Evlatlıkla Evlenme Fetvasının Etrafında Dönen Polemiklere Bakış

Biz sapla samanı birbirine karıştırmayı, sonra da sado-mazoşistçe zevkler alarak birbirimize veryansın etmeyi çok seven, son derece hasta bir toplumuz ne yazık ki…

Günlerdir hayretle, “evlatlıkla evlenilebileceğine” dair fetvanın etrafında dönen polemikleri ve fırtınaları izliyorum.

Kimse de çıkıp demiyor ki: Arkadaşım, neyi tartışıyoruz? Ortada, aynı zamanda hukuk da olan bir kutsal kitap, o kitabın tartışmasız yasaları, o yasaların da bilirkişisi konumunda olan bir kurumu var.

O kuruma yöneltilen soruların karşılığında alınacak yanıtlar, kayıtsız şartsız, “Şeriat” denilen o hukukî kurallar çerçevesinde olmak zorunda… Aksi mümkün değil.

Dolayısıyla, olayın ahlâkî ya da insanî boyutunu sorgulama ve her bu tarz ilişkinin dinamiğini, kendine özgü -niyet, kasıt vs gibi- değişkenleriyle değerlendirme haklarımızı saklı tutmak kaydıyla; Diyanet’e yöneltilen, “dinimizde evlatlıkla evlenme yasağı bulunup bulunmadığı” sorusu hukukî bir sorudur ve bu sorunun yanıtı da 1400 yıldır orada duruyor; bugün ne oldu da bu kadar feveran ediliyor?

Üstelik bu feveranlar, kendi içinde son derece trajikomik bir de çelişki barındırıyor. Şöyle ki; İslam dininin bir uygulamasına günün hukuk sistemi çerçevesinde itiraz edenlerin bir kısmının, İslam hukukuna kaynaklık eden İslam dininin kendisi ile hiçbir sorunları bulunmuyor. İslam’a itiraz etmeden, sinir uçlarına fazla dokunan uygulamalarına tepki gösterenlerin bu yaptığı, ikiyüzlülükten ve “din bu değil” safsatasının arkasına saklanarak kafalarına göre din uydurmaktan başka nedir?

Bunca hayatî sorunumuzun arasında, hem de asla meselenin özüne girecek cesareti, tutarlılığı ve dürüstlüğü göstermeyip etrafında tur attığımız polemiklerle birbirimize düşmemizin manası ne?

Şu anda tek derdimiz, inananlar için asla değiştirilemez olan Şeriat yasalarıyla ilgili boş beleş tartışmalara girişerek havanda su dövmek değil; neyse ki eksik gedik bile olsa hâlâ yürürlükte olan mevcut hukuku korumaya çabalamak olmalı…

Diyanet’e bir soru soruluyor, onlar da Kuran’daki ayetler -yani yasalar- çerçevesinde vermeye “mecbur” oldukları yanıtı veriyorlar. Şeriat düzenlerinde hükmü geçen yanıtı yani; halihazırdaki kanunlarımıza göre geçerli olanı değil…

Şu anda kimsenin yasal olarak evlatlık ilişkisi sürmekte olan evlatlığıyla evlenme hakkı var mı? Yok. Bitti.

Günlerdir millet, sanki oradaki yetkililer bugün mabadlarından yepyeni bir element uydurmuşlar ve o element de yürürlükteymiş gibi çıldırmışçasına, “Sapık!” diye çığrınarak Diyanet’e ve onların şahsında dolaylı olarak “bütün” İslamcı kesime hakaret ediyor.

Oysa ki yukarıda da ısrarla vurguladığım gibi, “Sapıklar gene sapıkça fetva verdiler!” diye saldırılan elemanlar, sadece Kuran’da yazanı söylüyorlar. Çünkü İslam dini, çağdaş hukuk sistemlerindeki şekliyle bir evlatlık müesseseni kabul etmiyor. Kısmen erkek çocuklar için geçerli olduğu noktada da Ahzap Suresi (33) 4. ayet uyarınca, evlat edinilen erkek çocukla annesi konumundaki kadın arasında evlilik yasağı bulunmadığını söylüyor; bu hüküm doğal olarak da bugün evlat edinilebilen kız çocuklarına uyarlanıyor.

Ahzap (33) 4. ayetin meali aynen şöyle: Allah, bir adam için onun göğüs boşluğunda iki kalp yaratmadı. Kendilerine “Sen bana annemin sırtı gibisin!” demekle annenizin yerine koyup nefsinize haram ettiğiniz eşlerinizi de sizin gerçek anneleriniz kılmadı. Bunun gibi, evlatlık edinip “evladım!” diye çağırdığınız kişileri de sizin öz çocuğunuz yapmadı. Bunlar ağzınıza doladığınız ama hiçbir gerçekliği olmayan boş lâflardan ibârettir. Allah gerçeği söyler ve uyulması gereken doğru yolu gösterir.

Kaldı ki çağdaş hukuk sistemlerinin geçerli olduğu Türkiye de dahil bütün modern toplumlarda da evlat edinen ile evlat edindiği kişi arasındaki evlatlık ilişkisi herhangi bir nedenle ve şekilde hukuken sona erdiğinde, evlilik yasağı otomatikman ortadan kalkıyor. Hatta, evlatlık ilişkisi bir şekilde gizlenerek evlilik gerçekleştirilmesi durumlarında da iptal edilen hukukî işlem evlilik değil, evlatlık ilişkisi oluyor; evlilik yerli yerinde duruyor. Yani ki evlatlıkla evlilik, çağdaş hukuk sistemlerinde de öz evlatla evlilik gibi “ensest, sapıklık” vs statüsünde görülmüyor; bir şekilde gerçekleşmesi halinde her türlü geçerlilik kazanıyor, sadece çiftin arasındaki evlatlık hukuku sona eriyor.

İş bu bağlamda, 1400 yıl öncesinin, son derece ilkel Arap toplumuna göre belki de oldukça radikal olan birtakım uygulamaları, bugünün gerçekliğinde sapıklık vs gibi türlü türlü hakaret sözcükleriyle tanımlamak ve bunu yaparken bütün inanan kesimleri aynı çuvala tıkıp kayıtsızca incitmek kolay; fakat bu konjonktürde böylesine kısır bir mevzu üzerinden, hiçbir araştırma yapmadan ve de küfre varan son derece saldırgan söylemlerle fırtınalar kopararak kutuplaşmayı büyütüp, en son ihtiyacımız olan tepkisel oy kayıplarına yol açmalı mıyız bilmiyorum.

Ülkemiz müthiş bir çifte felaketin ortasında inim inim inliyor. Bir avuç şanslı, fırsatçı ya da yandaş azınlığın haricinde, orta sınıf da dahil herkes 9 şiddetinde bir ekonomik depremin altında kalmışken, üzerine bir de korkunç bir hakiki deprem yaşadık. On binlerce insanımız enkazlarda öldü, yüz binlercesi de ölümden beter bir perişanlığın ve umutsuzluğun içine düştü. Her iki deprem de toplumun bütün kesimlerine gösterdi ki bu iktidar, bu ülkenin düşmanıdır ve ondan el ele vererek kurtulmak için en mükemmel zamandır.

Son derece hayatî bir seçimin arifesinde bulunduğumuz ve ülkeyi bütün dinamikleriyle batıran bu iktidardan kurtulabilmek için, daha öncesinde onları seçen kesimin oylarına hava gibi su gibi muhtaç olduğumuz bir dönemde o insanları, kudurmuşçasına kutsal kitaplarına saldırarak ve hakaret yağmuruna tutarak incitip ürkütmek nasıl bir akıl tutulmasıdır bilmiyorum.

Hem de yukarıda açıkladığım hiçbir gerçeği araştırma, olguyu asla bütün olarak akıl süzgecinden geçirme ve asla sorunun özüne nüfuz etme ihtiyacı duymadan …

Fatih Altaylı da dahil, son derece agresif ve cahilce bir üslupla ağızlarından köpükler saçarak ortalığı kızıştıran insanlar, bu ajitatij tutumlarıyla kaç bin kararsız Akp seçmenini, onların seküler iktidarlarla ilgili en büyük kaygılarını yeniden tetikleyerek kaybettiklerini hiç düşündüler mi acaba?

İster kabul edelim ister etmeyelim, dünyada din diye bir şey var ve bizim toplumumuzun ezici çoğunluğunun inandığı din de diğerlerinden farklı olarak, aynı zamanda bir hukuksal normlar bütünü… Çağdaş hukuk normlarının aksine, bir kutsiyet zırhıyla korunduğu için de hiçbir kelimesi değiştirilemez.

Demiyorum ki “değiştirilemez” diye kayıtsız şartsız kabul edelim… Asla!.. Bir kere ben kendim agnostiğim. Dinsizim yani… İslam dini özelinde de bugün tartışılan mevzu dahil, 1400 yıl öncesinin cahiliye toplumlarına özgü çıkarılıp, bugün hiçbirinin ne teknik ne de etik olarak uygulanabilirliği kalmamış bulunan “hukuk” kurallarını tanımayı, şahsım adına külliyen reddediyorum.

Ne var ki halihazırdaki gerçeklikte ne dinleri ortadan kaldırma ne de Kuran’ın yasalarını çağa uyarlama şansımız bulunmadığına göre, uzun erimde dinlerle ilgili farkındalık yaratma çabamızı -hiç kıvırmadan- sürdürmekle birlikte, şu an için elimizde olana yoğunlaşıp, onu kaybetmemeye çabalamamız gerektiğini düşünüyorum.

Ve iddia ediyorum, seçimi kaybetmek korkusuyla tutuşan iktidarın, son derece kurnazca sahneye koyduğu tuzaklardan biriydi bu… Seküler kesimi ayağa kaldıracak bir yem ortaya atıp, onların dindar kesime karşı yığınlar halinde küfretmelerini sağla; kaybetmek üzere olduğun seçmenlerini yeniden kazan. Ne de olsa toplum olmuş sazan… Resmen, kaymaklı ekmek kadayıfı…

Sonuç olarak, henüz şeriatla yönetilmiyoruz ey sekülerler ahalisi!.. Ve şunu da kabul edelim ki bu durum, şeriat isteyen radikal dinciler için büyük eziyet… İnananların hepsine topyekun sapık diyerek, ılıman İslamcı kesimi de tepkisel olarak radikallerin safını geçirtmek için kırıp kışkırtacağına, elindekini sıkı sıkı tutarak korumaya; bunun için de karşındakilerle asgari müştereklerde buluşup, gereksiz toptancı söylemlerle aşağılamadan ittifak kurmaya çabalasan daha iyi olmaz mı?

Zaten de her şeyden geçtim, aralarında hakikaten çok kirli ve riskli bir kesim var diye bütün inançlı insanları aynı kefeye koyarak türlü türlü çirkin sıfatlarla damgalamaya zaten hakkın yok. Senin cenahındaki herkes çok temiz, çok mu mükemmel sanki; hayret bir şey… Hiçbir ırk, halk, inanç kesimi toptancı bir dille iyi de kötü de ilan edilemez arkadaşım, bitti.

Yani ki henüz daha her şeyini kaybetmedin; ama korkarım ki elinde kalanı korumanın mücadelesine -doğru yöntemlerle- yoğunlaşmak yerine habire inanan kesimin bütün dinamiklerini -hepsine cihadcı gözüyle bakıp- küfre boğarak ve türlü türlü aşağılamalarınla yüz yıllık patolojik kaygılarını hortlatarak kendinden uzaklaştırmaya devam ettiğin takdirde, bu durum fazla sürmeyecek.

Tıpkı on yıllar boyunca lâiklik ayağına sarıldığın faşizan başörtüsü yasağının, bugün ceremesini çektiğimiz sonuçları gibi etki tepki meselesi yani…

Bilmem anlatabildim mi?

Rabia MİNE
Latest posts by Rabia MİNE (see all)