İnsanın yapacağı en cesur eylemlerden biri de gerçeği, doğruyu söylemektir.
Ne var ki doğruyu söylemek her zaman, her yerde kolay değil; aksine zordur…
Çoğu zaman hoşa gitmez, kolayca kabul de görmez.
İnsanlar bu nedenle, hoşa giden yalanı, gerçeğin acı veren yanına tercih ederler çoğunlukla. Dolayısıyla, “Aman ne olur ne olmaz” ürkekliğiyle davranış sergilerler.
Bu nedenle olsa gerek atalar : “Doğruyu deliye söyletirler.” diye bir kelâm eylemişler. Lâkin pek de doğru söylememişler. Oysaki doğruyu bilen akıllı ve dürüst olan her insan, yan yatmadan, yanlışı görmezden gelmeden doğruyu söylemeli…
Söylediğin biliyorsun ki gerçektir; ama biraz da olsa, bu söylediğinin iğne ucu batıran bir tarafı varsa, söylediğinde tepkiyle karşılanırsın.
Göze batarsın, şimşekleri çekersin, dışlanırsın, yalnız kalırsın, ters düşersin, “dokuz köyden kovulursun”, aykırı görülürsün, sevilmezsin, hatta ceza çekersin vs…
Bu yüzden olsa gerek; kendini “akıllı sanan” herkes, birbirine bakarak ve “herkesçilik” oynayarak doğru olanı söylemekten, çoğunluğun yaptığına aykırı bir şey yapmaktan kaçınır. Azınlığa sormuşlar:” Nereye gidiyorsun?” Demiş ki: “Çoğunluğun yanına.”
Oysaki çoğunluğun her düşündüğü, her yaptığı her zaman doğru değildir ki…
İyi de…Yanlışı görüpte susmak onu onaylamak, hatta o yanlışa ortak olmak değil midir? Yanlışa “yanlıştır” demiyorsan, hele bir de herkes yapıyor diye sen de yapıyorsan o zaman kendini nasıl isimlendireceksin?
Doğru veya yanlış olanı da yere, zamana, çıkarına, duruma ve yapana göre değerlendirirsen zaten ilk yanlış adımı atmış olursun. İlk düğmeyi yanlış iliklemek gibi, arkası da yanlış gelir.
Doğruyu söyleyecek birileri olmazsa, ki hep olmalı; doğru olanı yapmak zorlaşır, kandırmalar kolaylaşır. Doğru söylediklerinin bir bedeli olur; evet ama, sessizliğin de bir bedeli vardır.
Ancak “herkesciliğin” bakışından kurtulmadan, konfor alanının dışına çıkmadan, acısını da çekmeden doğruları savunup, yanlışın karşısına dikilmek mümkün değil.
Rahatınızı bozmadan, yanlış yapanların rahatını kaçıramazsınız; doğruları söyleyemezsiniz.
Doğru söyleyenlerin arkasında olmalı, onları kaybetmemeliyiz. Daha doğrusu her birimiz onlardan biri olmalıyız. Bunların kaybı demokrasinin, özgürlüklerin, iyilik ve güzelliğin kaybı olur.
Doğruyu karanlığa tutulmuş bir ışık gibi görmeliyiz. Bunu da yapmazsak ışığın bir anlamı olmaz. Yanlışın yanlış olmadığını söylemediğinde, o yanlış kendini doğru sanır.
“Bir ülkede doğruyu ilk söyleyenin başına gelmedik şey kalmaz!” derken Çetin Altan, yaşadıklarının, gördüklerinin şahitliğini yapıyordu.
Suskunluk; kötünün, yanlış yapanın müttefiki, ortağı olmaktır. Yanlışların sürmesinde susanların da rolü vardır.
Evet zordur dedik, bedeli vardır. Bu aynı zamanda yanlışalara muhalifliktir.
Ama toplumların gelişimi de, değişimi de bu doğrucu muhaliflerin omuzlarındadır…
Bu görüş doğrultusunda George Orwell:
“Evrensel riyakârlık dönemlerinde hakikati söylemek devrimci bir eylemdir” demesi de öylesine, boşa söylenmemiştir. Hatta bu, konunun özeti niteliğindedir…
- Sadece Bir Ölüm Değildir Bu… - 20 Eylül 2024
- Köpeği Bırak, Kendine Bir Bak Ey İnsan!.. - 20 Temmuz 2024
- İdeolojik eğitim mi, pedagojik eğitim mi? – Varol Kara - 18 Haziran 2024