Bilimsel Görüşün Bedeli: Prof. Sözüer’in Mütalaasına Bürokratik Cezalandırma mı?

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında hazırlanan bilimsel mütalaa, yalnızca hukuki bir tartışma yaratmakla kalmadı; akademik ve bürokratik alanlarda da dikkat çekici bir cezalandırma zincirini tetikledi. Ceza hukukunun önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Adem Sözüer’in, İmamoğlu’nun diplomasının iptali sürecine dair hazırladığı hukuki görüşün ardından, kardeşi Dr. Abdülvahit Sözüer’in görevden alınması, “Bilimsel görüş beyan etmenin bedeli mi ödetiliyor?” sorusunu gündeme taşıdı.

Bilimsel Görüş, Bürokratik Bedel

Tartışmaların odağındaki isim, eski İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer. Sözüer, İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptali sürecinde hukuka aykırılık tespit eden bir mütalaa hazırlamış, ayrıca Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine yönelik “ahmak” davasında da İmamoğlu lehine görüş bildirmişti. Hakkında ortaya atılan “İmamoğlu’nun avukatı” iddialarını ise kesin bir dille reddetmiş; yalnızca bilimsel değerlendirmelerde bulunduğunu ve “hukukçu yeminine sadık kaldığını” vurgulamıştı.

Ancak asıl dikkat çekici gelişme, Sağlık Bakanlığı bünyesinde yaşandı. Prof. Sözüer’in kardeşi Dr. Abdülvahit Sözüer, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanlığı görevinden alınarak, genel kamuoyunda “kızak görev” olarak bilinen müşavirlik pozisyonuna atandı. Görev değişikliğinin zamanlaması, Prof. Sözüer’in kamuoyuyla paylaşılan mütalaalarının hemen ardından gelmesi, olayın yalnızca idari bir tasarrufla açıklanamayacağını düşündürüyor.

Aileye Yönelik “İnce Ayar” mı?

Anayasa ile güvence altına alınmış bilimsel görüş bildirmenin böylesine dolaylı bir bedelle karşılık bulması, hukuk devleti ilkeleri açısından son derece endişe verici bir tabloyu ortaya koyuyor. Bu gelişme, yalnızca siyasal değil; akademik ve bürokratik özerklik açısından da ciddi bir kırılmanın işareti olarak görülüyor. Türkiye’de devlet içi kliklerin işleyiş biçimlerine dair somut bir örnek teşkil eden bu olay, aynı zamanda geçmişte de örnekleri görülen “aile üzerinden gözdağı verme” uygulamalarını hatırlatıyor.

Bu tür müdahaleler, özellikle kamu bürokrasisinde liyakat yerine sadakat ilkesinin egemen hale geldiğini gösteriyor.

Sessizlik ve Geri Çekilme Beklentisi

Bu gelişmeler, devlet içinde belirli kliklerin anayasal eşitlik, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü gibi temel ilkeler karşısında gösterdiği direncin biçimlerini de gözler önüne seriyor. Yargıdan bürokrasiye, sağlık yönetiminden akademiye kadar uzanan bu çapraz müdahaleler zinciri yalnızca bilimsel özgürlüğü baskılamakla kalmıyor; aynı zamanda kamu görevlileri üzerinde caydırıcı ve sindirici bir gölge oluşturuyor.

Ortaya çıkan bu tablo, sadece bir mütalaa krizini değil; anayasal düzenin temel ilkeleriyle otoriter reflekslerin çarpıştığı bir eşik durumunu da işaret ediyor.