Faşizm, Liberalizm ve Muhafazakârlık
Bu konu burjuva faşizm literatürünün en hayret verici başlıklarından birini oluşturuyor. Literatürde hâkim olan faşizmle liberalizm ve muhafazakarlığı mümkün olduğu kadar birbirinden mesafeli ve hatta karşıt bir konuma yerleştirme çabası ile günışığı kadar net gerçekler arasındaki üstü örtülemez karşıtlığın yarattığı çaresizlik arasında yaşanan umutsuz bir didişme. Literatür yine Alman Nazi deneyimine ve biraz da Romanya deneyimine sığınmak zorunda kalıyor. Zira sadece bu iki örnekte iktidar ortaklığı sürecinde faşizm ile muhafazakarlık arasında tasfiyeye ile sonuçlanan bir ilişki söz konusu. İlkinde faşizm muhafazakarları ikincisinde muhafazakârlar faşistleri tasfiye ediyor. Ama neticede taraflardan biri belirli bir zaman sonra diğerini tasfiye etse de bu diktatörlük örneklerinde de, iktidar öncesinden başlayıp iktidar döneminde de belirli bir dönem süren bir faşist-muhafazakâr koalisyonu söz konusu. Diğer tüm örneklerde ise faşizm ile muhafazakarlar arasında büyük bir uyum var.
İnkâr edilemez suç ortaklığı
Griffin, Almanya’daki Hitler öncesi Brüning, von Papen, Hugensberg, von Schleicher, Hindenburg gibi iktidarın etkin isimleri olan muhafazakâr siyasetçiler başta muhafazakâr kanadın önemli ölçüde Marksist devrim ile yaygın anarşi ikili tehdidinden kurtulmak için, Nazizm ile taktik bir ittifakın cazibesine kapıldığını söylüyor. Yine Griffın’in sözleriyle, muhafazakarlarca “Tam da Nazizme köklü bir desteğin azalmaya yüz tuttuğunun işaretleri belirmeye başladığı sırada Hitler’in girişine izin verilmesi, tarihi ironilere trajik bir örnek oluşturur.” [1]
Tarihi ironilere bir başka örnek de herhalde Reichtag yangını bahanesiyle Hitler olağanüstü hâl yasası yetkileri istediğinde bu yetkileri muhafazakâr+ faşist birlikteliği ile zorlanmadan almasıdır. Malum olduğu üzere bu yetki devrini Olağanüstü Hal Yasası çıkarılması, sendikaların yasaklanması, basın üzerinde tam bir denetim kurulması izledi ve ardından Nazi olmayan sağ partiler kendilerini feshettiler. Bütün bunlar ancak muhafazakarların desteğiyle yapılabilirdi ve muhafazakârlar bu kritik anda da faşizmle yan yana durdular. İktidar öncesinde başlayan ittifak 1934 sonrası çatırdamaya başladı ve Hitler 1938 yılında koalisyondaki son muhafazakarları da tasfiye etmesiyle sona eridi.
İtalya’da Muhafazakârlar 1921’de kurulan Faşist Parti monarşizmi ve liberal ekonomiyi savunduklarını açıklayınca faşizmle iş birliği konusundaki tereddütlerini yitirdiler ve faşizm yıkılına kadar gayet uyumlu bir koalisyon ortağı oldular. İtalyan faşizminde olduğu gibi burjuva literatürde yaygın olarak “muhafazakâr otoriterlik” olarak nitelenen İspanya, Portekiz diktatörlüklerinde de egemen olan durum faşizm ve muhafazakarlık arasında büyük ölçüde uyumlu bir ittifaktır. Michel, İtalya’da ve Almanya’da yönetici çevrelerin ve onları temsil eden devletin omuz vermesi sayesinde faşizm iktidara gelebildi ve aynı şekilde İspanya, Yunanistan, Portekiz de geleneksel sağ diktatörlük içinde faşizmle fazlasıyla uyum sağladı, diyor.[2]
Liberaller açısından olaya baktığımızda elbette muhafazakârlar kadar olmasa da en azından kayda değer bir bölümünün faşizmle suç ortaklığı içinde bulunduğu tarihsel verilerle net olarak kanıtlanabilir bir gerçektir. Liberaller ise daha endişeli görünüyorlardı ama faşizm ve komünizm tehlikesi ya da kapitalizmin bekası ikilemlerinde tercihleri net biçimde faşizmden yana oldu. Mussolini’yi iktidara davet edenler liberallerden başkası değildi. Liberallerin çağrısı ve desteği ile Mussolini 1922’de başbakanlık koltuğuna oturdu. Benzer bir tavrı Hitler’in iktidara davet edilmesinde muhafazakarlarla yanyana durarak gösterdiler. Bunlar o denli net gerçeklerdir ki burjuva faşizm literatüründe bile – tabi bir sürü mazur görücü gerekçe eklenerek- reddedilmemektedir. Örneğin Passmore, “Mussolini yükselişini sadece Kara gömleklilere borçlu değildi. İktidardaki liberal siyasetçiler ona başbakanlığı, kara gömlekliler başkente ulaşmadan çok önce teklif etmişlerdi”[3] diyor. Paxton, liberalleri ve muhafazakârları net biçimde faşizmin en önemli iki koalisyon ortağı ve destekçisi olarak tanımlıyor.[4] Ve ekliyor, “Şu ana kadar bildiğimiz faşizmler, ürkmüş liberallerin, fırsatçı teknokratların ve eski muhafazakarların yardımıyla başa geçmiş ve iktidarlarını onlarla kurdukları çarpık ilişki içinde sürdürmüşlerdir:” [5]
Buraya kadar aktardığımız bilgi ve veriler muhafazakarların büyük bir istekle liberallerin ise daha az istekle ve fakat bir zorunluluk hissiyle faşizmle iş birliği siyaseti izlediğini ortaya koyar nitelikte. Ve çok daha ilginci bu bilgi ve verilerin tümüyle burjuva faşizm literatüründen derlenmiş olmasıdır. Zira reddedilmesi ve saklanması mümkün olmayan somut tarihsel verilerdir söz konusu olan. Literatür bu suç ortaklığını reddedemez ancak mazur gösterebilir; küçültmeye girişebilir ve hatta asil gerekçelerle yapılan birtakım hatalara bağlamaya çalışabilir. Yapılmaya çalışılan da budur.
Nasıl perdelenmeye çalışılıyor?
Küçültme ve masumlaştırma çabasına ilk örnek Paxton’un yukarıda aktardığımız alıntındaki “ürkmüş”, “eski” sıfatlarıdır. Söz konusu olan faşizmle açık iş birliği ve hatta henüz faşizm iktidardan uzakken onları sırtlayıp iktidara taşımaktır. Yine söz konusu olan liberallerin hatırı sayılır bir bölümü ve muhafazakâr kanadın neredeyse tümüdür.[6]
Bu meseleyi ürkmüş liberaller ve eski muhafazakârlar gibi daraltıcı ve mazurlaştırıcı bir paranteze alma çabası bu nedenle pek masumane bir yorum kabul edilemez. Passmore bakın nasıl makulleştiriyor “Liberaller ise daha endişeli görünüyorlardı ama faşizmi dışlayan bir tutumda ordu ve polisi de kontrolden kaybedeceklerini düşünüyorlardı… bu koşullarda komünizm tehlikesi daha da büyüyecekti. Ayrıca faşistleri koalisyon ortağı olarak hükümete aldıkları takdirde Katolik ve Sosyalistler karşısında yaşadıkları oy kaybını telafi edebilecekleri bir oy desteği de elde edebilirlerdi”. Bu meşrulaştırmaya muhafazakârların ve liberallerin faşizmlerin iki değişmez müttefiki olduğu söyleyen Paxton’un sözleriyle karşılık verelim “Şu ana kadar bildiğimiz faşizmler, ürkmüş liberallerin, fırsatçı teknokratların ve eski muhafazakarların yardımıyla başa geçmiş ve iktidarlarını onlarla kurdukları çarpık ilişki içinde sürdürmüşlerdir:” Söz konusu olan bir tek faşizm deneyimi değil de faşizm deneyimlerinin genelinde rastlanan bir durum ise burada anlık ya da yerel hatalı bir taktik mütalaasının yol açtığı bir durumdan söz edemeyiz; burada söz konusu olan faşizmle liberalizm ve özellikle de muhafazakarlık arasında belirli tarihi ve sınıfsal koşullar oluştuğunda gerçekleşen ve yapısal nedenleri olan bir yakınlaşma ve ittifaktır. Passmore’nin “‘Almanya ve İtalya’da parlamentonun uzun zamandır mevcut olması, bunlar muhafazakarların pek hoşuna gitmese de, onları belki yanlış yere hükümetlerinin bir tür halk onayına sahip olması gerektiğine ikna etmiş görünüyor. Gönülsüzce de olsa faşistlerin desteğini aramalarının nedeni buydu.”[7] yorumu ise sanırım bu masumlaştırma çabasındaki doruk noktadır. Passmore’nin faşistleri demokratik geleneklere bağlılık, oy desteği kaygısı vb. ile iktidara danhil ettiklerini söyledikleri muhafazakârlar tam da aynı tarihte yaşanan krizden çıkışın tek çaresi olarak açık bir diktatörlük rejimi gerektiğini savunmaktaydılar. Griffin ise aynı amaca biraz değişik bir yoldan ulaşmaya çalışıyor: Ona göre, Brüning, von Papen, Hugensberg, von Schleicher, Hindenburg gibi muhafazakâr siyasi karar vericiler Hitler’in ehlileştirilebileceği” yanılsamasına kapıldıkları için Nazizm ile taktik bir ittifakın cazibesine kapılmıştı.[8]
Buradaki ehlileştirme faşizmi parlamenter demokrasi sınırları içinde kalmaya ikna etmek değildir. Zira muhafazakârlar da belirttiğimiz gibi gelinen yerde bir diktatörlüğün kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu düşünüyor ve bunu açıkça dillendiriyorlardı zaten. Hitler’i iktidara getirirken ehlileştirme planı yapanlar acaba muhafazakâr oylarla mümkün olabilecek olağanüstü hâl yetkilerini Hitler’e bahşederken de mi Hitler’i ehlileştirmek amacındaydılar? Gerçekte muhafazakarlarda, iş dünyası, askeriye ve toprak sahibi seçkinler gibi Cumhuriyete kesinlikle düşmandılar. Otoriter bir iktidar arayışındaydılar ama Nazilere güvenmedikleri için bu ihtiyacın kendileri tarafından yönetilecek bir hükümet eliyle karşılanması tercihleriydi. Ama alternatif yoksunluğundan muhafazakârlar Hitler’i hükümete davet ettiler. Yani eğer bir ehlileştirme kaygısı gerçekten varsa ortada İki tür “ehlileştirme” amacı olabilirdi: birincisi, nasıl Mussolini İtalya’da muhafazakâr kişi ve kurumlarla barışık bir biçimde bir faşizm uyguluyorsa Almanya’da da benzer bir uygulama konusunda Hitler’i ikna etmek anlamında ya da muhafazakarların başat faşistlerin ise destekçi olduğu -ve literatürde “muhafazakâr otoriterlik” olarak adlandırılan- bir diktatörlük rejimine ikna etmek anlamında bir ehlileştirme.
Paxton, yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi liberalleri ve muhafazakârları net biçimde faşizmin en önemli iki koalisyon ortağı ve destekçisi olarak tanımlıyor. Ama aynı zamanda faşizmin en az komünistler kadar liberallerden ve ikisine göre daha az da olsa muhafazakarlardan da nefret ettiklerini söylüyor. Fakat söylediklerini temellendirirken kullandığı argümanlar faşistlerin komünistlere duyduğu hasımlık duygusuyla liberallere ve muhafazakarlara karşıtlıkları arasındaki kategorik farklılığı da net biçimde ortaya koyar nitelikte. Birinciler arasındaki ilişki kategorik ve uzlaşmaz bir karşıtlık, açık ve net bir hasımlıkken diğerleri arasındaki karşıtlık genel olarak bir siyasal rakiplik sınırları içinde kalan türdendir. Paxton’un ifadesiyle faşistler liberalleri, komünizme mücadelede gereken sert önlemleri almak açısından gevşek buldukları için eleştirmekteydiler. Liberaller ve muhafazakârlar açısından ise faşist partiler konusundaki esas çekince alt sınıf kökenli politize ve militer bir kitle seferberliğine dayalı olmalarının yerleşik ve geleneksel kurumlar ile yönetici elitlerin iktidar konumları için ve ayrıca öngörülebilirlik ve kontrol edilebilirlik açısından riskli bulunmalarıdır. Ama bu hareketlerin geçmişten bu yana devletin militer kurumları ile yakın ilişkisi ve sermayece güçlü biçimde fonlanmaları da bir güvencedir. Sonuçta sistemin tüm olağan kurum ve partileri ciddi bir politik ve ideolojik güç erozyonu yaşadığı için bir diktatörlük rejimi tesisinde bu partileri kullanmak dışında efektif bir seçenek ortada gözükmüyordu. Bu partiler de kendilerinden beklenenin karşılığını fazlasıyla verdiler ama özellikle Nazi deneyiminde kendilerine verilmek istenenden daha fazlasını da alarak.
Sonuç yerine
Peki tüm bu veriler ortadayken ve bizzat burjuva faşizm literatüründe de tüm bu veriler kabul edilirken neden liberaller ve özellikle de muhafazakarlarla faşizmin bu “suç ortaklığı”nın üstü kapatılmaya ve iş “Allah affetsin, kandırıldılar” basitliğine indirgenmeye çalışılıyor. Dönüp geliyoruz yine aynı noktaya. Yerleşik devlet kurumları ve elitleri ile faşizm arasındaki ilişki genelde uyumluyken nasıl Nazi örneği abartılarak iki taraf arasında bir çatışma, bir karşıtlık tablosu çizilmekteyse aynı nedenlerle. Zira böyle bir suç ortaklığını kabul etmek kapitalizmle, verili devlet kurumları ve elitleriyle, sermaye ile faşizm arasında dolaysız bağı kabul etmek demektir. Oysa literatür en baştan Marksist faşizm teorilerinin etkisini kırmak ve dolayısıyla Marksist faşizm teorilerinin iddialarının aksine faşizmi kapitalizme, liberalizme, verili devlet kurum ve elitlerine, sermayeye, serbest piyasa ekonomisine kategorik karşıtlık içinde bir yere oturtmak amacıyla yola çıkmıştı. Bunlar literatürün apiriori kabulleri durumundaydı.
İkincisi, faşizm muhafazakarlık ama özellikle liberalizm karşıtı olarak gösterildiğinde ve bu karşıtlık faşizmin en başat özelliklerinden biri olarak gösterildiğinde faşizm yalnızca kapitalizme karşıt olarak gösterilmekle kalmayacak aynı zamanda faşizmle komünizm arasında güçlü bir ortak payda, bir kardeşlik ya da Michel’in ifadesiyle “düşman kardeşlik” ilişkisi de kurulabilecekti.
Üçüncüsü faşizmle muhafazakarlık da ayrı ve karşıt kategorilere yerleştirildiğinde Faşizmle, faşistlerin koalisyon ortağı olduğu ama muhafazakâr elitlerin daha baskın güç durumunda bulunduğu diktatörlükler arasında aynılık tartışmasının önünü kesen bir farklılık ve hatta karşıtlık ilişkisi kurulmuş oluyordu. “Muhafazakâr otoriterlik” faşizm olmak bir yana faşizm tehlikesinin önleyen bir paratoner rejim olarak sunulabiliyor. Şu satırları okuyan faşizm karşıtı bir okurun içinin ferahlamaması ve “yaşasın muhafazakâr diktatörlükler kahrolsun faşizm!” diye haykırmaması mümkün müdür? “Faşistler nadiren kendi başlarına iktidarı ele geçirebildiler ve nadiren iktidarda egemen taraf olabildiler. Demokrasinin “sağa” düştüğü pek çok örnekte durumdan muhafazakâr diktatörlükler kazançlı çıktı. Bu durum en çok Doğu ve Güneydoğu Avrupa’da ve Latin Amerika’da görüldü. Muhafazakârlığın güçlü olduğu yerlerde faşizm iktidar şansı bulamadı ancak küçük koalisyon ortağı olabildi”[9]
Oysa burjuva faşizm literatüründe “Muhafazakâr otoriterlik” olarak adlandırılan açık diktatörlüklerin işçi sınıfını ve alt sınıfları baskılamak, örgütlenme özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, seçme ve seçilme hakkının ortadan kaldırmak, bu arada sermayenin talep ettiği hemen tüm kriz karşıtı önlem ve taleplerini hayata geçirmek, hukuku rafa kaldırıp kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetmek, muhalifleri hapishanelere doldurmak ve katletmek, kitle katliamlarına imza atmak vb. konularda faşizmden bir farkı yoktur. Peki neymiş fark diye sorarsanız, hemen söyleyelim, bunlar kitle mobilizasyonu ile iktidara gelmezler, iktidarlarını da kitle mobilizasyonuna dayandırmazlar, ara sıra ihtiyaç duyduklarında ise kesinlikle denetimli ve güdümlü kitle mobilizasyonu örgütlerlermiş ve kendileri de zaten yerleşik devlet elitlerindenmiş ve bu nedenle yerleşik devlet elitleri aracılığıyla bu politikaları uygularlarmış. Her ikisi de baskıcı diktatoryal rejim olmasına karşın muhafazakâr otoriterlik devletin ordusu ve polisi ile baskı uygulamayı seçerken faşizm bunların yanında paramiliter sivil çeteleri de baskı için kullanırmış.
Biz pek bir fark göremedik diyor olabilirsiniz ama burjuva faşizm literatürü açısından çok önemli unsurlar bunlar. Ayrıntısına sonra dönmek üzere şimdilik ve dördüncü neden olarak bir ipucu vermekle yetinelim; “ayaktakımını kontrollü biçimde kullanacaksın ama güç ve yetki vermeyeceksin!”
[1] Griffin, Faşizmin Doğası, İletişim Yay., s: 163
[2] Michel, Faşizmler, İletişim yay., S. 17
[3] Possmore, Faşizm, Dost Yayınları, S:14
[4] Paxton, Faşizmin Anatomisi, İlitişim yay., s: 47
[5] A.g.e, s:49
[6] Michel “Anvcak muhafazakar güçlerin küçük bir kesimi faşizme muhalefet etmiştir ve hep de gecikmiş biçimde, başkaları ono büyük ölçüde zayıoflattıkları ve hatta yıktıklarında…gerçekleşmişdir.” A.g.e.,s: 18
[8] Bknz. 1 notlu dipnot
[9] Literatürdeki bu konudaki yaklaşımın benim tarafından özetmenmiş halidir.
- Faşizm Üzerine Notlar (6) - 9 Ocak 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (5) - 1 Ocak 2025
- Faşizm Üzerine Notlar (4) - 20 Aralık 2024