Evet, Garbis için çok şey yazıldı ve yazılmaya devam edecek. Bende becerebildiğim kadarı ile bir Garbis portresi çizeceğim. Garbis’i ben 1968 de tanıdım. O Robert Kolej’de okuyordu, bende Robert Kolej’in yanı başında gecekondularda oturuyordum. İşte bu şartlarda tanıştık. Ben ona değil, o bize yani gecekonduya geldi. İlkin gerçeği söylemek gerekirse çok çekinerek konuşuyordum Garbis’le. O ise, o kadar mütevazı davranıyordu ki, sanki gecekonduda doğmuş ve hep orada yaşamış, kesinlikle bir Robert Kolejli havasını göremezsiniz. Hatta biz lisede, üniversitede okuyanlar daha çok havalıydık.
Gecekondu halkıyla dostluklar kurdu ve sevildi. Bu dostluklar giderek siyasi yoldaşlığa dönüştü. Uzun günler, geceler hep yoksulluk ve yoksulluktan kurtuluşu konuştuk. Ben sordum o açıkladı. Usanmadan anlatma kabiliyeti vardı.
Örneğin bir afişlemede Bebek Karakoluna düşmüştü, benle bir arkadaş gece Bebek Karakoluna gittik, polislere sigara getirdiğimizi ve durumunu öğrenmek istediğimizi söyledik. Polisler bizi karkola Garbis’in yanına aldı. Nezarette değildi, polislerle oturuyordu. Komser “bakın, arkadaşınız çok iyi misafirimiz. Bize Amerikan Emperyalizmini anlatıyor ve ondan bilmediklerimizi öğreniyoruz. Daha böyle birini nerede bulacağız, bu gece bize hocalık yapacak, yarın sabah çıkar merak etmeyin” diyerek bizi yol ettiler.
Evet, Garbis yoksul bir ailenin çocuğuydu ama Robert Kolejli idi. O okulunu bitirip zengin olma yerine, yoksul halkla beraber Rumeli Hisar Üstü gecekondularında yaşamayı tercih etti ve de yaşadı. hem de bir Robert Kolejli olarak.
Bazen halkla yaşamayı abartarak, giyimine kuşamına dikkat etmezdi, bu da halk arasında dikkati çekerdi. Halk, kolejli birini kafasında çok farklı şekillendiriyordu. Bu sadece Garbis için değil, her okuyan için böyleydi halkın kafasında. Yine de çok sevildi Hisar Üstün’de. Ben, beraber olduğum yıllarda hiçbir zaman lider komplesine kapıldığını görmedim. Beraber aynı evi paylaştığım zamanlar oldu. Evin her işini ortak yapardık. Bir yere giderken mutlaka birbirimizden izin alırdık ve ne zaman geleceğimizi söylerdik.
Kendi aramızdaki eğitim çalışmasında bir öğreten değil iki yoldaş gibi tartışarak yapardık. Bu çalışmalar süresince hiçbir zaman benim bilincimin çok eksik olduğunu söylemedi. Sadece sorardı ve benim verdiğim cevaplar yanlışsa, bana, zaten bunu bende yeni öğrendim, hadi beraber tartışalım diyerek öğretirdi çaktırmadan. Bu da benim çok hoşuma giderdi.
O dönem, Halk savaşını savunuyordu, yani kırsaldan kentlerin kuşatılma tezini. Bunun içinde köylerde örgütlenmek gerektiğini ve köylere yerleşme yollarını aramak gerektiğini söylerdi. İnşaat işçilerinin içinde çalışmamızı söylerdi. Tanıdığımız inşaat işçileri ile köylerine yerleşmeyi söylerdi. Benim bildiğim, tanıdığım Garbis kısa dönemde bir halk savaşının başlatılacağına inanmıyordu. En azından o dönem. Uzun bir köy çalışmasının sonucunda, köylülerle bir halk savaşının başlayabileceğine inanıyordu.
Bir sabah kalktığımız da 12 Mart muhtırası verildiğini öğrendik. Hemen çok zaman kayıp etmeden, kısa bir değerlendirme yaptık. Daha doğrusu Garbis görüşünü söyledi, bende o görüşe katıldım. Bu bir askeri darbe ve devrimcilere, solculara karşı yapılmış bir darbe, herkesi toplarlar, bizde tedbir alalım dedi. Garbis’in önemli gördüğü bazı dokümanları imha ettik.
Garbis’in, bende bıraktığı izlenim: çok okuyan, araştıran ve inandığı görüşten taviz vermeyen bir yapısı vardı. Örgüt disiplinine uyan ve herkesin de uymasını isterdi. Elbistan’da görüştüğümüzde de aynı tavrını sürdürüyordu. Maraş’ta çalıştığı dönemde çok sevildiğini gördüm. Kendisinin olmadığı zamanlarda, köylülerle konuştuğumuz da çok sevdiklerini söylerlerdi. Köylerde, köylülerin arasındaki sorunları, köy halkı ile beraber çözerdi. Bunu köylüler hep anlatıyorlardı.
Maraş bölgesinde, giyimine kuşamına biraz daha dikkat ettiğini gördüm. Hisarüstün’de giyim kuşamına dikkat etmezdi.
Çeşitli konularda tartışmamızda, örgütün düşüncelerini savunurken yine örgüt disiplinini göz önünde tutuyordu. Hatta bir tartışmamızda biraz sertleştim, yani sesimi yükselterek tartışmaya başladım o ise, sakin bir şekilde, kendi görüşlerini yani örgütün görüşlerini anlatmaya devam etti. Bir ara bak, sen biraz örgütten uzaklaş sonra konuşalım dedim. O zaman bana verdiği cevap şu oldu: “devrimi yapmak için işçileri, köylüleri, halkı harekete geçirecek tek yapı örgüttür, yani partidir.”
Belki örgüt içinde örgüte karşı mücadele ediyordu, bunu daha sonraki yazılarında gördüm. Dışa karşı hep örgütü savunuyordu.
Garbis, halk savaşını savunurken ve köylülerin örgütlenmesini önüne koyarken, aynı zamanda işçi sınıfının örgütlenmesini de savunuyordu. Daha Maraş bölgesine gitmeden, İleri Maden İşi kurduk, Garbisin önerisi ile. O dönem, birçok sendikaların sendika ağları tarafından işgal edildiğini savunuyordu ve bunlara karşı kızıl sendikacılığı hayata geçirmemiz gerekir diyordu.
Garbis, sınıf mücadelesini her zaman en öde tutan bir anlayışı vardı. Bu anlayışının sonucu Ermeni olmasına rağmen, Ermeni sorununu öne çıkarmadı, en azından beraber olduğumuz dönemde. Kürt meselesine de bu perspektiften bakıyordu. Takip edebildiğim kadarı ile bu bakışını ölene kadar da sürdürdü.
Garbis’in örgüt disiplini, onu tam bir Ortodoks Sitalinist yaptı. Bunu yazılarından okuduğumda gördüm. Belki, Türkiye’de en iyi Sıtal’lini savunan devrimci idi.
Yaşamı boyunca mücadelesini, pratiği ve teorisi ile sürdürdü. Görüş ayrılıklarıma rağmen hep saygı duymuşumdur.
Kiliseden kaldırılmasını çok doğal karşılıyorum. Evet, bir ateistti, devrimci idi ama aynı zamanda kendi ülkesinde soy kırımına uğramış bir milletin devrimcisi idi.
Muzaffer Bal
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024