Mart ayı içinde meydana gelen bazı gelişmeler (ve gelişememeler) üzerine tekrara düşmek kaygısı gütmeksizin bu yazı kaleme alınmıştır. (Tekrar derken kast edilen birkaç mecrada ve Nokta Haber Yorum’da yayınlanan “Bir Retorik Olarak Sağlıklı Beslenme başlıklı yazıdır.)
Doğru söze ne denir; Et Süt Kurumu başkanının et zammını savunurken sarf ettiği sözleri anımsayın. “Zam uzun kuyruklarında sonlanması” demekti ona göre; irrasyonelliğin rasyonelliği denilen şey bu olsa gerek! Aslında bu yaklaşım onun gibi düşünenlerin ya da parçası oldukları “ideolojik” kurguyu oluşturanların ortak görüşü olmasına rağmen beyefendinin şanssızlığı bunu uygun olmayan yer ve zamanda söylemiş olmasıydı. (Şimdilik görevden alındı; yakında bir başka yerde hizmete devam ederken görmemiz de mümkün.) Örneğin “yağ alamıyoruz, yoğurt alamıyoruz” diyenlere iktidar tarafından “raflarda hepsi var, rahatça bulunabiliyor” yanıtı verilmesi ile müdür beyin dedikleri arasında sonuç itibarıyla bir fark yok…
Et ve et zammı konusu sadece iktidar-millet ekseninde tartışılmadı, bu tartışmaya “diğer” ideolojilerden “tok sınıflarda” katılmakta gecikmedi.
Televizyon, “günlük” yazımı için iyi bir provokasyon aracı olabiliyor. Yıllar önce o hiç bitmeyen ekonomik kriz halinin daha da derinleştiği, yeni bir atak yaptığı günlerde, her darbe döneminde sermayesini katlayan bir sömürgen’in ürettiği malların reklamında onlarca milyon lira karşılığında oynayarak “sanatını konuşturan ya da pazarlayan” birisinin ettiği birkaç cümleyi çok ama çok önemli görüp onun etkili muhalefet sanarak övgüler düzen ve ayrıca kendisini de muhalif olarak konumlandıran tv kanallarından birini göz ucuyla izleme modundayız. “Eleştirel” sohbet “et zammı” üstüne… Zaman zaman katkı sunan fasilitatör spikerin yönettiği programda sosyal demokrat olduğunu düşündüğümüz orta yaşlı bir gazeteci ile ona göre çok daha solcu, devrimci –eski devrimci olabilir- bir genç gazeteci-ekonomist arasında. Ramazan çadırlarını ya da aşevi çadırlarını görünce “sokak köpeklerini de böyle doyurmalıyız” gibi bir sözle tarihe adını yazdıran gazeteci-yazar-şarkıcı-hayvan hakları savunucusu vs. vs. bir hanımefendinin “et zammı sonucun da halkın daha az et yiyerek ya da daha çok ot yiyerek sağlıklı beslenebileceği” şeklindeki sözleri, garip bir şekilde eleştirilmeksizin ve hatta dolaylı olumlanarak gündeme getiriliveriyor; üstelik solcu gencimiz tarafından: “çok beğendiğim biridir” gibi bir cümle ile… Hissettiğim odur ki gencimiz orta sınıfa atlama ya da orada tutunabilme çabası içinde… Bu onun kişisel sorunu!
Son günlerde “yandaş” gazetelerde artış gösteren bir biçimde etin zararları ve “sağlıklı beslenme” önerileri yapmaya başladıklarını anımsatıp, bu bağlamdaki temel önerilerimi tekrarlayarak devem edeyim; onlarca yıldan bu yana zaten açlığa, yoksulluğa ve yoksunluğa mâhkum edilerlerin durumunda bu bağlamda ne zaman sıçramalı bir şekilde daha olumsuz hal oluştuğunda benzer öneri ve programlarda artış olur. Tersinden de okunabilir; basında böyle bir eğilim varsa ya da sömürgenlerin yazar-çizer-sözcüleri ve “bilim insanları” etin zararlarından söz etmeye başlıyorlarsa bilin ki durum kötüdür! Kimin için?
Ve bir tekrar daha “sağlıklı beslenme” tarifim: sağlıklı beslenmenin biricik öncülü herkesin dilediği gıdayı dilediğince tüketebilme gücüne ve daha önemlisi hakkına sahip olabilmesidir. Bunu dışlayan tüm tanımlar çarpıtma ve falsifikayondan ibarettir; Tekrar; 1)Sağlıklı beslenme bir retoriktir. 2)Sağlıklı beslenme aç, yoksul ve yoksun sınıflara burjuvazinin, sömürgen sınıfların kalemşor ve –gerektiğinde- silahşorları aracılığıyla yaptığı küstahça bir telkin, öneri ve dayatmadır. 3)Sağlıklı beslenme retoriği, yoksullara açlara ve yoksunlara hiçbir kıymeti –ve lezzeti- olmayan, besinsel değeri kendi tükettiklerine göre ancak solda sıfır olan, aslında insanal olmayan ve aslında gıda olmayan olamayan “şeylerle” sağlıklı-doğru ve iyi beslenebileceği propagandasından başka bir şey değildir. Bu haliyle sağlıklı beslenme bir yanılsamadır. 4)Sağlıklı beslenme bağlamında bilimin ve bilim insanının rolü burjuvazinin/sömürgenlerin ve onların hizmetkarlarının bu dayatmasını meşru kılacak argümanları geliştirmekten ibarettir. Bilim ve öznesi olan bilim insanı bu süreçte egemenin kullanılabilir ve verimli gibi gözükebilen aparatıdır.
Şimdi özellikle orta sınıfa ait bir saplantıya –fetişizasyon haline- dönüşmüş olan “sağlıklı yaşam” ve “ot” meselesi hakkında birkaç cümle. Ama oraya varmadan not düşmemiz gereken “yeni” bir sorun var: eskiden “kırmızı et tüketemiyorsan onun yerine beyaz et bakliyat mesela mercimek tüket” önerisi yoksullara yoksunlara dayatılırdı. Bu seferki farklı; farklılık artık geçen yıllarda “bilimsel” olarak önerilen beyaz et, bakliyat vs.in de ulaşılamaz olmasından kaynaklanıyor. Ve hatta herşey o kadar alım gücünü aştı ki karbonhidratlar bile (un, şeker vs.) alınamaz oldu ; kala kala geriye ot kaldı. Yaşasın vejetaryenler, yaşasın veganlar.
Bir gözlem; vejetaryenlik/veganlık “diğer” gıda maddelerine ulaşmada ve onları tüketmede –şimdi ya da öncesinde- sorun yaşamayan orta ve orta-üst sınıfların hobisidir. İtirazlar, istisnalar olabilir; ancak istatistik der ki “istisnalar kaideyi doğrular!” Bu bağlamda “istisnaların” varlığına ve olası itirazlarına saygı duyduğumu dile getireyim öncelikle; gözlemlerimden yola çıkarak vardığım –öznel- sonucu paylaşayım; “sonucumun” bilimsel bir anlamı olmadığını da kabul ederek… 1)İster vejetaryen isterse vegan olsun –ot yiyerek yaşamlarını idame ettirmeyi şiar edinmiş olanlar- öncesinde zengin ve et ağırlıklı bir gıda tüketim sürecini yaşamış olup bu hallerinden vazgeçtiklerinde de o tu kaka ilan ettikleri –halkın önemli bir kısmının artık asla yeterince ulaşamayacağı- gıdalara kolayca ulaşabilecek sosyo ekonomik pozisyondadırlar. Bu anlamda bir sıkıntıları yoktur! 2) Ot yiyerek “huzura erdiklerini, yükseldiklerini” sandıkları süreç hayatlarının küçük bir kısmını işgal etmektedir. (Bir bujuva hobisi olarak budizm!) 3) Dönemsel, sosyokültürel olarak iletişimsel ve in olan bu dönem sona erdiğinde, out olduğunda, dönüşleri etoborluk açısından muhteşem olmaktadır. Kızmayın sadece bir gözlem, sıkça şahit olduğum üzere… 4) Diğer taraftan “bazı” veganların gıdasal tüketim dışında hayvansal müdahaleleri de ustalıkta görmezden gelmeleri takdire şayandır; örneğin kozmetik-estetik sektörü.
Orta-üst sınıfların “otla” ilgili bir hobisi de tıpkı onların geçici gıda tüketim tarzlarına benzer; biraz daha masraflı ancak teşbihte hata olmazmış: son on yılın trendi, yani in bir yaşam biçimi olarak kırsala kaçış, doğaya dönüş gibi başlıklarla ulviyet kazandırılmaya çalışılan bir “şey” bu. Kaçarken ya da dönerken geride bıraktıkları devasa varsıllıklarının güvencesiyle köylerden (özellikle ve her nedense Ege Bölgesinde) tarla çiftlik “satın alıp”, buralarda “doğal ürün” üreterek, toprak ekip biçerek “huzura varma” eylemidir söz ettiğim. (Ve belkide ait oldukları sınıfın yaptığı doğa katliamına karşı bir savunu…) Ve çoğu tıpkı ot yiyerek yaşayanlarda olduğu gibi geri döndüklerinde onca kuşak yetecek varsıllıklarının orada onları beklemekte olduğunun bilincinde ve güvencesinde bu kibir oyununu oynamaktadırlar. Ve bu oyunun sonunda yoksul-yoksun köylülerden “ucuza kapattıkları” toprak parçası da “kısa günün kârı” olarak gelecek kuşaklara devredilmeyi oralarda bir yerde bekleyecektir .
Diğer taraftan market, kent pazarı ve hatta köy pazarlarındaki “ot” fiyatları da “burjuva hobilerinin” yoksullar-yoksunlar tarafından ulaşılmazlığına yardım edecek gibi görünüyor. (Ispanak 15 TL, marul 20 TL, domates 40 TL, lahana 10 TL, fasulye 50 TL, kereviz 15 TL / kg vs.) Ot bile bir öykünme ya da onlarmış gibi davranma nesnesine, gıda-tüketim malzemesine dönüşmek üzere. Neredeyse. Geride kalan ise açlık olacak. Sadece açlık.
Et’e dönelim; et insan için temel gıda maddelerinin en başında gelir; kırmızı olanından söz ediyorum. Kırmızı et. Niteliği tartışılmaksızın “uygarlık” olarak da adlandırılabilecek sürecin “et” olmaksızın gerçekleşebileceği tartışmalı bir konu olup, tarih ve antropoloji bilgisi etin zorunluluğunu desteklemektedir. Hiç kuşkusuz et / hayvani ürünler / hayvansal proteinler konusundaki en önemli bilgiyi, kanıtlar eşlinde tıp vermektedir. Temel protein yapıtaşı olan aminoasitlerin –esansiyel aminoasit- bir kısmı sadece hayvansal gıdalarda bulunmaktadır; “diğer yerler” buluntu eşiğini geçebilecek nitelikte ve nicelikte olmayıp, sentetikleri de beklenen katkıyı sunmaktan uzaktır. Tekrarla; uygarlık –ve insan- et olmadan gerçekleşebilecek ya da kendisi üretebilecek ve sürdürebilecek bir “durum” değildir.
PS: Şu et/hayvan meselesi bağlamında bir diğer burjuva / orta sınıf hobiside hayvan besleme, hayvanseverlik olarak kendisini göstermektedir. Hayvanseverlik yaşanan anın koşulları itibarıyla kapitalizmin ehlilleştirme müdahalelerinden birisidir. Bir öneri; yüz sayfalık hayvansever metin, yazı kitap okuyun; bakın bakalım kaç sayfasında sömürüden, insanların, çocukların açlığından vs. söz ediliyor? Diğer taraftan şu hayvanseverllik meselesinde etik düşkünlük hali görmemek de mümkün değil: o kadar çok hayvanseverler ki hayvanları yaşamlarından kopararak, bağımlılık yapan yapay gıdalara mâhkum ederek, kısırlaştırarak onları doğal olandan uzaklaştırmayı, onları yaşamları için satın alınabilir süs objesine dönüştürmeyi küstahça olağanlaştırmakta sakınca görmezler. Bir başka yazı konusu…
- Sağlıkta Çöküşün Öteki Öyküleri (5) - 21 Ekim 2024
- Çöküşe Rıza (s)10 - 3 Ekim 2024
- Sağlıkta Çöküşün Öteki Öyküleri (4) - 17 Eylül 2024