Bolşevikler, Lenin ve Machiavelli

Lenin’in kariyeri ve siyasal düşüncesi ile Bolşevizm üzerine yapılan büyük araştırmalarda, Machiavelli’nin etkisi sorusuna çok az ilgi gösterildi. Walicki gibi, Lenin’in mükemmel bir devrimci Makyavelist politikacı olarak ikna edici bir resmini sunanlar bile, bu terimi kullanmaktan ya da Lenin ile Machiavelli arasındaki ilişkiyi daha yakından keşfetmekten kaçınıyorlar.[1] Bu sessizliğin çeşitli açıklamaları olabilir. Birincisi; bu, Lenin ve diğer liderlerin anlaşılır bir şekilde üzerine konuşmamayı tercih ettikleri, Bolşevizmin bir yönüydü. İkincisi; Leninist ve Bolşevik pratiklerin genellikle evrensel olarak kabul gören sinik ve manipülatif yönleri, ya diğer düşünsel kaynaklardan (Rus devrimci geleneği, Marx ve Engels, Jakobenizm ve Blankizm geleneği gibi) ya da Bolşeviklerin komplocu bir parti olarak sahip olduğu psikolojik eğilimler ve içinde bulunulan koşullardan kaynaklanıyor olabilirdi. Üçüncüsü; bu, politik olarak hassas ve en uygunu kaçınılması gereken bir soruydu ‒ki bu, Machiavelli’nin kendi başına devrimci bir düşünür olarak görülebileceği şeklindeki güçlü argümanı görmezden gelerek Machiavelli’yi basitçe siyasette gaddarlık ile eşitleyen görüşü yansıtan bir açıklamadır.[2]

Hem Machiavelli’nin siyaset anlayışına olan benzeşimini hem de Machiavelli’nin Bolşevikler üzerindeki dolaylı ve hatta doğrudan etkisini tartışmak, ne Bolşeviklere bu konuda benzersiz bir konum atfetmek, ne de partinin taktiklerinin, ideolojisinin ve örgütlenmesinin dönüşümü yolunda anahtar sağlayan şeyin başlı başına Bolşevizm içindeki Makyavelist boyut olduğunu ileri sürmektir. Çarlık rejiminin karşı karşıya olduğu krizin derinliği, onu neredeyse kalıcı bir yönetim sistemi olarak olağanüstü hâl önlemlerini benimsenmeye itmişti. Uluslararası düzeyde ise devletler arası rekabet, acımasız raison d’etat[3] ilkeleri üzerine politika geliştirilmesi durumunu yansıtıyordu. Bu bakımdan Makyavelizm, hem iç hem de dış politikanın bir özelliğiydi. Bu durum içinde, Bolşevikler gibi devrimci partiler kendi siyasi geleneklerinden yararlandılar; ancak aynı zamanda içinde buldukları bu koşullara da adapte oldular.

Akademisyenlerin Machiavelli’nin Bolşevizm üzerindeki etkisi sorununu ele almak konusundaki isteksizliği belki de şaşırtıcı değildir. Lenin’in 1950’ler ve 1960’lar boyunca yayınlanan 55 cilt, 5 baskılık toplu çalışmalarında Machiavelli’nin adı bir kez bile geçmez. “Makyavelizm” terimi, her biri hor görülen bir anlamda olmak üzere üç kez kullanılır.[4] Bu o kadar da şaşırtıcı bir şey olmayabilir. Lenin’in toplu çalışmalarında diğer politik düşünürlere pek az atıfta bulunulur ‒Hobbes’a bir, Locke’a iki, Rousseau’ya bir, ve Nietzsche’ye iki defa olduğu gibi. Çalışmalar; Marx, Engels, Plehanov, Hegel, Spinoza, ve Spencer[5] gibi Sosyal Darwinistlerin ve Malthus’un[6] takipçilerinin meydan okumalarını geri püskürtmek hususunda bol miktarda da Darwin’e[7] atıf içerir. Lenin’in kütüphanesindeki 8.450 eserin 1961’de yayınlanan kataloğunda, Nietzsche’ye ait ya da onun hakkında dört eser bulunmasına rağmen Machiavelli’nin herhangi bir çalışmasına veya Machiavelli’ye tek bir referans yoktur.[8]

Lenin, gymnasium (lise) eğitimi sayesinde klasiklere doymuştu. Livius’un tarih anlatıları, Machiavelli için olduğu kadar Lenin için de oldukça tanıdıktı; ve Aristoteles (Lenin onu daha geç zamanlarında okumuştu) her ikisinin de takdir ettiği bir siyaset filozofuydu.[9] On dokuzuncu yüzyılda Machiavelli’ye olan büyük ilgi artışının Lenin’i es geçmesi mümkün müdür? Marx, Engels, Spinoza, Hegel, Fichte, Clausewitz, Tkaçev, Neçayev gibi hayranlık duyduğu kişilerin Machiavelli’ye yönelik takdirlerinden, ya da Machiavelli’nin Robespierre gibi Fransız Jakobenleri üzerindeki etkisinden Lenin’in bihaber olması düşünülebilir mi? Machiavelli’nin “devlet” üzerine fikirleri ile sınıf mücadelesi ve halk ayaklanması üzerine olan çalışması Floransa Tarihi’nin önemi, onun materyalist felsefenin öncüsü olarak ünü, Jakoben ve Roma cumhuriyetçiliği arasında doğrudan bağlantı sağlayan rolü, ve politik komploculuk taktiklerine dair yaptığı yetkin ve emsalsiz tartışması göz önünde bulundurulduğunda bu oldukça olağandışı gözüküyor.

Lenin ve Bolşevik parti, çeşitli kollara sahip olan belirli bir gerçekçi devrimci düşünce geleneğinin mirasçılarıydı. Bu kollardan altısı şöyle ayırt edilebilir: Marksist gelenek; Blankist varyantlı Jakoben geleneği; Alman siyasal düşünce geleneği, özellikle de Hegel, Fichte ve Clausewitz; Neçayev, Tkaçev ve Bakunin ile ilişkilendirilmiş Rus devrimci geleneği; Nietzsche etkisi; ve Bismarckçı realpolitik geleneği. Bu geleneklerin her biri, Makyavelist bir siyaset anlayışına bağlanabilir. Lenin ve partisi, bu geleneği en uzlaşmaz haliyle somutlaştırmıştı. Bunu söylemek, Lenin’i küçültmek anlamına gelmez. Tam aksine, Leninist siyaset anlayışının gücü, Avrupa siyasal düşüncesinin bu gerçekçi geleneğini böylesine derin bir şekilde sentezleyebilme başarısından kaynaklanıyordu. Ancak, bu aynı zamanda Bolşeviklerin kendine özgü zihniyetini, gayretkeşliğini, fanatizmini ve uzlaşmazlığını anlamayı da gerektirir.

Parti lideri olarak Lenin
Lenin’in Bolşevik Parti liderliği, muhalifleri ihraç ve aforozu, yinelenen parti bölünmeleri kolaylıkla “Makyavelist” suçlamalarıyla karşı karşıya gelebilir. 1906’da Lenin soruyu kendisi ortaya koymuştu: “Bir bölünmeden doğan kabul edilebilir bir mücadelenin sınırları var mıdır? Hiçbir Parti ölçütü böylesi bir mücadeleye sınır koymaz, ne de böylesi sınırlardan bahsedilebilir; çünkü bir bölünmenin işaret ettiği şey, Parti’nin varlığının sona erdiğidir.” Lenin’in, proletaryanın gözünde Menşeviklerin itibarını sarsmak için palavra ve hileye başvurulduğunu açık bir şekilde kabul etmesi çalışma arkadaşlarını şaşkına çevirmiş, ancak bu tür tepkiler karşısında o soğukkanlılığını tamamen korumuştu.[10]

Walicki’ye göre Lenin’in Marksizmi, “Rus popülistlerin ve anarşistlerin özelliği olan ‘burjuva özgürlüğü’nün acımasız, nihilistçe eleştirisinden önemli ölçüde etkilenmişti.”[11] Aynı zamanda Walicki’ye göre, Lenin’in hukuku küçümsemesi bir ölçüde Rus popülistlerinden kaynaklanıyordu. “Lenin’in ‘hukuki nihilizm’ olarak adlandırılabilecek yaklaşımında üç tarzın izi vardı: anarko-popülizm, Babeufçü-eşitlikçilik ve Jakoben-merkeziyetçilik.”[12]

Devrimci politikanın komplocu doğası, onu kolaylıkla Makyavelist ilkelere uygun hale getirdi. Marx bunu 1860’larda çoktan fark etmişti. Çift taraflı çalışan ajanların rolü, ajan provokatörler, Ohranka’nın artan baskıyı meşrulaştırmak için iç kriz yaratmak veya siyasilere suikastlar düzenlemek yolunda devrimcileri kullanması gibi şeyler oldukça yaygındı. Bolşeviklerin, faaliyetlerini finanse etmek için 1905’ten itibaren silahlı soygunlara başvurmaları da aynı eğilimi güçlendiriyordu.

Lenin ve devrim
1905 ve 1917’de Lenin, Walicki’ye göre, “devrimci amaçlara uygunluğu en yüce yasa” olarak benimseyip “teorik ilkeleri reddederek devrimci iradecilikten yana tercih yaptı”.[13] O, Napolyon’un veciz “On s’engage et puis on voit”[14] ilkesini takip etti. Ancak Lenin’in politik strateji ve taktiklere yaklaşımı, aynı zamanda yasalar tarafından yönetilen bir tarih anlayışına sahip olması ile şekillenmişti. O; Marx ve Machiavelli’nin “zorunluluk” olarak tariflediği şeyi, kişinin kendisini bu yasalar ile bağdaştırması gerekliliğini, kendisini ve partisini bu yasalar ile çalışabilecek ve onları isteği doğrultusunda kanırtabilecek bir araca çevirme gerekliliğini kabul etmişti. Burada, soyut ahlaki değerlendirmelere yer yoktu.

Lenin, ideolojiye doktriner bir yaklaşımı taktiksel esneklikler ile birleştirdi. Bu hususta o esasen, Menşeviklere kıyasla Marx’a daha yakındı. Burjuva devrimini proleter devrimine içerme fikri Lenin’in 1917’deki buluşu değildi. Marx bunu 1849’da, Almanya’daki devrimci duruma istinaden ileri sürmüştü. Lenin 1917’de Rusya’da iktidarı ele alma stratejisini, Rusya’da proleter bir devrimin vakitsiz olacağı iddiasına karşın onun bir Avrupa devrimini tetikleyeceği varsayımı üzerine dayandırdı. Temmuz 1917’den itibaren Lenin, iç savaş ihtimalinden kaçınmaktan ziyade Avrupa çapında bir iç savaşa dönüşebileceği beklentisi ile ona kucak açtı.

Lenin’i eleştirenler onun gözü kara bir iktidar arayışı ile toplumdaki bölünmeleri derinleştirdiğini, herhangi bir uzlaşı ihtimalini ortadan kaldırdığını ve ülkeyi kanlı bir savaş haline doğru sürüklediğini öne sürerler. Lenin’in Geçici Hükümet’e, Menşeviklere ve Sosyalist Devrimcilere yönelik hicivleri, hakikate/dürüstlüğe olan bağlılıktan ziyade Bolşeviklere muhalefet edenleri gözden düşürme yönündeki politik maksatları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ki bu ahlaki argümanlar Lenin için pek de önem arz etmezdi. Dahası, geliştirilmesi gereken başka karşı-argümanlar da vardı. Rus devrimciler 1848, 1871 ve 1905 devrimcilerinin lüzumsuz ılımlılıktan doğan hatalarını tekrarlamayacaklardı. Onlar, “zorunluluğun” rehberliği altında olacaklardı.

1917’de Bolşevikleri kuşatan daimî bir tartışma da, Rusya’nın savaş girişimlerini altüst etmek için Alman finansmanı alıp almamak üzerineydi. Bolşeviklerin bu tür mali yardımlar alıp almadıkları hâlâ belirsizliğini korumakta. Ancak Lenin, kesinlikle gizli tutulduğu sürece, bu tür yardımlar almak konusunda hiçbir pişmanlık veya vicdan azabı duymazdı; ne de bunları tedarik edenlere karşı bir yükümlülük hissederdi.

Lenin ve ayaklanma sanatı
Devrime olan yaklaşımı konusunda Lenin üstün bir gerçekçiydi. Jakobenler örneğini bir devrimci öncü modeli olarak 1917’de tekrar tekrar dile getiriyordu. Terörün önünü açan 1793 tarihli Jakoben yasasını takdire şayan bir faaliyet olarak niteleyen “Halkın Düşmanları Üzerine” adlı makalesini 20 Haziran’da Pravda’da yayınladı.[15] 7 Temmuz’da yayınlanan “‘Jakobenizm’ İşçi Sınıfını Korkutabilir mi?” makalesi ile, Bolşevikleri Jakobenizm ve terörizm ile ilişkilendirerek itibardan düşürmeye çalışan Bolşevizm düşmanlarının çabalarını ekarte etti.[16] 29 Temmuz’da, “Bonapartizmin Başlangıcı” makalesinde, devrime yönelik mücadelenin Jakobenizm ile Bonapartizm arasındaki bir mücadeleye döndüğünü ileri sürdü.[17] Ancak Lenin, Bolşeviklerin Blankist yöntemlere başvurduğu yönlü suçlamaları defaatle reddetti.[18]

Eylül 1917 tarihli “Marksizm ve Ayaklanma”da Lenin şunları yazar:
“Başarılı olmak için ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama gelişmiş bir devrimci sınıfa dayanmalıdır. İşte birinci nokta.

yaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir; İşte üçüncü nokta. Ayaklanma sorununu ortaya koyma hususunda, Marksizmi Blankizmden ayıran üç koşul, işte bunlardır.”[19]

İktidarın ele geçirilmesinden yalnız bir hafta önce, Lenin sorumluluğu yeniden ele aldı ve temel koşulların sağlanmadığı, partinin belirli bir sınıfın çıkarlarını temsil etmediği, partinin halkın çoğunluğunun sempatisini kazanmadığı, vb. bir durumda askeri komplonun Blankizm olacağını öne sürdü.[20]

Lenin’e göre devrim, savaş ile göbekten bağlıydı. Politika artık uzlaşının, müzakerenin veya pazarlığın konusu değil, ölümüne bir mücadeleydi. Eylül-Ekim 1917’de “Bolşevikler İktidarı Ellerinde Tutabilecekler mi?” adlı eserine yazdığı sonsözde Lenin, Marx’ın Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim’de ayaklanma taktikleri üzerine olan meşhur pasajını alıntılar. Burada Marx, ayaklanmadan bir tür savaş formu olarak bahseder: “Ayaklanma, değerleri her gün değişebilen çok belirsiz büyüklükler ile yapılan bir hesaptır; düşman güçleri, her tür örgütlenme, disiplin ve yetke alışkanlığı üstünlüğüne sahiptirler; eğer onların karşısına daha üstün güçler çıkaramazsanız, bozguna uğradığınızın, hapı yuttuğunuzun resmidir.” Çarpışmanın bu tür kurallarına uymayanlar, bedelini kelleleri ile ödeyebilirlerdi. Marx, ayaklanma sürecine girerken en büyük adımın hasımlara karşı avantaj elde etmek ve böylece kararsız unsurları kendi etrafında toplamak olduğunu savunuyordu. “Devrimci siyasete, bugüne kadar bilinen en büyük usta olan Danton ile birlikte; de l’audace, de l’audace, encore de l’audace[21] diyerek, düşmanlarınızı, güçlerini size karşı toparlayamadan önünüzden kaçmaya zorlayın.”[22]

Ayaklanma üzerine benzer nasihatler Herzen, Saint-Just ve hatta Machiavelli’de de bulunabilir. Ayaklanmayı yöneten yasalar, “zorunluluğun” belirli bir yönünü oluşturur. Devrim mefhumu bir şiddet eylemi olarak kavrandığı zaman, burada sunulan nasihat tamamen akla uygun gelecektir.

Kitleler ve devlet
Machiavelli düşüncesinde kitlelere yaklaşım konusunda bir ikilik mevcuttur: Kitleler yöneticilere göre daha akıllı, daha durağan ve daha güvenilebilirdir; ancak aynı zamanda kaypak ve kimi zaman da korkaktır. Lenin’in düşüncesinde de benzer bir ikilik vardır: Proletarya geleceğin sınıfı, sosyalizmin taşıyıcısıdır; ama proletarya zayıftır, örgütsüzdür, bilinçten yoksundur. Machiavelli için söz konusu olan şey kitlelerin virtú [erdem] sahibi olup olmaması iken, Lenin için ise proletaryanın devrimci bilinç ve ateşlilik sahibi olup olmamasıdır. Lenin’e göre parti (Machiavelli’nin hükümdara öğütlediği gibi) kitleler üzerinde hareket etmelidir. Hem Machiavelli hem de Lenin’e göre cumhuriyetlerde yurttaşlar arasında eşitlik idame ettirilmeli, devlet görevlilerinin maaşları makul düzeyde olmalı ve devlet kademelerindeki görev süreleri kısa vadelere dayanmalıdır. Aynı zamanda ikisi de, yurttaşlık görevi ve erdemini talim etmek üzere halk milislerinin gerekliliği fikrini desteklerler.

Ekim Devrimi’ni takip eden yıllarda, proletaryanın düşük kültür seviyesi ve tükenmişliği gibi sorunlar daha da zorlayıcı bir şekilde Lenin’i sıkıştırmaktaydı. Proletaryanın dirayetine dönük düşüncesinde giderek artan bir karamsarlık etkin olmaya başladı. Kitleler hâlâ eski düzenin yükünün izlerini taşıyordu. Bu sorunu aşabilmek için, parti-devlet aygıtının eğitici bir güç olarak rolünün altı çizildi.[23] Burada bir hatırlatma olarak, Lenin’in Marx’ın devletin sönümlenmesi kavramını görece geç keşfettiği belirtilmelidir. Daha öncesinde Rus Marksistler, devleti bir toplumsal dönüşüm vasıtası olarak görmüşlerdi.

Zamanla parti-devlet aygıtı, özellikle Kronstadt’tan sonra eski statüsünü yitirmiş proletaryanın yerine devrimin gerçek taşıyıcısı rolünü üstlendi. Ancak parti-devlet hâlâ kitleler üzerinde hareket etme gerekliliğini duymaktaydı. Lenin, Troçki’nin önde gelen merkezileşmeci tasarısı olan sendikaların ortadan kaldırılması fikrini reddetmekle birlikte sendikaların, işçi sınıfının öncüsü ile proletaryanın “hâlâ oldukça bölünmüş, düşürülmüş ve yozlaşmış” geri kalanını birleştirecek “iletim kayışları” veya dişli çarklara dönüştürülmesi fikrini ileri sürdü.[24] Bu Lenin’i, Machiavelli’nin insanlığa yol gösterecek bir okul şeklindeki devlet kavrayışına yaklaştırır. Walicki’nin sözleriyle: “O [Lenin], partinin, kendini kitlelerden yabancılaştırmadan işçi sınıfının kolektif öğretmeni haline gelmesini istiyordu.”[25]

Lenin’in dış politika anlayışı
Lenin’in dış ilişkilere bakışı, tam bir vahiysel devrimci vizyondur. Lenin, Birinci Dünya Savaşı’nın devrime yol açacağını düşünüyordu. Rusya’da iktidarın ele geçirilmesinden sonra, kapitalist dünya ile savaşın kaçınılmaz olduğuna inanıyordu ‒bu, iç savaş süresince dış müdahaleler yoluyla sahnelendi. Ayrıca Lenin, yalnızca yurtdışında devrim propagandası yapmanın değil aynı zamanda devrimi (1920’deki başarısız Polonya işgalindeki gibi) Kızıl Ordu’nun gücü ile yaymanın da meşruluğuna inanıyordu.

Lenin’in dış politikası devrimciydi, ve aynı zamanda en özlü biçimde Makyavelistti ‒tıpkı yakın zamanda yenilmiş bir ülkenin hükümdarının rakip devletlerle oynamaktaki mahareti gibi. Harding şunları yazar: “Lenin’in uluslararası politikası, sınıf analizinden ziyade, Versay antlaşmasını gözden geçirmeye açık bir şekilde ilgi duyan ülkelerin ulusal özlemlerine dayalı olarak daha ‘gerçekçi’ ya da Makyavelist hale gelmişti.”[26] Lenin, emperyalist devletler arasındaki çelişkileri ve bölünmeleri, “mümkün olduğu kadar çabuk güç kazanmak için koşulların sağladığı her saatten yararlanmak” amacıyla “tarafları birbirine düşürmek” için kullanmaya çalıştı.[27]

Lenin’in dış politikasının itici gücü açıktı: “Kapitalist soyguncular gibi her biri bizi bıçaklamaya hazır olan alçaklara katlanmak zorundaysak eğer, o zaman bıçaklarını birbirlerine çevirmelerini sağlamak bizim birincil görevimizdir.”[28] Devrim dalgası geri çekilirken Lenin, devrimi teşvik etme politikasını diplomatik tanıma, ticaret anlaşmaları ve ittifaklar yoluyla kapitalist dünya ile ilişkileri normalleştirme politikasıyla birleştirmeye çalıştı. Çift yönlü yaklaşım farklı kurumlarla ilişkilendirilmişti ‒Komintern ve Dışişleri Halk Komiserliği gibi. Dış politika zamanla raison d’etat veya  staatsrason (gosudarstvennaya neobkhodimost) tarafından şekillenmeye başladı.[29]

Lenin’in raison d’état anlayışının koşullar tarafından dikte edildiği ileri sürülebilir; ancak bu, başka alternatif olmadığı fikrine dayanarak mevcut seçenekler yelpazesini göz ardı eden yalnızca kısmi bir açıklamadır. Prezzolini, Barrientos’un aşağıdaki alıntısını Makyavelist veya gerçekçi bir dış ilişkiler anlayışının ifadesi olarak sundu:
“Yenilmiş bir krallığın yönetimini üstlenen, daha fazla düşmanın varlığından, hepsinden kurtulamamaktan ve onları fethetmek için yeterli güce sahip olamamaktan endişe duyan yeni hükümdar; zekâ, bazılarıyla pazarlık etmek, rüşvet vermek, zayıf ve fethi kolay olanlara saldırmak gibi nimetlerden faydalanmalıdır.”[30]

Lenin ve politikada ahlak
Çarpıcı paralellikler kurulabilmesine karşın, Lenin ile Machiavelli arasında dosdoğru bir etki ilişkisi kurmak zordur. Yine de, politika ve etik konusunda Lenin ve Machiavelli aynı perdeden konuşurlar. Lenin 1918’de, teröristlerin duayeni ve Sosyalist Devrimci Parti üyesi Maria Spirodonova’ya siyasette ahlaka yer olmadığı beyanında bulunuyordu.[31] 2 Ekim 1920’de Rus Komünist Gençlik Birliği Kongresi’ne sunduğu raporda, proleter devriminin amaçlarından daha yüksek bir ahlak olmadığını ilan etti. Lenin, etik meseleleri hakkında nadiren konuşmuştur ve sözlerinin dikkatle tartılması gerekir:
“Biz, toplum ve sınıflar üstü kavramlara dayanan tüm ahlakı reddediyoruz. Biz, bunun bir aldatmaca, bir sahtekârlık, toprak sahipleri ve kapitalistlerin çıkarı için işçilerin ve köylülerin kafalarının bulandırılması olduğunu söylüyoruz.

Biz, bizim ahlakımızın proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarlarına tümüyle bağlı olduğunu söylüyoruz. Bizim ahlakımız, proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarlarından kaynaklanır. (…)

Biz şöyle diyoruz: ahlak, eski sömürü toplumunu yıkmaya ve tüm emekçi halkı yeni ve komünist bir toplum kurmakta olan proletaryanın çevresinde birleştirmeye hizmet eden şeydir.

Komünist için tüm ahlak; bu sağlam, birleşmiş disiplinde ve sömürücülere karşı bilinçli mücadelede yatar. Biz, önsüz ve sonsuz bir ahlaka inanmıyoruz ve ahlaka ilişkin tüm masalların hilekârlığını teşhir ediyoruz. Ahlak, insan toplumunun daha yüksek bir düzeye çıkmasına ve emek sömürüsünden kurtulmasına yardımcı olma amacına hizmet eder.”[32]

Bu (“Devrimin zaferine hizmet eden her şey ahlaklıdır, ve onun yolunu kesen her şey ahlaksızdır”); Plehanov (1902), Tkaçev (1866) ve Neçayev (1871) tarafından tasvir edilen “devrimci Makyavelist” görüştür. Yukarıdaki pasajla ilgili olarak Herbert Marcuse, “Lenin’in komünist ahlak konusundaki bu ilkel ve kaba tanımının” ve bu araççı ahlak anlayışının bazıları tarafından “amaç araçları meşru kılar” ilkesine denk düştüğü için kınandığına dikkat çeker.[33]

Olga Velikanova, Lenin üzerine kapsamlı bir incelemesinde, Neçayev’in devrimci ahlak anlayışı ile Lenin’inki arasında açık bağlantılar çizmişti. Devrimcinin Anahtar Kitabı’nda Neçayev şunları yazar:
“Dostluğun kapsamı da, yoldaşlara karşı yükümlülükler ve bağlılık da, yalnızca yoldaşların devrimci yıkımın pratik işlerindeki yararlılıklarının derecesine göre belirlenir. (…) Onları, devrimci bir sermayenin kendi hizmetine verilmiş ortak fonunun parçaları olarak görmelidir. Her zaman mümkün olan en yüksek yararı sağlamaya çalışarak sermayedeki kendi hisselerini en ekonomik biçimde kullanmalıdır. Kendisini de devrimci hedefe tahsis edilmiş bir sermaye olarak görmelidir; fakat grubun sırlarını ve adetlerini tümüyle bilen yoldaşların tam katılımı olmaksızın serbestçe elden çıkaramayacağı bir sermaye.”[34]

Benzer bir şekilde, Velikanova bir anı aktarımına dayanarak, Lenin’in şunları söylediğini aktarır: “Politikada ahlaklılık yoktur, yalnızca amaca uygunluk vardır.” Bu, Velikanova’ya göre, Bolşevik etiğin merkezi bir boyutuydu. G. E. Zinovyev 1916’da N. K. Krupskaya’ya yazarak, Lenin’in sağlığına büyük özen gösterilmesi konusunda ısrar etti; çünkü bu, “parti mülkiyetinin” en değerli parçasını oluşturuyordu. “Parti mülkiyeti” kavramı, Lenin’in en sevdiği ifadelerden biriydi. 1919’da Lenin A. D. Tsurupa’ya, ‘parti mülkiyeti’ olarak sağlığını korumasını buyurdu. 1923’te ise Troçki, Lenin’i “devlet mekanizmasının (gosapparat) manevi sermayesi” olarak adlandırmıştı.[35]

Böylesi kaba bir faydacı etik anlayışının sonuçları açıktır. Yararlılığa kim karar verir? Sermayenin idareli kullanımına kim karar verir? Lenin’e göre sosyalizm, tüm ezilen sınıflar, kesimler ve uluslar için bir kurtuluş ideolojisi olarak daha yüksek bir ahlakı temsil ediyordu. Ancak bu, parti tarafından tanımlanan ve onaylanan şekliyle bir “kurtuluş” kavramıydı. Bunda özgürlük mutlak değildi: Parti din özgürlüğünü değil dinden özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü değil yanlış bilinçten özgürlüğü, mülkiyete sahip olma bireysel özgürlüğünü değil özel mülkiyetten özgürlüğü destekliyordu. Bu, A. J. Polan’ın iddia ettiği gibi, siyaseti olumsuzlayan bir siyaset görüşüydü.[36]

Lenin ve Machiavelli: Doğrudan bağlantı
Sadece bir durum söz konusu olduğunda Lenin ile Machiavelli arasında doğrudan bir bağlantı kurabiliriz. 19 Mart 1922’de Lenin, tüm Politbüro üyelerine dağıtılmak üzere Molotov’a gönderilen “çok gizli” bir mektupta, kıtlıktan kurtulmaya yardımcı olması yolunda hazinelerinin temin edilmesine karşı çıktıkları iddia edilen kilise muhalefeti vesilesiyle, Ortodoks din adamlarının acımasızca bastırılması için bazı önerilerin ana hatlarını çizdi. Lenin’in kendi sözleriyle, Rus Ortodoks Kilisesi on yıllar boyu Komünist Parti’ye meydan okuyamasın diye, mümkün olduğu kadar çok “Kara Yüzler mensubu rahibi” vurmaları gerekiyordu. Lenin, ele geçirilen kilise hazinelerinin kıtlıktan kurtulmak için değil, ülkenin tükenen altın rezervlerini yenilemek için kullanılması gerektiğini savundu. Lenin şunları ifade eder:
“Devlet idaresi konularında bilge bir yazar haklı olarak, belirli bir siyasi amacı gerçekleştirmek için belirli vahşetlere başvurmak gerekirse, bunların en enerjik şekilde ve mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilmesi gerektiğini çünkü kitlelerin uzun süreli vahşet uygulamasına hoşgörü göstermeyeceğini söyledi.”[37]
Bahsedilen bilge yazar, elbette, Machiavelli idi.[38] Lenin, meslektaşlarıyla olan en gizli yazışmalarında bile, Machiavelli’nin adını kullanmaya razı gelmedi. Ancak bu kısacık bahis bize iki şey anlatır: birincisi, Lenin’in Machiavelli’nin düşüncelerine dair çok yakın bir bilgisi olduğunu ve ikincisi, bu kısacık bahsin Politbüro’daki meslektaşları tarafından hemen tanınacağını bildiğini. Mektup; sinizmi nedeniyle şok etme yeteneğine hâlâ sahip, ve sonraki on yıllarda Ortodoks Kilisesi’nin acımasızca bastırılmasını öngördüğü için daha da büyük bir önem arz ediyor. Ancak Lenin’in, teröre başvurmayı kalıcı bir yönetim sisteminin parçası olarak değil, hızlı ve acımasız bir eylem olarak savunmak için Machiavelli’yi kullandığını belirtmek de aynı zamanda önemlidir.

Bu mektubun önemine ilk dikkat çeken kişi olan Alain Besançon haklı olarak, Lenin’in amacına ulaşmak için Makyavelist yöntemleri kıyasıya kullanırken dünya görüşünün ve hedeflerinin ise temelde Machiavelli’den tamamen farklı olduğunu savundu.[39] Besançon’a göre; Machiavelli siyasette aldatmayı kasıtlı bir hile olarak görürken, Lenin için aldatma meselesi yalnızca taktiksel mülahazalara değil, aynı zamanda farklı bir gerçeklik anlayışına da bağlıydı. İkisinin dünya görüşleri elbette temelde tamamen farklıydı, ancak bu tür mevzuları çok fazla uzatma tehlikesi diye de bir şey var. Lenin, aldatma ile ideoloji arasındaki ayrımın gayet iyi farkındaydı.

Georg Lukács bu soruyu ele alırken şunları söyledi: “Lenin’e göre, siyaseti bazen aldatmacayla sınırlanan küçük numaralar olarak gören kişiler, kesin olarak çürütülmelidir. Sınıflar aldatılamaz.”[40] Sınıf mücadelesinin mantığı, proleter bilincin gelişimi, kapitalizmden sosyalizme geçişin yasalarla yönetilen doğası, herhangi bir dar ‘Makyavelci’ siyaset anlayışına karşı kontrolü sağladı. Bu aynı zamanda Lenin’in siyasette ahlakdışıcı olma suçlamasına karşı savunmasıydı. Marksizm bir bilim olduğu için, içinde ahlaka yer yoktu. Marx’a ve aslında Lenin’e göre de devrim, bir doğuma benziyordu ‒uğrunda çekilen acılar ve dökülen kanlar doğal bir sürecin parçasıydı, ki bunu protesto etmek tam da bu yüzden saçmaydı.

Lenin; küçük kişisel hırslarla değil, bir düşünceyle ve partiye, Marksizme, proletaryaya, genel olarak devrimci harekete duyduğu keskin bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyordu. Hesaplarını yanlış yapması durumunda, her şey duvara toslayabilirdi. Burada Lenin, Machiavelli’nin idealize edilmiş hükümdar imgesine karşılık gelir. Ama bu aynı zamanda liderin neyin doğru olduğuna karar vermesi için olağanüstü serbestlik de sağladı. Bu, 1917’de Rusya’daki krizi zirveye ulaştırmaya zorlamak ve herhangi bir uzlaşı veya geri çekilme fikrini reddetmek hususlarında Lenin’in konumunu meşrulaştırdı.

Lenin, Marksizm ve Machiavelli
Lenin’in Jakobenizmi mevzusu aktif bir şekilde tartışılageldi. Lenin’in ikna olmuş bir Marksist olduğundan şüphe duymaya gerek yok, ama o özel türden bir Marksistti. Rejimin destek tabanı ve uluslararası devrim beklentilerine dair yanılsamaların sona ermesiyle, Bolşevizm içindeki gerçekçi çizgi, devlet hakimiyetini kurmaya ve sağlamlaştırmaya yöneldi. Hem Harding hem de Walicki, Lenin’in 1922-23’te, etrafı kuşatılmış Sovyet rejimini koruma sorununa dair esasen Jakoben bir çözüm benimsediğini ileri sürer.[41]

Harding, 1917-18’de Sovyet iktidarının ilk aylarında Lenin’in bir proletarya diktatörlüğü değil, bir komün devleti yaratmaya niyetli olduğunu belirtir.[42] Onun komün fikrine bağlılığını tamamen taktiksel olarak görenler de vardır. Daha makul bir şekilde, Lenin için komün kavramının proletarya diktatörlüğü fikriyle her zaman gerilim içinde olduğu iddia edilebilir. Burada, Lenin’i Machiavelli ile kıyaslayabiliriz: Machiavelli cumhuriyetçi bir hükümet biçimini tercih etti, ancak geçici diktatörlüğün bazen gerekli olduğunu kabul etti; Lenin, teoride, komün tipi sosyalist özyönetimi destekliyordu, ancak proletarya diktatörlüğünün kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde gerekli olduğunu da kabul ediyordu.

Bir kez iktidara geldiğinde azami bir program izlemek niyetiyle Lenin, 1917’de taktik olarak asgari bir program geliştirdi. Haziran 1917’de Lenin, “Rusya’da sosyalizmin derhal uygulanmasının imkânsız olduğu konusunda herkes hemfikirdir” diyordu. Yine de, Ekim Devrimi’nin ardından sosyalizmin derhal uygulamaya konması niyetindeydi.[43] Kurucu Meclis’in dağıtılması ve aynı zamanda Lenin ile Troçki’nin ileri sürdüğü gerekçeler, devrimci menfaatin haklı gösterdiği bir demokrasi reddiyesi gibi gözükebilir. 1919’a gelindiğinde Lenin, devletin sönümlenmesini uzak, belirsiz bir geleceğe erteliyordu. Partinin geniş kesimleri, devrimci ideallere bir ihanet olduğu düşüncesiyle 1921’de Yeni Ekonomi Politikasının kabulüne şiddetle karşı çıktı.

Molotov, Çuyev ile olan söyleşisinde, Lenin’in Stalin’e kıyasla daha insancıl bir sosyalizm biçimini temsil ettiği iddiasına hızlı bir şekilde karşı çıkarak, bu iddianın, Lenin’in esaslı bir şekilde yanlış anlaşılışının tezahürü olduğu yanıtını verdi. Molotov, astlarından daima geleneksel ve kısıtlayıcı ahlaki fikirlere aldırış etmeden politik biçimde hareket etmeleri talebinde bulunarak üvendire rolü oynayanın esasen Lenin olduğu konusunda ısrarcıydı.[44] Troçki 1924’te, Lenin’in devrim amacına yönelik kararlı arayışını şöyle yazmıştı: “Onunki, tarihin laboratuvarında üretilen belki de en azimli faydacılıktı.”[45]

Sonuç

1917-21 döneminde iktidarı ele geçirmek ve devleti sağlamlaştırmak için Makyavelist taktikler kullandıysa, Lenin’in, 1921’den sonra devleti daha sağlam ve dayanıklı temeller üzerinde kurmak için de Makyavelist ilkeler izlediği benzer bir şekilde söylenebilir. Gücün ele geçirildiği rasyonalite ile gücün pekiştirilmesinin dayanacağı rasyonalite aynı değildi. Savaş olarak politikanın rasyonalitesinden, yönetim olarak hükümetin rasyonalitesine bir geçişten bahsediyoruz. Hayatının son etkin aylarında bu, Lenin’in en önemli meşguliyeti idi. Daha önce buna “Lenin’in Son Mücadelesi” adı verilmişti.[46] Ve aktif yaşamının son aylarında Lenin için en önemli mesele, tek başına rejimin hayatta kalmasını garanti altına alacak ve muntazam politikalar geliştirmeye izin verecek mazbut bir verimli yönetim sistemi kurmaktı. Ancak, zaruri hale geldiğinde devrimci şiddete başvurmak gerektiği düşüncesine olan bağlılık asla reddedilmedi.

Lenin Bolşevik partisini yeni hükümdar, silahlanmış peygamber olarak tasavvur etti. Bu, Antonio Gramsci tarafından gayet iyi bir şekilde anlaşılmıştı.[47] Devrimi savunmak için her şey mübahtı. Dolayısıyla, hem Marksist hem de Makyavelist olmak arasında hiçbir çelişki yoktu; sosyalist amaçları gerçekleştirmek için Makyavelist yöntemler kullanılacaktı. Devrimin şiddetli olacağı, Lenin’e göre zaten aksiyomatikti. Bu Makyavelist yöntemler, proletaryanın düşmanlarını yenmek ve Marx tarafından ortaya konduğu üzere proletaryanın tarihsel olarak kendisine verilen rolünü yerine getirmesini sağlamak için gerekliydi. Lenin için bu yöntemler, “zorunluluk” ve devrimci mücadele mantığı tarafından meşrulaştırılmıştı. Bolşevik yöntemleri eleştirenler, alternatif yöntemlerin mümkün olduğunu savundular: Kautsky ve Martov için bu, demokratik siyaset yöntemleri, Rosa Luxemburg için ise devrimci “kitle eylemi” yöntemleri anlamına geliyordu. Bu alternatiflerin gerçek pratik seçenekler olup olmadığı ise oldukça kuşkuludur.
Yazarın, Political Thought from Machiavelli to Stalin: Revolutionary Machiavellism (New York, 2004, Palgrave) adlı kitabının bir bölümünün kısaltılmış çevirisidir.

Edward Arfon Rees
Çeviri: Damla Uyar

Yazarın, Political Thought from Machiavelli to Stalin: Revolutionary Machiavellism (New York, 2004, Palgrave) adlı kitabının bir bölümünün kısaltılmış çevirisidir.


[1] Andrzej Walicki, Marxism and the Leap to the Kingdom of Freedom (Stanford, 1995)

[2] G. Procacci, “Machiavelli rivoluzionario”, Collected Works of Machiavelli’ye önsöz (Roma, 1969)

[3] Fr. “Ulusal çıkar”, “devlet gerekliliği” anlamlarına gelebilen siyaset felsefesi terimi. (ç.n.)

[4] V. I. Lenin, Polnoe sobranie sochinenii [Yazılarının tam birleşimi] (buradan itibaren PSS), cilt 5, s. 46; cilt 20, s. 125; s. 44, s. 123.

[5] PSS, cilt 1, cilt 18, cilt 29, cilt 33 (Spencer).

[6] PSS, cilt 1, s. 471-2, 475-505, 507-8, 523; cilt 2, s. 169-70, 175-7, 201-2; cilt 5, s. 105, 107-8, 153; cilt 18, s. 349; cilt 22, s. 153-4; cilt 23, s. 255-7 (Malthus).

[7] PSS, cilt 1, s. 139, 143-4; cilt 18, s. 349; vol 25, s. 46; cilt 29, s. 127, 437, 439, 441-7, 454 (Darwin).

[8] Biblioteka V. I. Lenin v Kremle (Moscow, 1961).

[9] Giovanni Meloni (ed.) Dittatura degli antichi e dittatura dei moderni (Roma, 1983), Johannes Irmscher ‘Lenin e l’antichita’, Giovanni Meloni ‘Concetti romani e pensiero leniniano’, Giovani Lobrano ‘Lenin e il ‘tribuno dei soviet’.

[10] Walicki, a.g.e., s. 306; PSS, cilt 12, s. 425-8.

[11] Walicki, a.g.e., s. 281-2, 284, 285, 329.

[12] A.g.e., s. 347.

[13] A.g.e., s. 289, 305.

[14] Napolyon’a atfedilen bu cümleyi, Lenin’in “Devrimimiz Üzerine” başlıklı yazısındaki kendi alımlayışı ve çevirisi ile aktarmanın uygun olacağını düşünüyoruz: “Bir zamanlar Napolyon, sanırım şöyle yazmıştı: ‘On s’engage et puis… on voit’. Özgür bir çeviri ile şu anlama geliyor: ‘Önce ciddi bir savaşa gir, sonra ne olacak gör.’ ” [ç.n.]

[15] PSS, cilt 32, s. 306-7.

[16] PSS, cilt 34, s. 10-12.

[17] PSS, cilt 34, s. 48-52.

[18] Neil Harding, Lenin’s Political Thought, cilt 2 (Londra, 1981), s. 151.

[19] PSS, cilt 26, s. 22-3.

[20] PSS, cilt 26, s. 212-13.

[21] Fr. “Saldır, saldır, gene saldır.” [ç.n.]

[22] V. I. Lenin, Can the Bolsheviks Retain State Power? (Moskova, 1971), s. 45-6. Lenin, Marx’ın bu pasajından özellikle etkilenmişti. Ne Yapmalı?’da bu pasajın bir özetini şöyle sunar: “Bilindiği üzere savaşta, yalnızca ordunuza kendi gücüne güven aşılamakla kalmayıp, düşmanı ve bütün tarafsız unsurları da bu güce inandırmak, belirleyici bir etkendir; dostane bir tarafsızlık da bazen tayin edici olabilir.”

[23] PSS, cilt 29, s. 335.

[24] PSS, cilt 32, s. 21.

[25] Walicki, a.g.e., s. 42.

[26] Harding, a.g.e., cilt 2, s. 246.

[27] PSS, cilt 31, s. 443.

[28] PSS, cilt 31, s. 448.

[29] Sırasıyla Fransızca, Almanca ve Rusça’da “ulusal çıkar” ya da “devlet gerekliliği” anlamına gelebilecek eş değer ifadeler. (ç.n.)

[30] Giuseppe Prezzolini, Machiavelli (Londra, 1968), s. 249.

[31] Volkogonov, Lenin: Life and Legacy, s. 22.

[32] V. I. Lenin, The Tasks of the Youth Leagues (Pekin, 1975), s. 11, 15.

[33] Herbert Marcuse, Soviet Marxism: A Critical Analysis (Londra, 1968), s. 215.

[34] Olga Velikanova, Making of An Idol: On Uses of Lenin (Göttingen, 1996), s. 114. Burada, Neçayev’in kitabının İngilizce versiyonunu kullandım, The Catechism of the Revolutionist (Londra, 1971), s. 2.

[35] Velikanova, a.g.e., s. 113-14.

[36] A. J. Polan, Lenin and the End of Politics (Londra, 1984).

[37] Pipes, The Unknown Lenin, s. 153.

[38] N. Machiavelli, The Prince, (Harmondsworth, 1986), sf. 66; Machiavelli, The Discourses, 1. kitap, s. 221-2.

[39] Alain Besançon, The Intellectual Origins of Leninism (Oxford, 1981), özellikle 14. bölüm.

[40] Georg Lukács, Geschite und Klassenbewusstsein (Berlin, 1968), ve Georg Lukács, Lenin (Berlin, 1968).

[41] Harding, a.g.e., cilt 2, s. 326, ve ayrıca s. 307. Walicki, a.g.e., s. 396.

[42] Harding, a.g.e., cilt 2, s. 169.

[43] Harding, a.g.e., cilt 2, s. 75, 192-3. Lenin’in sosyalizmin derhal uygulamaya konulmasına niyetli olduğu görüşü Troçki (On Lenin, s. 125) ve Walicki (Marxism and the Leap to the Kingdom of Freedom, s. 273) tarafından da destekleniyor.

[44] F. Çuyev, Sto sorok besed s Molotovym; Iz dnevnika F. Chueva (Moskova, 1991).

[45] Troçki, On Lenin, s. 43.

[46] Moshe Lewin, Lenin’s Last Struggle (Londra, 1973); George Fyson (ed.) Lenin’s Final Fight: Speeches and Writings, 1922-23 (Londra, 1995).

[47] Antonio Gramsci, The Modern Prince and Other Writings (New York, 1970).