Yıllardır süren, Gezi davasının karar akşamı, Mücella ablanın (Mücella Yapıcı) sesi yankılanıyor gecenin karanlığında: “Ben orada canlarımı bıraktım. Hiçbirimizin suçu yoktu. Bu nasıl adalet anlayabilmiş değilim.”
Türkiye’nin ikinci yüzyılında, birinci yüzyılından kalmış bir siyasi hesaplaşma davasıdır, Gezi davası. Siyasal islam iktidarının laiklik ile hesaplaşması… Hatta bir önceki yüzyıla bakacak olursak, kökü Topçu Kışlası’na dayanan bir hesaplaşma…
Ve dün bu siyasi hesaplaşmanın karar günüydü. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’e verilen 18’er yıl hapis cezalarını onadı.
Milyonlarca yurttaşın katıldığı Gezi direnişinde fatura beş kişiye çıkarıldı. Tabi, Gezi davası tutukluları sadece bu dosyadan ibaret değil. Onlarca sosyalist, devrimci, ilerici ve demokrat yurttaş da Gezi protestolarına katıldığı için yargılandı, hapis cezası aldı.
Bugünlerde Fetö ilan edilen Fetullahçılar, 2013 Gezi direnişi sürecinde iktidarın pek kibirli bir ortağıydı. Siyasal islam iktidarı, sonradan aralarındaki güç savaşlarından dolayı yolları ayırsa da o günlerde, Fetullahçılarla fiili olarak koalisyon halindeydiler. Hükümet yetkilileri tarafından “okyanus ötesine” gönderilen selamlar, Pensilvanya’dan hasret kokan mesajlar hala hafızalarımızdaki yerini korumaktadır. Gülen cemaatinin, Türkiye siyasetindeki ayak izleri, AKP iktidarı öncesine dayanır. AKP döneminde ise hükümet, tüm cemaat ve tarikatların çatı örgütü rolünü oynadı.
Çıraklık döneminde demokrasi ve özgürlüklerden çokça bahseden, savunan AKP hükümeti, kalfalıktan ustalık dönemine geçerken çoktan unutmuştu verdiği sözleri. “Ceberrut devlet” anlayışı ile mücadele ettiklerini söyleyerek başladıkları siyasi yolculuklarında, 12 Eylül 1980 darbesinin apoletli paşalarından farklı olarak takım elbiseli bir baskı rejimine yol aldılar.
Ve Suriye iç savaşı ile derin stratejik analizlerden selefizmin sularına kulaç atmaya başladılar. Bu selefist ideoloji onları öyle bir sardı ki bir dönem kendilerini halife gibi görmeye başladılar. Zaten mücahit olarak çıktıkları yolculukta müteahhit olup, çoktan abdestli kapitalizmin yollarında islamın yeşili ile doların yeşili iç içe geçmişti. Hoş, siyasal islamda madalyonun öbür yüzünde Sam amcanın dolarının yeşili vardır. Yani demem o ki siz bakmayın onların “Eyy Amerika’ diyen anti-amerikancılıklarına. Onlar 6. Filo’ya secde duran yeşil kuşağın has çocukları olmuşlardır her daim.
Evet, gelelim tekrar Gezi direnişine. 2013 yılının haziran ayının son günleriydi. Betonlaşan İstanbul’da Beyoğlu’nun kalbinde yeşil bir alan Gezi parkı. Taksim Gezi Parkı için İstanbul 6. idare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası’nı Taksim Yayalaştırma projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa edilmesi için AKP hükümeti harekete geçti. Bu projeye göre Gezi Parkı’ndaki asırlık ağaçlar kesilecek ve yerine Topçu Kışlası inşa edilecekti. Bunun üzerine çevreci aktivistlerden oluşan gençler ,Gezi Parkı’nda oturma eylemi yapmaya başladılar.
27 Mayıs 2013 tarihinde iş makinelerinin parka girmesinin ardından, orada bulunan gençlere destek için başka çevreci aktivistler ve muhalif partilerin milletvekilleri parka gittiler, ağaç kesimini durdurmaya çalıştılar. Lakin, AKP hükümeti ağaçları kesip oraya Topçu Kışlası’nı yapmaya kararlıydı.
Yazının akışına kendi tanıklığımla devam edeyim. 28 Mayıs günü sanatçıların, yazarların da katılacağı bir basın açıklaması yapılacaktı. Ben de bu basın açıklamasına katılmak için oradaydım. Aynı zamanda radyoda kadın programı yapıyordum o süreçte. Lakin, Taksim Meydanı’na gittiğimizde basın açıklaması yapamadığımız gibi enteresan bir şekilde alandan çıkmamıza dahi izin verilmedi. Kimse ne olduğunu anlayamadığından, arada birbirimize “yahu ne oluyor, bizi Taksim Meydanı ‘nda rehin aldılar sanki” diyerekten gülüşüp, polis biber gazı attıkça bir sağa bir sola kaçışıp tekrar toplanıyorduk. Taksim Meydanı tam anlamıyla polis kuşatması altındaydı. TOMA’lar tazyikli su sıkıyor, her taraftan biber gazı bombası atılıyordu ve Meydan’ın tüm çıkışları kapatılmıştı. “Herhalde bir süre sonra hepimizi toplayıp Vatan Emniyeti’ne götürecekler” diye yorumlar yapıyorduk. Yani bir çevre eylemine polis ne diye bu kadar müdahale eder ki anlamış değildik. Taksim Meydanı’nda, biber gazının altında kalmıştık. Akşam saatlerine kadar böyle devam etti. Sonra yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladı.
Sosyal medyadan duyan gelmeye başlamıştı. Akşam saat 21.00 olduğunda Taksim Meydanı, İstiklal caddesi bir insan seliyle kaplanmıştı. Polis şiddetine rağmen insanlar dağılmıyor tam tersine kitle hızla kalabalıklaşıyordu. Saat 22.00 olduğunda İstiklal Caddesi’ndeki kitle baştan sona bir okyanusun hırçın suları gibi dalgalanıyordu. Plastik mermi ve gaz kapsülleriyle yaralananlar hemen yerden kaldırılıyor, tedavi ediliyordu. Direnişin gönüllü doktorları ise birkaç saat içinde derme çatma bir tedavi yeri bile oluşturmuşlardı.
Ne yalan söyleyim, devrim hayallerim nedeniyle yıllarca hapis yatmış biri olarak ilk defa böyle bir kitle hareketine katılmak nasip olmuştu. Gecenin sonunun nereye varacağını kestirmek zordu, lakin demokratik ve laik bir Türkiye için sokağın ortasında, halkın yanı başında olmanın güzelliği, o duygular tarifsizdi.
Velhasıl hepimiz oradaydık. Milyonlarca yurttaş sokaktaydık. Herkes kendi isyanını kuşanıp gelmişti. Özellikle kadınlar… Kadınlar direnişin yarısını oluşturuyordu. Kadınlar, yaşamlarına, özgürlüklerine sahip çıkıyorlardı. Bir düşün içindeki gerçekti Gezi. İnsanın insana dokunuşuydu.
Bizi herhangi bir “dış güç” yahut başka bir güç yönlendirmedi. Demokrasi için, laiklik için, özgürlüklerimiz için sokaktaydık. Bir ülkenin halkı demokratik bir rejim isteyemez mi? Neden halkın her talebinde, her mücadelesinde bir “dış güç” aranıyor?
Yazımı sonlandırırken diyeceğim şey şu, biz kötü bir şey yapmadık. Yurttaşlar olarak demokrasiye, laikliğe, ülkemize sahip çıktık. Bugün beş kişi şahsında verilen ağır hapis cezaları tüm topluma kesilmiş bir cezadır aynı zamanda. Bugün susma zamanı değil. Gezi direnişi, Türkiye’nin aydınlık geleceğidir. Gezi direnişine katılmak onurdur.
Hepimiz oradaydık! Bugün tüm korkulardan arınıp, Gezi’yi, Gezi tutuklularını ve de kendimizi cesurca savunmanın zamanıdır.
- HTŞ’nin Cicim Ayları - 15 Aralık 2024
- Şam Düşerken - 9 Aralık 2024
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024