Dünya bir penceredir
Sabah uyandım. Çayı koydum ocağa. Pencerenin önüne gittim. Hava dün gibi yine yağmurlu. Yağmurluklarını giymiş çoluk çocuk nice Berlin’li, yağmura rağmen bisikletlerinin üzerinde akıp gidiyorlar. Aynı yaşam gibi.
Pencereden dışarıyı seyrederken baktığımız her şeyin, hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum. Pencereden içeriye doğru hayatın ne çok yansıyan parçası var değil mi? diye soruyorum kendi kendime.
Somurtuyorum. Ülkendeki arkadaşlarının aşırı sıcaklardan nefes alamadıkları şu günlerde, güneşi istemek. Hava raporlarına rağmen bu sabah beni güneşin karşılamasını ummak. Asıl önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken kavram, beklenti içinde olmak. Beklentin gerçekleşmeyince mutsuz olmak ve somurtmak. Bunları düşünerek pencerenin kenarına oturduğumda, gri bulutların ardından ve perdeden içeriye doğru ışık huzmesi süzülüyor. İşte diyorum bu hayat.
Bazen beklemektir yaşam. Umutla ve heyecanla güneşin açmasını, kimi zaman özenle saksıya diktiğimiz çiçeklerin büyümesini beklemek. Bazı zamanlarda heyecanla büyümesini beklediğimiz o çiçeklerin kuruduğunu görüp karamsarlığa düşmek. Kurudu, öldü derken, bir tek yapraktan bir çiçeğin sevgi ile yeniden canlandığına şahit olmaktır.
Alt tarafı dört yıl yetecek kömür rezervi için üst tarafı cennet olan Akbelen ormanlarının katledilmesi nedeniyle yüreğinin kömür karasına dönmesidir yaşam.
Yaşam, bazen rüzgarın gri rengiyle bir oraya bir buraya savurduğu perdedeki ahenktir. Kimi zaman da gök gürültüsünün insanı sarsan haşmeti eşliğinde gelen, kendine getiren soru gibidir.
Pencereden görünen gökyüzünün insanı çocuk gibi hissettiren hafifliğidir bazen. Bulutlara dalıp gitmektir. Dalıp gitmişken çayın demlendiğini hatırlamaktır. Kendine çay koyarken, çayı koyduğun bardağın sahibini hatırlamak ve o bardağı ondan almak için verdiğin mücadelenin, yüzünde bıraktığı gülümsemedir yaşam.
Çayımı alıyorum. İçerdeki odada bir rapor yetiştirmeye çalışan Ferda’nın klavyesinden çıkan tıkırtılar, kaldırama düşen yağmur damlaları ile ne kadar güzel bir uyum içinde diye düşünüyorum.
Ne zaman yaşamı ve ölümü düşünsem içimde türküler çağlar. Telefonuma uzanıp bir Neşet Ertaş türküsü açıyorum. Yaşam, çayınızı yudumlarken kulağınıza çalınan Neşet Ertaş türküsüdür kimi zaman. Masumiyeti ve içtenliği simgeleyen bir türkü ve o türkünün içinize işlenen derin, içli duygusudur. Bazen bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdur, bazı zamanlar da yağmurdan hemen sonra açan güneşle birlikte gökyüzünün sunduğu, izlemeye doyamadığınız eşsiz gökkuşağı şölenidir.
Karanlıktan hoşlanmıyoruz ve hatta korkuyoruz. Ama gecenin en koyu karanlığında bile onu aydınlatan ay ve yıldızlar var. Belli bir vakit orada kalacaklar, sonra koyu karanlık yavaş yavaş açılarak kendini apaydınlık bir güneşe bırakacak.
Zamanla anlıyoruz ki, hiçbir şey kalıcı değil. Ne güneş ne karanlık ne de elimizde olan diğer şeyler… Her şey akıyor, değişiyor, dönüşüyor. Hiçbir şey olduğu yerde kalmıyor. “Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.” diyor ya Yunus Emre.
Sular da akıyor ve kuruyor. Hatırlayamıyorum şiirin tamamını. Neşet Ertaş’ın sesini bana ulaştırması yetmiyormuş gibi bu sözleri de bana bulması için akıllı olduğu söylenen telefonuma müracaat ediyorum. Bilgi taşıyıcılarının değişmesi, yapay zekalar vb. konular geliyor aklıma. Aman diyorum yaşam akıp gidiyor, dur bakalım daha neler göreceğiz. Gülümsüyorum.
Buluyorum şıp diye Google amca marifeti ile. Niye amca diyorum onu da bilmiyorum. Yaşlı ve bilge bir kişilik yakıştırıyorum herhalde kendilerine.
Sular hep aktı geçti
Kurudu vakti geçti
Nice han, nice sultan
Tahtı bıraktı geçti
Dünya bir penceredir
Her gelen baktı geçti
Dünya bir penceredir diyor Yunus Emre… Her gelen bakar geçer. Fani olan her şey gibi insanın da bir vakti vardır. Bir ağacın yaprakları gibiyiz bizlerde. Doldu mu vakt-i zaman; düşüveririz durmadan… Üç günlük dünya demiş büyüklerimiz. Ömür ki üç günden ibaret; dün, bugün ve yarın. Aslında o kadar bile değil. Ömür dediğin yalnızca bugün. Dün dünde kaldı, yarının var mı garantisi? O zaman üç günlük misafirlik denilen bu yaşamda bu hırs bu tamah niye?
Yine bir rüzgar ve perdeler hareketleniyor. Kulaklarıma “Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi. Hele bana şöyle gelir, şol göz açıp yummuş gibi..” diyen Yunus’u fısıldıyor.
Bir yelin esip geçmesi gibi gelip geçer bu dünya… Yaşarız; kimimiz dolar, kimimiz taşarız. Kimimiz düşer, kimimiz koşarız. Kimimiz yaşarken ölür, kimimiz hakkını vererek yaşarız. Mevsimler gelir geçer, bu dünyadan göçeriz. Yunus’a da öyle geliyor ki; sanki bir göz yumup açmak kadardır ömür diyor.
Hem çay hem de türkü bitiyor. Etrafta gri bulutlar bile olsa her şey parıltılı, ışıklı ve güzel aslında diye düşünüyorum.
Dünya gerçekten de bir pencere, o pencereden içeriye, odamıza en çok neleri dolduruyor ve misafir ediyorsak işte hayatın kendisi tam olarak o.
Pencerenizden güzellikler eksik olmasın. Mutlu olun ve yaşamınızdakileri mutlu kılın…
Görsel Kaynak: Pinterest (https://www.pinterest.es/pin/11399805455436606/)
- Öldük, ölümden bir şeyler umarak - 21 Kasım 2023
- Adı, soyadı / Açılır parantez - 16 Ekim 2023
- Ölsen bile de ki: Yoktur ölüm! - 1 Ekim 2023