Geçtiğimiz Mart ayında sonuçlanan “İlahi Adalet Komünizm” kitabı davasının bilirkişi raporu, kitabın yazarı ve aynı zamanda davanın tarafı olan Osman Akyol’un paylaşımıyla ortaya çıktı. Raporda Akyol’un “dini değerleri alenen aşağıladığı” görüşüne yer veriliyor.
2019 yılında Döndü Hassan isimli vatandaşın yazar Osman Akyol’u İlahi Adalet Komünizm adlı kitabında Kuran Kerim’e, Tanrı’ya, Hz. Muhammed’e ve diğer peygamberlere hakaret ettiği gerekçesiyle CİMER’e şikâyetinin ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu tarafından Akyol ve kitabın yayıncısı Alaaddin Topcu hakkında resen soruşturma açılmıştı. Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen ve geçtiğimiz 8 Mart’ta son duruşması yapılan davada, Akyol, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamaktan” 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Yargılama sürecinde mahkeme tarafından istenen ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden üç kişilik bir heyet tarafından 8 Ekim 2021 tarihinde hazırlanan kitap hakkındaki bilirkişi raporu ise merak ediliyordu. Merak edilen rapor, Akyol’un paylaşımıyla ortaya çıktı. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi profesörlerinden İsmail Hakkı Ünal, Ahmet Hikmet Eroğlu, Seyfettin Erşahin imzalarını taşıyan ve yargılamanın yapıldığı Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunulan üç sayfalık raporda dava konusu kitap “üslup” ve “metot” yönlerinden incelenmiş. İşte o rapordan ilginç detaylar.
“ULUSAL GÜVENLİĞE TEHDİT”
Kitapta yer alan ve suça konu edilen, “İslam Özelinde Din Çözümlemesi” başlığı altındaki bölümü “üslup” yönünden analiz eden heyet, Akyol’un, kitabında, “İslam dinini, onun peygamberi Hz. Muhammed’i ve bu dine inanan Müslümanları tahkir eden alaycı bir üslup ve dil kullandığı” sonucuna varmış. Raporda üslup incelemesi, “Yazarın İslam’ı ve Müslümanları şiddet ve terörün kaynağı şeklinde göstermesi (s.60-63) hem ulusal hem de uluslararası boyutta, toplumsal barışı sarsacak, hatta güvenlik sorununa neden olabilecek niteliktedir!” uyarısıyla son buluyor.
“Yazar, eserinin “İslam Özelinde Din Çözümlemesi” başlığını taşıyan 11-73. sayfalarında, genel olarak İslam dinini, onun peygamberi Hz. Muhammed’i ve bu dine inanan Müslümanları tahkir eden alaycı bir üslup ve dil kullanmaktadır. Örneğin, Kur’an’ın bir sûresinin benzerini getirdiğini söyleyen birisinin uydurduğu bir pasajın, Kur’an’la dalga geçen bir tefsirini (!) paylaşarak alenen Müslümanların Kutsal Kitabını tahkir etmiş ve alaya almıştır. (s.19-22) Bu pasajın devamında, Kur’an’a uyduruk denilmekte, Hz. Muhammed’e sahtekâr ve dolandırıcı iması yapılmakta, cehennem’de füzyon ateşinden, cennette viski ırmaklarından bahsedilerek Müslümanlarca kutsal sayılan değerlerle alay edilmektedir. Yazar, “doğal olarak Tanrısı ilkesiz olan bir dinin fertlerinden ilkeli bir tutum beklemek yersiz olur” (s.18) ifadesiyle hem Müslümanları hem de onların en kutsal değeri olan Tanrı’yı aşağılamaktadır. Ayrıca Tanrıyı, “öfke ve kin kusan” şeklinde niteleyerek tahkir etmektedir. (s.50) Kur’an, ona göre “Tanrı kelamı değil, Hz. Muhammed’in sözleridir” (s.25,27) ve çelişkilerle doludur (s.14). Onda birçok mantık hatasına rastlanır (s.25). O, bir terör kaynağıdır. (61-62) Sözünde durmadığı için, “Tanrının Kur’an’ı koruma sözü kocaman bir yalandır”. (s.23) “Muhammed Tanrı adına yalan söylemiştir”. (s.28) Yazara göre İslam’ın Tanrısı, “şeytanla polemiğe giren” (s.30), “sosyal adaletsizliğin kaynağı olan”, “kaş yapayım derken göz çıkaran”, “pot kıran”, “sübyancılığı onaylayan”, “sağa sola emirler yağdıran”, “sorumsuz bir hükümdar gibidir”. (s.33-34) Görüldüğü gibi bunlar, eleştiri kapsamında değerlendirilebilecek şeyler değil, tam tersine Müslümanların en kutsal değerlerine alenen hakarettir.
Yazar, Hz. Muhammed’i, “ruh hastası”, “akıl hastası”, “şizofren”, ve “paranoyak” olarak nitelendirmektedir. (s.44-45) Ona göre Hz. Muhammed’in Peygamberlik öncesi yaşadığı durum bir hastalıktır ve bu hastalığın ilerlemesiyle mağarada halisünasyonlar/sanrılar görmeye başlamıştır. O kendisini Tanrının elçisi sanmaktadır. (s.36) Yazar, sadece Hz. Muhammed’e değil, onun şahsında bütün peygamberlere ve peygamberlik makamına karşı olduğunu belirttikten sonra, “eğer, mutlaka Muhammed’in peygamberliğine iman edeceksek, o zaman tutarlı davranıp Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi “peygamberler” koğuşunda yatan diğer kardeşlerimize de inanmamız gerekmez mi?” (s.46) diyerek, Müslümanların yüce bir değerine alenen hakaret etmektedir. Hz. Muhammed’in, kendisinden büyük bir kadınla evlenmesini cinsel sapma olarak nitelendirmesi (s.36) ve onun cinsel fantezilerinden bahsetmesi de (s.34) bu tahkirin bir devamıdır. Yazar, Hz. Muhammed için ısrarla, “Hazret” saygı ifadesini kullanmazken, örneğin, Hz. İsa (s. 24), Hz. Ömer (s.24, 65), Hz. Hüseyin (56) için vs. bu ifadeyi kullanmıştır. Bu açıkça, Hz. Muhammed karşıtlığı, daha da ötesi düşmanlığının bir tezahürü gibi görünmektedir.
Yazarın İslam’ı ve Müslümanları şiddet ve terörün kaynağı şeklinde göstermesi (s.60-63) hem ulusal hem de uluslararası boyutta, toplumsal barışı sarsacak, hatta güvenlik sorununa neden olabilecek niteliktedir. Yazar, “bu günleriniz iyi günleriniz, kıymetini bilin… Bol bol zina edin, kıçınızı/başınızı açın, rakı sofraları kurup dansöz oynatın (tabi paranız varsa)… “Hamdolsun, Atatürk’ün izinde Müslümanım!” deyin…” (s. 68) ifadeleriyle Müslümanların değerlerini alaycı bir dille tahkir etmektedir.”
“OSMAN AKYOL DEMAGOJİ YAPIYOR”
Raporda Akyol, kitabında, “ilahiyat alanındaki bilimsel kaynak ve araştırmalara atıf yapmamakla” da eleştirilirken kitaptaki yazım metodu ise “demagoji ve spekülasyon” olarak değerlendirilmiş. “Dînî metinlerin kendine has bir usûl/metodoloji ile anlaşılması ve çözümlenmesi gerekir” uyarısının da yer aldığı rapordaki o bölüm:
“Yazarın usûlü demagoji ve spekülasyondur. Ciddi hiçbir bilimsel kaynak veya araştırmaya atfı yoktur. Eserin ilgili bölümünde İslam’a, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e ilişkin ileri sürdüğü iddialar ve iftiralar Hicaz müşriklerinden başlayarak yüzyıllardır İslam karşıtları tarafından dile getirilen iddialardır. Özellikle modern oryantalizm bunları “bilimsel” bir çehrede 19. Yüzyıldan itibaren ileri sürmektedir. Bu iddia ve iftiralara İslam’ın tebliği tarihinden itibaren Müslümanlar, hatta bazı gayrimüslim bilim insanları tarafından cevaplar verilmiştir. Her biri ciddi araştırmalar sonucu ortaya konan bu cevapları burada tekrarlamanın ya da sıralamanın imkanı yoktur. Yazar, bunların hiçbirini görmeden veya görmemezlikten gelerek uzmanlık alanı olmadığı bir konuda âmiyâne bir dille söz konusu iftira ve iddiaları tekrarlamaktadır. Dolayısıyla bilimsellikten tamamen uzak nitelikte anakronizm yapmakta, olgu ve olayları saptırmakta ya da tahrif etmektedir. Söz gelişi, “görüldüğü gibi İslam’ın, onuncu yüzyılın ilk yarısında Müslüman olan Türklere barbarlık ve cehalet dışında katabileceği bir değer yoktur,” (s.73) ifadesi bunun bir örneğidir.
Dînî metinlerin kendine has bir usûl/metodoloji ile anlaşılması ve çözümlenmesi gerekirken yazar bunlardan habersiz görünmekte veya bunlara itibar etmemektedir. Bu yüzden çok yüzeysel yorumlar yapmakta, yanlış hükümler çıkarmakta ve genellemelere gitmektedir. Örneğin, “İslam’da bir tür mafya geleneği hâkimdir: Bir kere Müslüman oldun mu bir daha çıkamazsın ancak cesedin çıkar” (s. 65) diyerek birçok İlahiyatçı bilim insanının araştırmalarıyla ortaya koydukları, Kur’an ve Sünnette temeli olmayan böyle bir iddiayla gerçekleri çarpıtmaktadır. Ayrıca, “dünyada yasaklanan içkinin ahirette ödül olarak konmasını Tanrının çelişkisi” olarak göstermesi (s.18) yazarın İlahiyat alanındaki bilgisizliğinin bir örneğidir. Zira, Kur’an’da yasaklanan içki, “hamr” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bazı ayetlerde, cennet içecekleri anlatılırken geçen “şerâb” kelimesi bizim bildiğimiz meşrûbât/içecek manasındadır. Bunu öğrenmek için bir Kur’an meâline bakmak yeterlidir. Yazarın, “Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et…” ayetinde geçen savaş (kıtâl) kelimesini, (Arapça özgün metinde “katliâma” diyor) (s.28) diyerek keyfî olarak “katliâm” şeklinde çevirmesi Arapça bilmediğinin kanıtıdır. Aynı çarpıtma, Nisâ 84. ayette, “Allah yolunda savaş…” ifadesindeki “savaş”a, “öldür” manası vermesinde de görülmektedir. (s. 28)”
SONUÇ…
Raporun, daha çok mahkeme heyetine hitap eden, sonuç bölümünde ise, Akyol’un “uzmanı olmadığı bir alanda” kitap yazdığı ve “asılsız ve dayanaksız iddia ve iftiralarla, tamamına yakını Müslüman olan bir toplumun kutsal inanç ve değerlerini alenen tahkir ettiği, bu inanca mensup insanları aşağıladığı, provakatif bir dille toplum kesimleri arasında düşmanlık ve çatışmayı doğuracak bir üslup kullandığı” sonucuna varılmış.
“Sonuç olarak yazar Osman AKYOL’un, uzmanı olmadığı bir alanda, her biri İlahiyat alanını ilgilendiren konularda, asılsız ve dayanaksız iddia ve iftiralarla, tamamına yakını Müslüman olan bir toplumun kutsal inanç ve değerlerini alenen tahkir ettiği, bu inanca mensup insanları aşağıladığı, provakatif bir dille toplum kesimleri arasında düşmanlık ve çatışmayı doğuracak bir üslup kullandığı görülmektedir. Allah, Hz. Muhammed, Kur’an, Cennet-Cehennem gibi İslam Dinince kutsal sayılan değerlerden bahsederken, bu dine mensup insanlarla empati kurmadan aşağılayıcı bir dil kullanmaktadır. Yazarın, ön yargılı, tahkir edici nitelemeleri ve alaycı üslubundan, ele aldığı konuları dürüst ve nesnel bir şekilde eleştirme amacı taşımadığı açıkça görülmektedir. Yaptığı genellemeler, yanlış çıkarımlar ve çarpıtmalar, iddiada bulunduğu hususlarla ilgili yeterli bilgisi olmadığını gösterdiği halde İslam Diniyle ilgili herhangi bir bilimsel çalışmayı referans alma gereği duymamıştır. Heyetimizin, söz konusu kitabın doğrudan İslam Diniyle alakalı 11-73. sayfaları arasındaki iddialarla ilgili görüş ve değerlendirmeleri bu şekildedir.”
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024