Kapitalizm sağlığa zararlıdır!

Son dönemlerin en can yakıcı konularının başında sağlık alanında yaşanan gelişmeler ve sağlık emekçilerinin durumu bulunuyor. Pandemi deneyimi, sağlık alanının hayatımız açısından önemini açıklıkla ortaya koydu. Ancak insanlık hemen unutuyor, malum çağımız büyük unutkanlıklar üzerine kurulu. Sağlık alanındaki tüm hizmetlerin piyasadaki değeri ve karlılığı üzerinden bütçelendirmeye dayalı bir sektöre dönüştürülmesi ile sağlık alanının kamusal haklar ile bağının koparılmasının ölümcül sonuçlarının görmezden gelinmesi de bu unutkanlık çağına içkin.

Kamusal hak ve toplum sağlığı bağlamından koparılmış bir sağlık hizmetinin anlamını uzun uzun anlatmaya gerek var mı, yaşıyoruz işte. Sigortanızı eksiksiz ödeseniz de hangi hastalığınızın bu kapsamda olduğunu bilmeniz mümkün değil. Ayrıca özel sigorta sistemine eklemlenmiş sosyal sigortalar, sağlıksızlık durumunun kaynağının ne olduğunu bir dedektif inceliğinde hesaplayıp suçu sizde bulup ödemelerden kaçınıyor. Sağlık çalışanları minimum maliyet, maksimum kar olarak özetleyebileceğimiz bir piyasa hedefiyle hastanelerde büyük baskı ve zaman ile yarışıyor. Hasta olarak ise bir sağlık emekçisinin açıklamasına muhtaçken siz, sağlık emekçilerinin size ayıracak, açıklama yapacak, durumu anlatacak ve sizi teskin edecek ne vakti ve hali kalıyor. Dahası hastane ve diğer sağlık alanı da önemli ama kar getirmeyen hizmetlere ayrılan bütçenin düşüklüğü nedeniyle yetersizleşen hale geliyor.

Türkiye gibi halk sağlığı geleneğinin güçlü olduğu bir yerde, bu çürümeye rağmen sağlık emekçilerinin deneyimleri ve meslek örgütlerinin çabaları ile nispeten daha iyi bir sağlık hizmeti hala sürebiliyordu. Geçmiş zaman kipi boşa değil, zira hastaneler bir süredir şiddet mahalli. Türkiye’de sağlık sektöründe çalışanlara yönelik şiddet, iktidarın hekimleri hedef göstermesinin ardından daha da büyüdü. Geçtiğimiz günlerde ise bir hekim öldürüldü. Bir hafta içinde gördüğü şiddetin ardından, diplomasını yırtıp atan, istifa eden ve göç etmeye hazırlanan pek çok sağlık emekçisi gördük. Zira hastaneler bir şiddet mahalli.

Sağlık emekçilerinin zorunlu hizmet nedeniyle Türkiye’de iç göçü, yani hekim eksiği olan bölgelere gönderilmesi bir rutin. Ancak dışarıya yani başka bir ülkeye göçü, daha uzun irdelenmesi gereken bir konu. Doğru anahtar kelimelerle yapacağınız küçük bir internet araştırmasında birkaç veriye ulaşmanız ve bu veriler üzerinden konuya bir giriş yapmak mümkün. İlkini okuduğunuz bu yazı dizisinde, yapmaya çalışacağım şey, sağlık emekçilerinin göçüne ve koşullarına odaklanmak.

2020 yılında yapılan Birleşmiş Milletler araştırmasına göre dünyanın sağlık emekçilerinden doktorları en fazla kabul eden ülkeleri sıralanmış: 50.6 milyon ile ABD, 15.8 milyon ile Almanya, 13.5 milyon ile Suudi Arabistan, 11.6 milyon ile Rusya Federasyonu ve 9.4 milyon ile Britanya’ymış. Göçmen sağlık emekçilerinin kaynak ülkeleri ise 17.9 milyon ile Hindistan, 11.2 milyon ile Meksika, 10.8 milyon ile Rusya, 10.5 milyon ile Çin ve 8.5 milyon ile Suriye. Mültecilik süreçleri ile adını sıkça duyduğumuz ülkeler, yüksek eğitimli ve deneyimli sağlık emekçilerinin de kaynağı görülüyor ki.

Dahası ilginç bir veri ile karşılaştım, 2018 yılında yapılmış bir araştırmaya göre dünyanın sağlık konusunda en endişeli ülkeleri arasında yine kısmen bu ülkeler var. Macaristan yüzde 72, Polonya yüzde 62 ile; yüzde 40 bandında Brezilya ve Britanya , yüzde 38 bandında Çin ve ABD, Rusya yüzde 27; hatta tanıdık gelecek ama yüzde 13 bandında Almanya ve Hindistan; yüzde 3 Türkiye. Baştaki ilk iki ülke Avrupa’nın en fazla hekim göç veren ülkesi. Hatta köklü bir sağlık geleneğine sahip olmalarına rağmen, hem sağlıktaki piyasalaşma hem de sağlık emekçilerinin bu piyasalaşan koşulların yarattığı şiddet ve değersizleşmeden uzaklaşma istekleri ile özellikle batıya göç etmeleri ile bu ülkelerdeki otoriter yönetimlerin güçlenmeleri arasında bağ kuran çalışmalar bile yapılmış. Zaten son birkaç yıldaki bilimsel bilgi ve hakikatlerin yerini dolduran sloganlar ve safsatalar ile entelektüelliğe yönelik düşmanca saldırıların, sağı güçlendiren ve öfkelileri örgütleyen güç olduğu da ortada.

İşin ilginç yanı, göç alan ülkeler de bu süreçte kibirli entegrasyon politikaları ile göçmen emeğini değersizleştirme yönelimli politikaları nedeniyle pek sağlık alanında güç kazanamamışlar. Bu anlamda, yazının ikinci kısmında Almanya’ya değinmeyi planlıyorum. Sözün özü, sağlık emekçilerinin göçünü sağlık sorunlarının sebebi olarak gören görüşlerin aksine, sağlıkta kamusal haklardan kopuk piyasalaşma mantığı hem şiddetin hem genel anlamda sağlığın kaybının nedeni.

Nevra AKDEMİR
Latest posts by Nevra AKDEMİR (see all)