıpkı askerlere “kelle” dediği gibi…
Havuz medyasının kalemşorları değişik tanımlamalar yapıyordu. Bir kısmı bunlar PKK’lıdır, diğer bir kısmı yanlış istihbarat verilmiş diyordu. Bazıları da ölenlerin PKK kuryesiydi, bazıları da zaten kaçakçıydılar, PKK’ya silah götürüyorlardı, diyerek katliamı meşru göstermek için çırpınıyorlardı.
Dünya kamuoyundaki tepkiler daha farklıydı. BBC: “Hava saldırısı, Kürt köylüleri öldürüldü”; CBS News: “Cenazelerini traktörle taşıdılar”; CNN: “Hava saldırısı, Kürt köylüleri öldürüldü”; Dail Mail: “Kaçakçılar, militan sanılarak öldürüldü”; Liberation: “35 Kürt öldürüldü, ordu, PKK ile karıştırdık, dedi”; The Wall Street Journal: “Türk hava saldırısı Kürtleri vurdu”; Le Monde: “Türk Hava Kuvvetleri Kürt köyünü bombaladı, 35 kişiyi öldürdü”.[1] Avrupa Parlamentosu Başkanı, “felaket” olarak tanımladı ve konuyu Avrupa Birliği raporlarında mutlaka yer alacağını söyledi.[2] Olay sonrasında İHD ile MAZLUMDER, ortak bir kurul oluşturarak bölgede incelemeler yaptı. Kurul, bu olayı “infaz” olarak değerlendirdi ve “toplu katliam” olarak nitelendirdi.[3]
Dava süresi 5 yıl sürdü. Her zamanki gibi yargı, mağduru daha da mağdur edecek kararlar aldı, davaları reddetti. Gerek Türkiye’de ve gerekse Avrupa’da burjuva adaletinden başka türlü kararlar beklemek de mümkün değildi. 5 yıllık dava sürecinin aşamalarını kısaca hatırlarsak;
- TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Komisyonu Mart 2013 tarihinde 84 sayfalık rapor hazırladı.
- Operasyon sırasında “kimlik tespitinin imkânsız olduğu, olayda kasıt olmadığı sonucuna varıldı.
- 11 Haziran 2013 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca “taksirle ölüme sebebiyet vermekten dolayı” dosya ile ilgili “görevsizlik kararı” verildi.
- Dosya, Başsavcılıkça, Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderildi. Ocak 2014’te Askeri Savcılık da “takipsizlik” kararını verdi.
- Ölenlerin yakınları Temmuz 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Mahkeme dosyada eksikliklerin olduğunu ve zamanında giderilmediği için 24 Şubat 2015 tarihinde reddetti.
- İç hukuk yolları tükenince hayatını kaybedenlerin yakınlarından oluşan 281 kişi 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu.
- 17 Mayıs 2018 tarihinde AİHM, başvuruyu reddetti. Gerekçe olarak, dava avukatlarının eksik olduğu bildirilen belgeleri 15 günlük sürede değil de 17 günde gönderildiği ilişkin iki günlük gecikmeyi hata olarak niteledi.
Olayın faili siyasi iktidar mensupları, olaya adı karıştığı iddia edilen diğer kurumlar, hiç mi suçluluk duygusunu yaşamadı? Hiç mi vicdan azabını çekmediler? Hiç mi özür dileme erdemini gösteremediler?
Davanın sil baştan tekrar açılması için siyasi iktidarın gitmesi sonrasında umut besleyenler yok değildir. Ancak siyasi iktidar değişse bile tıptı Bülent Ecevit’in derin devlet duvarına toslaması gibi düzen partilerinin hiç birinin cesaret edeceğini sanmıyoruz. Arife Köse’nin dediği gibi “suçluluk, hüzün, acı, öfke, utanç duyguları arasına umudu katan iki şey vardı Roboski’de: Biri; katledilen 34 insanımızın ailelerinin kararlı ve dik duruşu; diğeri de tıpkı Hrant Dink (ve Tahir Elçi) öldürüldüğü zaman olduğu gibi bu toplumun vicdanının Roboski katliamını kabul etmemiş olmasıdır.” Uludere insanı için güzel olan düğünler, bayramlar, yılbaşılar değil, onlarda güzel olan “barış”tır. Barışın sağlanması için de bölge halkının dediği gibi faillerin bulunup, cezalandırılması gerekiyor. Roboski halkı, hükümet yetkililerinin açıkladığı gibi çocuklarını hata sonucu kaybetmediler. 1990’lardan beri devam eden savaşın sonucunda kaybettiler.
Neşe İdil, olayın yakınlarıyla yaptığı röportajda şunları aktarmıştır: Roboski ‘de yakınlarını kaybeden Ferhat Encü, 9 yıl boyunca yargının baskısıyla karşı karşıya kaldıklarını anlatarak “Bu katliam Ankara’nın karanlık dehlizlerine itilmekle de kalmayıp üstüne beton döküldü” diyerek,[4] olayın bilinçli ve planlı olduğunu belirtmiştir. Mehmet Encü da içinde bulundukları durumu “Acılarımız katliam bu gece olmuş gibi taze…” diyerek davanın mutlaka bir gün ele alınacağına ilişkin umudunu koruduğunu belirtmiştir.
Raportör Psikiyatrist Dr. Hira Selma Kalkan’ın 16 Şubat 2020 tarihinde yazdığı Uludere raporunda yaptığı ankette söylenenler oldukça iç acıtıcıdır. Örneğin köy muhtarının söylediklerinden bir paragraf alıyoruz.
“Ben her gece 6–7 defa uyanıyorum. Oğlum gece uyuyamıyor. Dedelerimizden gelen bir korku var. Bebeler ağlayınca sus, asker geliyor diyoruz. Çocuklar şimdi uçak sesi duyunca saklanıyorlar. Biz pencereye çıkıp uçakların hangi yöne uçtuklarına bakıyoruz. Köyde her zaman her yerde katliam konuşuluyor. 10 yıl köyde düğün olmaz.”
Endişe, korku, güvensizlik dedelerden çocukların bilinçaltına yerleştiği düşünülürse, bu sorunun genetik yapıya işlendiği ve bir sonraki kuşaklara aktarılacağı düşüncesi hâkimdir. Roboski, bölgede bir travma yaşatmıştır. Aradan 9 yıl geçmesine rağmen bu travma devam ediyor. Katliama müsebbip olan da sermaye devletinin derinliklerinde yuvalanmış suç örgütleri olduğu kanısı egemendir. Bugüne kadar bölgeye iktidara mensup ne bürokrat, ne milletvekili ve ne de herhangi bir bakan gitmemiş, bölge halkından özür dilememiştir. Bu davranışın yarattığı yalnızlığı siz tahmin edin.
10 yaşında bir çocuk tomaya taş atıyor diye cezalandırılırken, 34 insanı, geçim kaynağı olan hayvanlarıyla birlikte katledenler yargılanmıyor, üstelik madalya takılıyor. Sermaye devletinin adalet anlayışı budur işte…
28 Aralık 2011 tarihinde bilerek 38 sivilin ve 50 katırın ABD’ye mensup insansız hava aracı tarafından tespit edilerek sivil oldukları yönünde devlete bilgi vermemesi mümkün değildir. Kaldı ki köyde korucular da bulunmakta ve sürekli askerle irtibat halindeydi. Ordu, bölgede herhangi bir askeri harekât olacaksa korucuları uyarır ve kaçakçılığın ertelenmesini isterdi. Ancak herhangi bir uyarı yapılmadı. Gerek siyasi iktidar ve gerekse havuz medyasının yapılan katliamı meşru göstermesinin hiçbir mantıkla ve insanlıkla bağdaşır bir yanı yoktur.
Tüm anlatılanları kısa bir paragrafta belirtmek istersek: “Roboski katliamı üzerinden 9 yıl geçti. Bugüne kadar bir kişi bile yargılanmadı. Katliamın üstü örtüldü. Bu katliam, diğer katliamlar gibi yargısız infazın ne ilk ne de son örneğidir. Üstelik Türk yargısı adalet isteyen köylülerin tamamına davalar açtı. Tek istekleri vardı, o da ‘katliamın aydınlatılması ve faillerin cezasız kalmamasıydı.’ Bunu isteyen mağdur yakınları ve köylüler, sanık oldular.”[5]
Bombardımanda kaybettiğimiz bedenlerimiz:
-
- Cemal Encü 1994 Şırnak /Uludere doğumlu
- Vedat Encü 1994 Şırnak /Uludere doğumlu
- Selim Encü 1973 Şırnak /Uludere doğumlu
- Selahattin Encü 1995 Şırnak /Uludere doğumlu
- Celal Encü 1986 Şırnak /Uludere doğumlu
- Bilal Encü Bilinmiyor
- Şirvan Encü 1992 Şırnak /Uludere doğumlu
- Nevzat Encü 1992 Şırnak /Uludere doğumlu
- Salih Encü 1993 Şırnak /Uludere doğumlu
- Mahsun Encü 1994 Şırnak /Uludere doğumlu
- Muhammed Encü 1998 Şırnak /Uludere doğumlu
- Hüsnü Encü 1981 Şırnak /Uludere doğumlu
- Savaş Encü 1997 Şırnak /Uludere doğumlu
- Erkan Encü 1998 Şırnak /Uludere doğumlu
- Cihan Encü 1992 Şırnak /Uludere doğumlu
- Fadıl Encü 1991 Şırnak /Uludere doğumlu
- Şerafettin Encü 1994 Şırnak /Uludere doğumlu
- Hamza Encü 1990 Şırnak /Uludere doğumlu
- Aslan Encü 1994 Şırnak /Uludere doğumlu
- Orhan Encü 1992 Şırnak /Uludere doğumlu
- Hüseyin Encü 1991 Şırnak /Uludere doğumlu
- Bedran Encü 1996 Şırnak /Uludere doğumlu
- Serhat Encü
- Şivan Encü 1995 Şırnak /Uludere doğumlu
- Abdulselam Encü Şırnak /Uludere doğumlu
- Nadir Encü 1986 Şırnak /Uludere doğumlu
- Özcan Uysal 12.1999 Şırnak /Uludere doğumlu
- Seyithan Enç 12.1999 Şırnak /Uludere doğumlu
- Nadir Alma 1986 Şırnak /Uludere doğumlu
- Osman Kaplan 1980 doğumlu
- Ali Tosun 1987 Şırnak /Uludere doğumlu
- Salih Ürek 1995 Şırnak /Uludere doğumlu
- Yüksel Ürek 1995 Şırnak /Uludere doğumlu
- Aideti bilinmeyen kol ve bacak
Alparslan Akdağ’ın 2012 tarihinde kaleme aldığı ağıt türündeki şiiri ile bitirmek istiyorum.
“…………
dili mimlenmiş
ve nice t/uzaklara meyyal bir garip coğrafyanın
fukara çocuklarıdır onlar
elleri-kolları kördüğüm bağlı
ve her daim dağlı yürekleriyle
ocaklarından eksik olmaz
gözyaşları, matemleriyle
arkasız yurttaşlarıdır ve yarınsız
çiçekleri kan açmış, bu cinnet artığı toprakların.
ve onlar ki;
boynumda şahdamırımdır dört mevsim
kaynayan damarlarımda arter
ve yırtılan retinasıdır, göz bebeklerimin…
ez bımırım looo
ez bımırım…”
Roboski adı Kürtçeden gelen isimdir.
Ro: Dere, çay; Boz: Gri; Ik: Küçültme ve isimlendirme son-eki
Robozik: Küçük Gri Nehircik, Gri Nehir.
Günd: Köy
Genç bedenlerimizi saygıyla, rahmetle, minnetle ve özlemle anıyorum.
[1] Genelkurmay Başkanlığı (17 Mayıs 2012).
[2] Hürriyet Gazetesi (19 Mayıs 2012).
[3] Bianet (Uludere Dünya Basınında 29 Aralık 2011).
[4] Neşe İdil (Evrensel Gazetesi, 29 Aralık 2020)
[5] Roboski ‘de MİT görevlisi TSK’yı yanılttı (T24 Gazetesi, erişim tarihi 28 Eylül 2015
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022