İtibarı sarsan 5 gün

Günümüzün küresel elitleri lüks arabalara binmekten, markalı kıyafetler giymekten ziyade yoga yapmak, organik yiyeceklerden şaşmamak, önemli konserleri canlı izlemek benzeri tercihlerle orta sınıf mensubu sıradan kimselerden ayrılıyorlar. İzledikleri yayın organları da haliyle statülerine uygun düşmek zorunda. Bu eğilimleri “Küçük Şeylerin Toplamı” (The sum of small things) kitabında irdeleyen Elizabeth Currid – Halkett’e göre New York Times, New Yorker gibi yayınları okumak eğitimli bir insan olduğunuzu, kültür ve bilgiye dayanan değer sistemini benimsediğinizi, zamanınızın çoğunu görüş ve bilgi alışverişinde bulunmak için benzer konumdaki insanlarla geçirdiğinizi ima eder.

İngilizce konuşulan dünyada İngiliz Financial Times, The Economist; Amerikan New York Times, Wall Street Journal, Foreign Affairs, Foreing Policy gibi yayın organları elitlerin ev, ofis, havaalanı gibi farklı zeminlerde önceleri ellerinden düşürmedikleri, şimdilerde ek olarak akıllı telefonlarına indirdikleri markalar.

Bir soruşturmada 16 etkili isme gündelik hangi yayınları düzenli izlediklerini soruyorlar. İki tipik cevaba kulak verirsek; Microsoft kurucusu Bill Gates Wall Street Journal, New York Times, The Economist’i sayarken; General Electric CEO’si Jeffrey Immelt sırasıyla Wall Street Journal, Financial Times ve New York Times’a göz gezdirdiğini dile getiriyor…

Böyle bir girişi yapmanın nedeni, geçtiğimiz günlerde eksiksiz tüm bu yayın organlarında kapsamlı makalelerle Türkiye’deki gidişatın masaya yatırılmasıydı. Muhtemelen bu yakın ilgi gerek ekonomik, gerek kurumsal ve kültürel anlamda Batı merkezli emperyalist-kapitalist sistemden kopuşa doğru gidişin hissedilmesinden kaynaklanıyordu.

8 Ağustos 2020 günü tüm yandaş gazete manşetlerine yansıyan “Oyununuzu Gördük Meydan Okuyoruz” başlığı sanki “bile bile lades yapıyoruz” mesajı veriyordu. Ayasofya açılışıyla modern dünyayla, çok kültürlülükle bağını zayıflatan; son dönemde Libya’da yoğunlaşan sınır dışı hamlelerle emperyal hayaller peşinde koşan; ekonomiyi göz göre göre uçurumun eşiğine getiren bir zihniyetin arkasında durmak elbette mümkün değil. Bu yorum ilelebet Atlantik İttifakı’nın dümen suyundan gitmeyi önerdiğimiz anlamına gelmiyor. Ancak bugünkü yazıda amacımız, kapitalist akıldan da iyice kopan Saray Rejimi’nin dışarıdan nasıl değerlendirildiğini aktarmak.

FINANCIAL TIMES: ERDOĞAN’IN BÜYÜK KUMARI

İsterseniz Laura Pitel imzalı Financial Times’ın 3 Ağustos tarihli makalesiyle başlayalım. “Türkiye rezervlerini hızla yakarken Erdoğan hızlı büyüme üzerine kumar oynuyor” başlıklı bu metnin bayramın son günü, henüz döviz türbülansı patlak vermeden kaleme alındığını hatırlatalım. Başta turizm sektörü Ankara’dan iyimser mesajların gerçeklerle örtüşmediği vurgulandıktan sonra, Tayyip Erdoğan’ın faizlerdeki hızlı düşüşün ve TL’ye yönelik “hunhar” saldırıları engellemek için alınan önlemlerin, “ekonominin küresel türbülansa karşı bağışıklık sistemini güçlendirdiği” yolundaki iddiasına yer veriliyor.

Son 12 ayda yabancı yatırımcıların ülkeyi büyük hacimlerle terk ettiği hatırlatılarak, kuru gayri resmi biçimde sabitleme çabalarıyla on milyonlarca doların heba edildiği söyleniyor. Berat Albayrak’ın “benzer ülkelerden pozitif ayrıştık” mesajının tam tersi bir durumun söz konusu olduğu Uluslararası Finans Enstitüsü’nün baş ekonomisti Robin Brooks’un, “büyük cari açıklar verilerek, kuru tutmak için milyar dolarlar harcanarak, ekonomiye ucuz kredi pompalayarak, iki yıl önce tam da döviz krizini doğuran taktikler izleniyor” yorumuyla ortaya konuluyor.

Fransız bankacı Phoenix Kalen ise, “corona virüsünün kısa sürede kaybolacağını düşünüyorsanız bu strateji zaman kazandırabilir, ama eğer turizm ve ihracat gelirleri aniden toparlanmazsa Türkiye’nin küresel ekonomik şoklara karşı kırılganlığı artar” değerlendirmesinde bulunuyor. Barclys Bankasından Brooks da, kredi genişlemesiyle talebi canlandırma, böylelikle ithalat üzerinden cari açığı artırmanın sonunda liranın başına patlayacağını söylüyor. Yazının bitişinde 18 yıllık iktidar döneminde şansın hep Erdoğan’dan yana olduğuna dikkat çekilerek, tahmin edilenden hızlı bir küresel iyileşmenin, rezervler tükenmeden imdada yetişebileceği ihtimaline yer veriliyor. Ancak Pitel, Cumhurbaşkanı ve damadı şanslarını fazla zorluyorlar demeyi de ihmal etmiyor. Ne yazık ki geçen hafta yaşanan gelişmeler Financial Times’ın analizini doğruluyor, ekonomik krizin bir kez daha kapıyı çaldığı izlenimini veriyordu.

WALL STREET JOURNAL: TÜRKİYE’NİN CEPHANESİ TÜKENİYOR

ABD’nin bir numaralı finans gazetesi Wall Street Journal’daki 30 Temmuz 2020 tarihli, “Lira’nın değer kaybına karşı Türkiye’nin cephanesi tükeniyor” başlıklı makalede de, “faizleri yükseltmek gibi alışıla gelmiş bir araca başvurulmayınca rezervleri tüketmekten başka çıkar yol kalmadığı” ifade ediliyor. Yatırımcılar ve analistler arasında piyasayı istikrara kavuşturmak için sermaye kontrollerine başvurulabileceğinin konuşulduğu dile getirilerek, bunun da başta AB pazarı gelmek üzere ihracatı kamçılama çabalarını tehlikeye atacağının altı çiziliyor. Özetle, Berat Albayrak serbest piyasaya bağlılığını tekrarlaya dursun, finansal kapitalizmin kuralları çerçevesinde Türkiye’nin kendi kotardığı “domuz bağıyla” elinin kolunun bağlandığı apaçık görülüyor.

NEW YORK TIMES: ODADAKİ FİL TÜRKİYE

Şimdi gelelim yine 3 Ağustos tarihli, New York Times’ın Steven Erlanger imzalı “Türkiye’nin saldırganlığı NATO için Odadaki Fil mi” başlıklı dış politika makalesine. Metin, NATO üyesi olmasına karşın Türkiye Rus hava savunma sistemi aldı. Libya’daki hamlesi ve enerji konusundaki hırsıyla Fransa ve Yunanistan ile silahlı çatışmanın eşiğine geldi açıklamasıyla başlıyor.

Daha saldırgan, daha milliyetçi ve daha dinci Türkiye’nin giderek Batılı müttefikleriyle Libya, Suriye, Irak, Rusya ve Doğu Karadeniz Enerji Kaynakları konusunda kavgalı duruma düştüğüne dikkat çekiyor. Türkiye’nin hareket serbestisini Amerikan liderliğinin genelde zayıflamasının yanı sıra, Trump’ın NATO’ya sıcak bakmaması ve Erdoğan’a açıkça hayranlık duymasıyla açıklanabileceği iddia ediliyor. 2016 darbe girişiminden sonra Erdoğan’ın daha milliyetçi ve otoriter hale geldikten sonra Ayasofya’yı müze olmaktan çıkararak Türkiye’nin seküler çizgisi dışına taşıdığının altı çiziliyor.

Obama döneminin Dışişleri Bakan Yardımcısı Amanda Slout’a referansla, “Türkiye hala bir Batılı ülke mi, bizim değerlerimizi paylaşıyor mu artık bunu sormak zamanıdır” önerisi ortaya atılıyor. İsmi zikredilmeyen bir Avrupalı diplomatın da “Türkiye’yi ne yapmak gerektiği konusu önemle tartışılıyor” değerlendirmesinin ardından “şimdi zamanı değil” dediği alıntılanıyor.

FOREIGN AFFAIRS: ERDOĞAN’IN KÜLTÜR SAVAŞI

Yine 31 Temmuz’da ABD’nin etkili düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin yayın organı Foreign Affairs dergisinde yayımlanan Nick Danforth imzalı makale de Erdoğan’ın Batılılara, sekülerlere karşı verdiği kültür savaşına odaklanıyor. Özellikle Hasankeyf ve Ayasofya örnekleri üzerinde duruyor Cumhurbaşkan’nın. Hasankeyf’te baraj inşa edilerek bir kültür hazinesinin yok edilmesine karşı çıkanların gerçek niyetinin ülkenin refahını engellemek olduğunu taraftarlarına söylediğini aktarıyor.

Yazar, Mustafa Kemal’in Ayasofya’yı müzeye dönüştürme kararının da cephede yenilgiye uğrattığı Britanya ve Yunan güçlerine karşı ülkenin laik yönelimini, Batılı güçlerle kültür ve uygarlık konusunda aynı değerleri paylaştığı mesajını vermek anlamında sembolik bir önem taşıdığını vurguluyor. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin Erdoğan’ın dinci ve otoriter politik yönelimini yansıttığını ve bunu taraftarlarına bir ulusal egemenlik mevzuu olarak sunduğunu, cami açılışı için 24 Temmuz tarihinin seçilmesinin 1923’te aynı tarihte imzalanan Lozan Anlaşması ile de bir hesaplaşma niteliği taşıdığını öne sürüyor.

Şimdiye kadar bu çatışmacı ve kutuplaştırıcı üslupla hep seçim başarıları kazandığını hatırlatarak, seçimlerin gerçekleşeceği 2023’e kadar yeni camiler, mega projeler görsek de, Doğu Akdeniz’de sürtüşmeler sona ermese de, kamuoyu araştırmalarının kendisine olan desteğin eridiğini gösterdiği de dikkate alınırsa, “aynı taktiğin bu kez sonuç vereceği şüpheli” yorumuyla makaleyi bağlıyor.

Hepsi birkaç güne sığan bu analizler ister istemez Erdoğan’ın o zamanki başdanışmanı Cüneyt Zapsu’nun 2006’da sarf ettiği sözleri akla getiriyor. Zapsu’nun “bu adamı süpürmeyin, kullanın” veciz çağrısının bugünden geriye bakılırsa Batı aleminde büyük ölçüde kabul gördüğü söylenebilir. Ancak artık “raf ömrü dolan” bu tavsiyeye itibar edilmeyeceği açıkça hissediliyor.

hayrikozanoglu@mynet.com

Hayri KOZANOĞLU
Latest posts by Hayri KOZANOĞLU (see all)