Ülkedeki laiklik etkisinin merkezinde yer alan üniversiteler iktidar tarafından İslamcı ideolojinin yayılması karşısındaki en büyük engellerden biri olarak görülüyordu. Rejimin lideri, “Askeri saldırılardan değil, kolonyal üniversitelerden korkuyoruz. Ülkedeki bütün üniversitelerde köklü bir devrim gerçekleştirilmeli ve yüksek İslami eğitimin tesisi için sükûnet hâkim kılınmalı” diyordu. Hazırlandılar ve bir gece yarısı çok sayıda üniversiteyi basıp kapılarına kilit vurdular. Tüm üniversiteler ve yüksekokullar iki buçuk yıl kapalı kaldı. Bu 30 ay boyunca solcu ya da liberal olduğu tespit edilen binlerce öğretim üyesi üniversitelerden atıldı. Bununla kalınmadı, yine aynı gerekçelerle binlerce öğrencinin okullarıyla ilişiği kesildi, kayıt başvurusunda bulunanlar yeni rejime ve dine bağlılık kriterleri bakımından çok sıkı denetimden geçirildi. Seçici komitelerin müfettişleri bu öğrenciler ve ailelerinin hayat tarzlarını evlerine ve mahallelerine kadar giderek soruşturdular. Sakıncalı bulunanların yüksek eğitime erişim hakkı ellerinden alındı. Bu uygulama daha sonra liselere kadar yaygınlaştırıldı.
Bu sırada, rejimin militanları tarafından basılan Amerikan Büyükelçiliği’nde 52 Amerikalı diplomat rehin tutuluyordu. (*)
Olayların İran’da geçtiğini tabii ki anladınız.
Üniversitelerin kapatıldığı yıl 1980, aylardan nisan. İran İslam Devrimi’nin ilk zamanları.
Mollalar İran’ı, orta sınıf ve eğitimden dışladıkları gençlik için gerçekten de yaşanmaz bir ülke haline getirmişlerdir. Irak-İran savaşının ve ambargoların etkisini de göz ardı edemeyiz elbette, ama esas faktör İslam Devrimi’nin kendisidir.
Sonuç, iyi eğitim görmüş, imkânları bulunan, dünyanın herhangi bir yerinde kendisine yeni bir hayat kurmaya yeterli niteliklere sahip orta sınıftan milyonlarca İranlının ülkesini terk etmesi oldu. Yetişmiş insan sermayesi ve orta sınıfından dramatik ölçülerde yoksun kalan İran, bu nedenle de yoksullaştı. Mollalar ise problemli olarak gördükleri büyük bir nüfustan bu yolla kurtulmaktan dolayı memnundular.
Şimdi sadede geliyorum:
“Türkiye yaşanmaz bir yer haline geldi, artık burada bir geleceğimiz olamaz” diye düşünen ve ülkeyi terk etme hazırlığı yapan gençler, her sosyal sınıftan laikler… İran örneğini sizler için hatırlattım. Gerçekten de yaşanmaz bir ülkenin neye benzediğini göstermekti amacım…
“Şimdi bu nereden icap etti” diye sorarsanız, “12 ay önce tutuklanıp Silivri’ye konulmadan önce varlığını zaten gözlemleye geldiğim Türkiye’yi terk etme eğilimini, salıverildikten sonra çok daha güçlenmiş olarak bulduğum içindir” diye cevap veririm.
Ülkenin nice zorlukla yetiştirdiği donanımlı gençlerin çalışmak ve yerleşmek için yurtdışına artan sayıda göçtükleri, artık sıradan haber konusu. Gidenlere, çevremdeki orta yaş kuşağından insanların da eklendiğini duyunca üzüntüm artıyor.
Gitmeyi düşünen insanlarımızın kaygılarını ben de paylaşıyorum.
Evet, OHAL altında keyfi yönetimin hüküm sürdüğü bu Türkiye’de hiçbir alanda hukuki güvence yok.
Evet, iktidar sahipleri kendilerinden olmayanları kamu yönetimiyle ilgili her mecra ve münasebetten dışlıyorlar.
Evet, eğitimdeki felaket boyutundaki nitelik kaybı çocuklarımızın geleceğini karartıyor.
Evet, vasatlaşan ekonominin nitelikli işgücüne ihtiyacı azaldıkça gençlerin gözü yurtdışına çevriliyor.
Ve evet, bu ülkede adil, serbest ve yasal seçim yapılabileceğine olan inanç giderek azalıyor.
Ve bunlar gibi daha birçok şey…
Ama durun bir dakika.
Aşağıdaki iki şıktan birini seçin:
Birincisi: Size Türkiye’yi terk etmeyi düşündüren bütün bu olumsuzluklar, iktidarının henüz başında bulunan, yükselen, zinde, muazzam maddi ve beşeri kaynaklara sahip ve dolayısıyla İran’daki gibi kalıcı olacak bir gücün eseri mi?
İkincisi: Yoksa umutsuzluğunuzun kaynağında, iktidarda geçen uzun yılların yorgunluğunu yaşayan, dinamizmini ve sorun çözme kapasitesini tüketmiş, anlatacak hikâyesi kalmamış, ülkesinde ve dünyada yalnızlaşma sarmalının içine girmiş bir gücün çaresizlik içinde yöneldiği eylemler mi var?
Ben sizin yerinizde olsam ikinci şıkkı tercih ederdim.
Ama siz birinci şıkkı seçseniz bile, “Hadi uğurlar olsun” demeyeceğim.
Tam tersine size “Durun gitmeyin, daha yaşanacak çok şey var bu ülkede” derim.
Bu ülkeyi, yaşanacak yer olmaktan çıkarak mülteci ihraç eder olmuş diğer bütün ülkelerle kıyaslayın. Hepsinden daha köklü ve eski bir reform ve demokrasi deneyimimiz, hâlâ tamamen yok edilememiş bürokratik ve kurumsal birikimimiz, daha güçlü bir sivil toplumumuz var. Zenginliğimizi insanlarımızın niteliğine ve çalışmasına borçluyuz.
Bu arada, ilave kötülükler ve olumsuzluklar da yaşanacaktır elbet. Ama bu kötülük halinin bir rejim çatısı altında konsolide olamayacağını düşünmemiz için çok fazla nedenimiz vardır.
Asıl siz giderseniz kehanetiniz kendi kendini gerçekleştirir ve işte o zaman bu ülke hakikaten yaşanmaz bir yer olur.
(*) Kaynak: Kasra Naji, “Ahmadinejad, The Secret History Of Iran’s Radical Leader” 2008 I.B. Tauris
Kaynak: Cumhuriyet
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024