Yavaşlatılmış bir filmde seyreder gibi, arabanın uçuruma yaklaşmasını gün be gün izliyoruz. Araba, Türkiye ekonomisi. Direksiyonda AKP’nin şefi var. Yanında ve arkasında ise nev zuhur bir yerli ve milli iktisat politikasını kulağına fısıldayan zevat oturuyor. Fren yapsa takla atacak, direksiyonu kırsa daha fazla savrulacak bir durumda, iman ve propaganda gücüyle arabayı uçurumun üstünden uçurtmayı umuyorlar.
Faizin Allah tarafından mekruh ilan edildiğine inanan ve Allah yanılmayacağına göre, yanılanın finans aktörleri olduğunu düşünen ama aynı zamanda piyasa ekonomisi dışında bir şey bilmeyen zihniyet, yaşanan krizi ancak komplo ile izah etmek kapasitesine sahip. Başta AKP Başkanı olmak üzere, yeni dönem AKP sözcülerinin ve AKP medyasının büyük bir iktisadi krize dönüşmeye ramak kalmış döviz şoku karşısında ürettikleri komplo fantezilerinin zirve yapması, Erdoğanizme hâkim olan zihniyeti mükemmel biçimde yansıtıyor. TL bir yıl içinde yüzde elli değer kaybı yaşarken, yerli parayla yapılacak dış ticaretin doların hâkimiyetini sarsacağı için ABD yönetimini endişeye boğduğu haberi baş köşede yayımlanıyor. Zaytung sitesine havlu attıracak, nüktedanlara parmak ısırtacak bu ve benzeri haberlere inanan insanlara bütün toplumlarda rastlanır. İnsan, devletin başının da buna inanmış veya inandırılmış olması ihtimalini ciddiye alınca, ürküyor.
Özel sektörün döviz borcunun GSYH’nin yüzde altmışı civarında olduğu bir durumda, yaşanan büyük kur şoku ABD yönetiminin mi yoksa Türkiye’de dövizle borçlanmış olanların mı uykusunu kaçırır? Bankalarda yeniden yapılandırma operasyonları hızla artarken, “Onların doları, bizim Allah’ımız var” sözü, biraz aklı olan herkesin daha fazla dolara hücüm etmesine neden olmaz mı? Artık fiilen gündemde olan yeni bir “İstanbul Yaklaşımı”nda kimin kurtarılıp, kimin batmasına göz yumulacağı konuşulurken, “ABD’yi korkutan TL seferberliği”nden dem vurmak endişeyi paniğe dönüştürmez mi? İhracatının yüzde 3’ünü, ithalatının yüzde 2’sini yerli parayla yapan, dünya ticaretindeki payı yüzde 1 olan bir ülkeden bahsediyoruz. ABD’nin Türkiye’ye yönelik hasmane tavrının birçok haklı ve haksız nedeni var. Ama TL seferberliği herhalde bu nedenler arasında en son sırada bile yer almıyordur ABD yönetiminin listesinde.
Kendi kendini aldatmak da maharet ister. Altı liranın üstüne çıkan dolar kuruyla, milli geliri altı yüz milyar doların altına düşen, kişi başına milli geliri yedi bin dolara doğru gerileyen bir ekonomide, esas sorun hâlâ siyasal yönetimdir. Yapısal olarak kırılgan olan ama temel göstergeleri bugünkü duruma tek başına neden olacak kadar kötü olmayan bir ekonomide, sorunun en büyük kaynağı arabanın direksiyonunda oturandır. Hatta ekonominin bu siyasal şoka bu kadar dayanabilmesi bile takdire şayandır ama bu da maalesef nafile bir avuntudur. Çünkü gelinen aşamada arabanın sürücüsü de artık kendi iktisadi ve siyasal politikalarının esiridir. İş işten geçtikten sonra faizi ciddi oranda arttırsa, döviz şokunun resesyona dönüşünü hızlandıracaktır. Sermaye hareketlerini sınırlasa, elli yedi milyar dolarlık cari açığı finanse edemeyecek, IMF’ye daha hızlı teslim olacaktır. Siyaseten ılımlı bir tavır takınsa, kendisinden sorulacak hesap dalgası altında boğulacaktır.
Ne var ki, hakkını da yememek lazım. Borç krizine hızla dönmeye başlayan büyük döviz kuru şoku karşısında, Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği, “Onların doları varsa, bizim halkımız, Hakk’ımız, Allah’ımız var” sözü, içinde bulunulan durumu gayet iyi özetliyor. Ekonomide işin Allah’a kaldığının ilanıyla, hastalığın geldiği aşamada doktorun işi Allah’a havale etmesi arasında bir fark yoktur.
11 Ağustos 2018 Cumartesi. Cumhuriyet
- Atın Üsküdar’ı Geçmemesi İçin - 28 Mayıs 2019
- Erdoğanizm Rubicon’u Geçiyor mu? - 9 Nisan 2019
- İş Allah’a kalınca…. - 11 Ağustos 2018