Türk devlet geleneği Fars/İran devlet, toplum ve kültür yapısına göre oluştu. Selçuklu Devleti’nin parçalanmasının ardından gelen Anadolu Beylikleri döneminde kurulan Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren Bizans’ın etkisine girdi. Fatih Sultan döneminden itibaren Bizans devlet ve toplum yapısını kendisine model alarak varlığını sürdürdü. Devletin sivil ve askeri bürokrasisi, ekonomik ve sosyal çıkarları itibariyle ayrıcalıklı sınıflara ve etnik kökene dayanmayan bir yapı karakteri kazandı. Böylelikle merkezi bürokrasi çıkarlarını devletle (ve padişahla) bütünleştiren, onunla sıkı sıkıya bağlı olan ve ancak onunla var olabilen sürekli ayrıcalıklı bir kast niteliğine büründü.
Doğunun tüm despotik devletlerinde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da siyaset için her şey meşru sayıldı. Siyasette her türlü hile, yani düzen, dolap, oyun, entrika geçerli hale getirilerek güçlü olanlar zayıfları ezerek baskı altına aldı ve yönetti. İmparatorluğun sınırları içinde kalan küçük beyliklerin ayrılma ya da özerklik taleplerine, isyankâr milliyetlere, dağa çıkan kanun kaçaklarına, padişahların fermanlarına uymayanlara karşı Bizans entrikaları uygulandı. Al-i Osman-i, yani devletin yüksek menfaatleri için, “her yol mubah” sayılarak öz kardeşler katledildi. Devletle ve hanedanla ilgili sorunlarını dillendirenler, konuşmak/tartışmak bahanesiyle saraya ya da imparatorluğun merkezine çağrılarak öldürüldü.
Her şeye karşı sindirilemeyen, devletin baskı ve terörüne karşı bir şekilde başkaldıran halkların tedip, tenkil ve tehcire uğraması, hanedanın çıkarları için doğal sayıldı. Tarihçilerin Türk devlet geleneğinin bir özelliği olarak kavramlaştırdıkları “ittifak/işbirliği” ve “istihkak/hak etme” anlayışı, hanedana layık olma ve diğer boyların desteğini kazanma refleksinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak başlangıçta yerel ve merkezi güç birlikleri, federatif ve özerk yapılanmaları da kapsayan bu gelenek, hızla yozlaşarak hanedan çıkarlarına dayalı olan mali-maddi ilişkilere dönüştü. İmparatorluğun her yerinde hediye verme ve ulufe dağıtımı şeklinde süren bir rüşvet çarkı, devletin idari ve mali sisteminin bir parçası haline geldi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezi otoritenin/devletin yüceltilmesini, gücünü, sürekliliğini, önemini; toplumun ilelebet bölünmez bütünlüğünü ve toplumun devlete bağlılığını özlü bir şekilde anlatan bir egemen söylem de gelişti. Baba devletle, ana vatanla özdeşleştirilerek devlet halkın ihtiyaçlarını karşılayıp açları doyuran müşfik bir “devlet baba”, sahip olunan topraklar da babanın himayesindeki “ana vatan” olarak tanımlandı. Talihli kişilere “başına devlet kuşu kondu” denildi. Şehadet mertebesi “devlet-i şehadet” olarak tanımlandı. Devletin sürekliliği “Devlet-i ebed müddet”, devletin birliği/dirliği de,“Ya devlet başa ya kuzgun leşe” menkıbesine dönüştü.
Devletin bu baskı ve terör politikaları Cumhuriyet döneminde devralınarak ve değişen koşullara göre yeniden üretilerek günümüze kadar sürdürüldü. Bu bakımdan egemen ulus ve devlet şovenizminin belirlediği cumhuriyet tarihini ceberut devlet ve sindirilmiş toplum dönemi olarak özetlemek mümkün. Ceberut sözcüğü Türkçe sözlüğe göre, “Acımasız, merhametsiz, zorba” demektir. Ceberut devlet ise, halkı baskı ve terörle korkutarak sindiren, egemenlerin çıkarları doğrultusunda kitleleri disipline eden ve teslim almaya çalışan devlet biçimidir.
Türk oligarşisinin sömürü ve tahakkümünü gözeten devlet ve toplum anlayışı, Cumhuriyetin tek parti dönemini çağrıştıran ve hatta onu da aşan tekçi, baskıcı devlet ve hükümet politikaları Osmanlının ceberut devletine öykünülerek “Türk tipi başkanlık” sistemine geçiş çabaları olarak sürdürülüyor.
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023