Işıkla karanlık ayrışır

Sarsak sonbaharda bir sıcak zaman, sırılsıklam bir akşam, küflenmiş bir mutsuzluk. Ağırlaşan yüküyle beklemede yarının günleri… Karanlık şafaklar sökmeyince aydınlanmıyor viral hayatlar. Akut evreye girdi iyimser ve onarıcı düşler. Başını dayadığı kent derin bir uykuda ve huzursuz. Parçalanmış boş akşamlarda buzlu kadehlerin insafı teselliye yetmiyor. Uzaklarda bir yıldız dünyaya inmeden sitemsiz siliyor kendini. İşine zincirlenen ömür taşınamaz bir yük. Yaşlanmayı ve ölmeyi bilmeyen kötülüklerle başka bir dile geçti zaman, başka bir güne. Uykunun kucağında, uykusuz…

Geri dönüşlü referansla kızarmış ekmek kokusu yükseliyordu kaygısız kuzineden. Dünle beslenen yürek dili, sevimli tartışmalarına katılıyordu annesiyle babasının. Eylül anılarının korkusuz ziyaretçisiydi annesi, yüzü dirençle yıkanmış, tertemiz. Zaman çok erkendi, sabahın sahibi kumru sesi, faşizme karşı coşkulu sloganların içinde buharlaşıyor, ödül oluyordu. Yeryüzünün devasa kamburlarından uzak, erinç taşıyordu penceresine karşıki dağlar. Dağlar arınmanın kusursuz bir ev sahibidir, sağlığın, barışın sembolü zeytin ağaçlarına. Bugünlere uzanan sevdasıdır yiğitlerin.

Kanıksanan yoklar çoğalırken, tarihsel onca acıya karşın ortak bir anlayışta buluşulamıyordu. Sesler yutulmuş, benlik duyguları borderline kişilik bozukluğunun zırhıyla korunuyordu. Bilginin ışığına kapanan gözler budalalığın ayırdına varamaz. Yaşamın toyluğu, çözülemeyen çelişkilerle cisimleşir, klinik bir figür haline gelir. Maganda sistem dehşet saçarken kültürel yozlaşmaların, psikolojik sorunların konuğu olmuştu kalabalık alanlar. Salgın kötülüğün kaldırımları her saat itiş kakış, açlık ekmek kuyruğunda. Işıkla karanlığın ayrışmayı beceremediği köreltici bir rutin. Birbirinin yükünü almayan umuda güneş elini uzatmak istemiyordu. Ölümlerin içinde boşluğun acısı… Popüler kültürün istasyonunda algoritmalar…

Yaşamın tadı tuzu vardı ve daha fazla yorgunluk istemiyordu. Karanlığın öğretmenlerine boyun eğmiyordu bilenmiş yürekler. Bütün özgürlük şarkılarını ezberlemişti. Bilinç dışında beslenen öfkeler, yeterince beslendi bahara ertelenen yaşamlardan. Kardeş renklerin cümbüşüne kanatlı gökkuşağı, bitirmeli özlemleri, yaralı ayrılıkları. Yüreklerin derinliğine uzaklaşan tepkiler geri dönmeli, zamanın korkunç ağırlığına itirazın gücüyle yola devam edilmeliydi. Herkes susarken yüreğinden kalemine inip bulutların ötesine gerileyen özgür diriliğin büyüsünü yazacaktı. Bir fiskesiyle can yakan sözcüklerin, düşten gerçekliğe ödünsüz yolculuğunu. Eskimeyen özlemin direnciyle dayanılan acıları… Bir kadının özgür ve ayıpsız dolu dolu gülüşünü… Yasaklarla, günahlarla, tacizlerle üşütülmeyen çocukları… Bir kedinin yumuşaklığını, bir şelalenin huzur veren sesini, bir fincan kahvenin anılara açılan dostluğunu, avuca düşen yağmur damlalarının sonsuzluk duygusunu…

Geçmiş konuşmayı sürdürürken, hayat sınırlarını unutmuş, hızla uçup gidiyordu. Erken ağaran saçların genetiğine gücenmişti. Yarının ağırlaşan yolculuğunda gelecek sayfalar, yalanlara kalmamalıydı. Yönsüz değildi dünya. Kaybolan günlerin izini sürerken çocukça bir inatla yaşlanmayı durduracaktı. Yarım kalan soluğu da yeterdi zaman hırsızlarına. Bulutlar türküsüyle inerken geceyi aydınlatmaya…

Muzaffer YEGÜL
Latest posts by Muzaffer YEGÜL (see all)