Kadın Yaşam Özgürlük
Kadınların yüreklerine gömdükleri cümleleri vardır. O cümlelerde bazen sessiz çığlıklar saklıdır. Sonra cümleler sese bürünür… Kelimelerde buz kırığı gibi soğuk ve keskin bir sancı hissedilir. Kadınların birbirine değen sesleri, usulca bir acının ortasında buluşur.
Bu hafta sonu, “femme, vie, liberte” başlıklı konferanstan çıktığımda, “özgürlüğünü kaybeden kadınların mücadelesini, sesini dünyaya duyurma çabasını tanımlayabilecek bir kelime var mıdır?”sorusu beynimde dolanıp durdu.
Fransa Senato’sunda “Comité, Laicité République » Laiklik Komitesi’nin düzenlediği bu konferansa İran ve Afganistanlı kadınlar da katılmıştı.
Konferans’ta, sosyolog ve tarihçi Christine Fauré, Fransız kadınların ve kadın hareketlerinin mücadele tarihini anlatırken, diğer yanda Razika Adani ise islam dünyasında kadınları, islamın modernize edilmesini ve kavramsal olarak “siyasi islam”ı tartıştı. İranlı profesör Didier Idjadi ise konuşmasında, İran halkının trajik tarihi yolculuğunu anlatırken, İranlı solcuların yanılgısının bedelinin ağırlığına işaret ediyordu.
Konferansın ikinci bölümünde, Afganistanlı kadın gazeteci Lailouma Sadid, Taliban rejiminde karşılaştığı tanıklıkları anlattı. Afganistan’da Taliban rejiminin özellikle kadınlara ve Lgbti’lere dönük baskılarını, gerçek yaşamın ortasından örneklerle anlattı.
Hatırlarsanız Taliban rejimi, Afganistan’da iktidara geldiğinde Batı’ya ve dünya kamuoyuna dönük daha ılımlı açıklamalarda bulunmuştu. Tabi Taliban rejiminin, “ılımlı” maskesinin yüzünden düşmesi çok uzun sürmedi. Burada asıl belirtilmesi gereken, Taliban rejiminin ilk dönemlerinde dünya kamuoyunun gözü kulağı Afganistan’dayken bir süre sonra gündemden düşmeye başladı ve kadınlar Taliban rejiminin barbarlığıyla baş başa kaldı.
Afganistanlı kadınlar dipsiz ve karanlık bir kuyudan seslerini tüm dünyaya duyurmaya çalışıyorlar. O dipsiz kuyudan kurtulanların sesi bir çığlığa bürünüyor. Bu çığlık sağır olmayan kulaklara ulaşır belki diyerek bir umutla başka seslere ulaşmak istiyor.
Afganistanlı ve İranlı kadınların konuşmalarını dinlerken yüreğime oturan bir sancı, istemsizce beynimin kıvrımlarında dolaşıyordu. Niye bilmiyorum bu defa daha bir derinden etkiledi beni… Hani istikbalinde beliren bir karanlığa bakar gibi… Gri bulutlar gibi içime çöken bu karamsarlıktan kurtulmaya çalışırken yüreğimin “Hayır! Hayır, biz mücadele edeceğiz” diyen sesini duydum.
Türkiye tarihinin en gerici parlamentosu oluşmuşken, siyasal islam rejimi ülkenin tüm yönetim aygıtlarında kurumsallaşmaya başlamışken, kalbimin orta yerinde beliren bu sancının bir anlam bütünlüğü oluşturmasından daha doğal ne olabilir ki…
Odéon’dan Bastille’e doğru yürürken bir kahve içmek için oturduğum kafede, düşünce dünyamda dolanan bu cümleleri yazıya döküyordum. Aslında bir çıkış arıyordum. İslam coğrafyasında kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi dünyanın diğer kıtalarındaki kadınların sesiyle bir şekilde buluşmalıydı. Ve tabi sadece kadınların değil, eşitlik ve özgürlükten yana olan erkeklerin sesine ulaşmalıydı. Kadınların özgürleşmesi elbette erkekleri de özgürleştirecektir. Buna diğer cinsiyetler ve hatta cinsiyetsizlikte dahil…
21.yüzyıl, insanlığın aşmak zorunda olduğu bir eşik gibi duruyor… Belki de bu eşikte kadınlar tarihin akışını belirleyecek bir güç olarak dünya sahnesinde yerini alacaktır. Çünkü tarihin karanlık dönemeçlerinde mutlaka ışık taşıyıcıları çıkmıştır. Bu değişimin döngüsüdür. Her karanlık bağrında kendi aydınlanmasını taşır. Yeni olan, eski olanın vücudundan doğar. “Kadın, yaşam ve özgürlük” bir slogandan öte bu değişim döngüsünü işaret eder aslında.
- Yeni yüzyılımızın düttürü dünyası - 30 Kasım 2023
- Yolu Umre’den geçenler – Arzu Torun - 16 Kasım 2023
- Hepimiz Oradaydık! - 30 Eylül 2023