Bir Gencin Susturulma Çabası: Eren Üner Olayı ve Demokrasi Kırılganlığı

Türkiye’de ifade özgürlüğü, artık yalnızca fikir beyan etmenin değil, yaşadığını anlatmanın bile suç sayıldığı bir evreye girmiş durumda. İstanbul Üniversitesi öğrencisi Eren Üner’in hikâyesi, bu kırılganlığın ve çöküşün somut bir göstergesi. Önce Saraçhane’deki polis şiddetini belgelediği için gözaltına alındı, sonra gözaltında işkence gördüğünü açıkladığı için yeniden gözaltına alınarak adeta cezalandırıldı. Eren’in yaşadığı bu süreçte adaletin yerini alan şey, susturma mekanizmasının kendisidir.

Bugün İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kapısı önünde toplanan öğrenciler, Eren Üner için bir basın açıklaması yaptı. Eylemde yalnızca bir arkadaşlarına sahip çıkılmadı; aynı zamanda Türkiye’de baskıcı devlet reflekslerine, sistematik şiddete ve üniversitelerdeki demokratik alanların gaspına karşı ses yükseltildi. Yapılan açıklamada, gözaltı süreçlerinde sistematik hale gelen işkence, çıplak arama dayatmaları, cinsel şiddet ve tehditlerin altı çizildi. Üner’in yaşadıkları ne yazık ki münferit değil; tam aksine, yüzlerce öğrencinin benzer süreçlerden geçtiği bir tablo söz konusu.

Basın açıklamasında kullanılan şu ifade durumu özetliyor:

“Eren’in sesi sadece yaşadığı baskının değil, aynı zamanda öğrencilerin bir parçasıdır. O ses bize umudu, dayanışmayı ve vazgeçmemeyi hatırlatmaktadır.”

Bu sesin yeniden susturulmak istenmesi, öğrencilerin gözünde yalnızca Eren’e değil, topyekûn üniversite gençliğine, yani düşünen, sorgulayan, dayanışan bir kuşağa yöneltilmiş bir saldırıdır.

Ancak burada asıl sorulması gereken soru şudur: İşkence gördüğünü söyleyen bir gencin sesine kulak verilmesi gerekirken neden o genç yeniden gözaltına alınır?

Bu sorunun cevabı, yalnızca hukuk sisteminin değil, yönetim anlayışının da geldiği noktada gizli. Demokratik ülkelerde devlet, hak ihlallerini soruşturur; otoriter rejimlerde ise bu ihlalleri ifşa edenleri cezalandırır. Türkiye bugün, ikinci grupta yer almaktadır.

Gözaltında işkence gördüğünü kamuoyuyla paylaşan bir öğrenci hakkında “yeniden gözaltı kararı” verilmesi, yalnızca hukuk devletinin değil, insan haklarına olan saygının da askıya alındığını gösteriyor. Bu kararın kendisi, aslında demokrasinin yalnızca biçimsel bir vitrin olarak kaldığını, içeriğinin ise hızla boşaltıldığını gözler önüne seriyor.

Basın açıklaması şu cümleyle sona erdi:

“Bu baskılar, tehditler, gözaltılar bizleri yolumuzdan döndüremez. Öğrenci dayanışmamızla, omuz omuza mücadelemizle Eren’in sesi olmaya devam edeceğiz.”

Bu, bir direniş çağrısı olduğu kadar, aynı zamanda bir anayasa dersi gibidir. Çünkü üniversite gençliği, bugünlerde temel hakların en çok ayaklar altına alındığı bu ülkede, belki de en sahici anayasal hak savunucularıdır.

Unutulmamalıdır:

Bir ülkede gençlerin yaşadığı baskıyı dile getirmek “suç”, işkence ise “rutin uygulama” haline gelmişse, orada artık demokrasiden değil, onun mezar taşına kazınacak yazıdan söz etmek gerekir.