Doğa: Güzel, Yabanıl ve Bilge
O güzel şarkının söylediği gibi, “ömrümüzün son demi, son baharıdır artık!” Bize yalanlar değil, gerçekler gereklidir. Kuşku ve tereddütten sıyrılmış yeni sebepler bulmalı, yaşamda var kalabilmek için. Zira, o güzel ve yabanıl bilge, bugüne kadar görülmemiş “can alıcı” bir devir yaşıyor.
Doğadaki o içtenliğin, o samimiyetin, o ses ve görüntü güzelliğinin, kısacası o iyilik dolu bilgenin ve yaşamı var eden uyumun ne zaman farkına varacağız. Doğanın bir sakini olarak bizi beşikten mezara kadar yöneten ruh kuşkusuz ki “el yapımı” bir şeydir. Yani ruh olarak kafamızda şekillendirdiğimiz kavram, tamamen içinde yaşadığımız kültürün ürünüdür. Başka başka kültürde, başka başka ruhların varlığı bunun kanıtıdır.
Gerek beslenme, gerekse diğer kültürel aktiviteler bağlamında, doğayla uyumunu sağlayamayan insanın uzun vadede sağlığını ve keyfini koruyabilmesi mümkün değildir. Doğa insanın hem mühendisi hem de mimarıdır. İnsanın iyi bir mühendislik ürünü olarak, sağlam bir iç donanıma, keza göz alıcı bir mimariye ve dış donanıma sahip olabilmesi hiç kuşku yok ki, doğayla kurduğu ilişkiye bağlı… Son kertede insanın mühendisliği ve mimarisi yabanıl doğadan değil mi? Kültürün, yaşama alışkanlıklarının, söz konusu mühendisliğe ve mimariye müdahalesi insan soyunda ruhsal ve fiziksel hastalıklara kaynaklık eder.
İnsan düşüncesinin alanı genellikle, iç mekânlar, ev veya benzeri kapalı mekânlar olduğu gibi, deneyimin mekânı da dış mekânlardır. Düşüncenin deneyimlenmesinin bu minvalde gerçekleşmesi insan ruhunu tazeleyen bir faktördür. Elbette içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluklarımız vardır. Ama doğal varlığımıza ilişkin de sorumluluklarımız unutulmamalıdır. Sorumluluklarımız deneyimleme mekânı olarak doğanın korunması, ibadet düzeyinde bir kavrayışla ele alınmalıdır. Politikacılar tersini söylese de aslında insanın ait olması gereken yeryüzü parçası, politikanın olmadığı yerdir. Benim yürümekte olduğum yer tam da orasıdır… Mümkün olduğu oranda doğayla bütünleşmek, doğaya karşı ilgimiz, bu konuda söz söylemenin ötesinde, işe vücudumuzu da karıştırdığımız bir sevgi eylemiyle mümkün olabilecektir.
Aslına bakılırsa, insan içgüdülerine kulak verse doğanın lisanını anlayabilir. Örneğin, güneş doğudan batıya doğru bir yolculuk içinde, geleceğini batıda arıyor gibi. İnsan da öyle; dikkat edilirse hep batıya doğru bir yolculuk halinde, geleceğini Batı da görür gibi. Ama aynı zamanda geçmişinin izlerini görmek için doğuya dönmek zorunda, güneş gibi… İnsan soyunun geçmişini merak edenler Batı’ya değil, Doğu’ya gidiyor. Güneşin izlediği yol gibi… Bu bir tesadüf olabilir mi? İnsanların tarihinde- doğruluğu yanlışlığı tartışılabilir olsa da- doğu geçmişi, batı geleceği temsil ediyor. İnsanlık Güneş dediğimiz “büyük batı kâşifinin” yolunu izleyerek batıda bir gelecek inşa etti. Doğanın lisanını -doğrusuyla yanlışıyla-böyle yorumladı.
Tabii, doğayı ve doğanın karakterini şekillendiren iklimin insan üzerinde de derin izleri vardır. Zengin bir doğal çeşitlilik koşullarında yaşayan birinin, hem ruh hem de bedensel olarak “mükemmelliğe” doğru daha büyük adımlarla yürüdüğü inkâr edilemez. Onun nehirleri daha coşkulu, iç denizleri daha derindir. Bütün bunları koşullayan, güneşin doğudan batıya yolculuğudur. Doğadaki zenginliğin kaynağı buradadır. Yoksa güneş, dünyanın etrafında dönmesine neden müsaade etsin ki… Düşünüyorum da, şu insan denen canlı türü uygarlığın etkisiyle kirlenmese belki de hoş kokulu bir çiçeği andıracaktı (garip bir ütopya mı)…
Benjamin Jonson: “Güzel olan nasıl da yakındır iyiye!”
H.David Thoreau: “Yabanıl olan nasıl da yakındır iyiye!”
Ben de derim ki: “Bilge olan nasıl da yakındır iyiye!”
Güzel, yabanıl ve bilge; bu üç kavram, birbirine nasıl da dost ve sırdaştır. Doğa ananın temel özellikleridir onlar. Birbirini besleyen, destekleyen, birbirinin varlığına gerekçe olan… Güzel ve yabanılı bir yana bırakacak olursak, doğa ananın bilgeliği abartılı gelebilir kimilerine. Aslında az bile söylemişim… “Bilgelik”, “bilgi” kökünden türemiş olsa da bilgiyi çok aşan bir niteliğe sahiptir. Nedenini merak edenlere söyleyeyim: Bilgiyi kötü amaçlar için kullanmak çok mümkündür. Ancak bir bilgeyi kötü amaçlar için kullanamaz kimse. Bilgeyi kötü amaçlarına araç etmek isteyenler, -er ya da geç- onun yaptırımlarından kurtulamazlar.
Bugün hâlâ güneş doğuyor, yağmur yağıyor, mevsimler sıra-düzenini devam ettirebiliyorlarsa, bu insanın yetki alanının sınırlı olmasındandır. Hâlâ dağlar, geniş ormanlar, vadiler, geniş düzlükler ve hatta bataklıklar insansızdır da ondan. Oralar, güzelliğin yabanlığın, bilgeliğin hüküm sürdüğü yerlerdir de ondan… Ama şehirler için, İngiliz yazar ve şair J. Macpherson’un şu dizlerini hatırlatmadan kendimi anlatamam: “Uğultulu vadilerin yolcusu,/ Ne oldu da terk ettin kulaklarımı erken”.
Tekrar edecek olursam: Doğa güzelliğin, yabanıl olanın, bilgeliğin mekânıdır. O, sağlığın, esenliğin pınarı, yazarların, şairlerin esin perilerinin kaynağıdır.
Korunmalıdır!
“Daha ne diyeyim, cânım efendim
- Işıklar ve Gölgeler - 1 Ekim 2023
- Düşman kardeşler: Duygu ve akıl – Ali Rıza Gelirli - 23 Eylül 2023
- Tanrı Beethoven’in Dostu mu? - 15 Eylül 2023