Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmeler, uluslararası çıkar oyunlarının nasıl yeniden yazıldığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Kasım ayı sonunda El Kaide kökenli Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), ani bir saldırıyla Suriye hükümet güçlerini geriletti ve 8 Aralık’ta neredeyse direnişsiz bir şekilde Şam’a girdi. Bu olayın ardından HTŞ lideri Ahmed el-Şaraa, yani bilinen adıyla Ebu Muhammed el-Culani, örgütün savaşçılarını dağıtacağını ve yeni rejimin ordusuna entegre edeceğini açıkladı.
Ancak burada durup şu soruyu sormak gerekiyor: Birleşmiş Milletler tarafından terör örgütü olarak tanımlanan bir yapı nasıl oluyor da birdenbire devlet kurucu rolüne soyunduruluyor?
HTŞ’nin “Ehlileşmesi” Senaryosu
Batı medyasının son dönemde HTŞ’yi “ılımlılaşmış” bir yapı olarak pazarlamaya çalışması dikkat çekiyor. Örgütün, Esad rejiminin zalimliklerini vurgulamak adına bir tür “kurtarıcı” gibi gösterilmesi, Batı’nın Suriye’deki çıkarlarına uygun bir algı operasyonu. Batı basınında HTŞ’nin, “yeni rejimin ordusuna entegre edilmesi” ya da “sosyal adaleti sağlayacak bir devlet kurma niyetinde olması” gibi söylemlerle meşrulaştırılması, hem ahlaki hem de politik bir çelişki.
HTŞ’nin geçmişte uyguladığı vahşi şiddet, kadınlara yönelik sistematik zulüm ve cihatçı ideolojisi göz ardı edilerek, örgütün rehabilite edilme çabası, aslında Batı’nın bölgedeki kendi çıkarlarına uygun bir aktör yaratma girişimi. Suriye’deki mülteci akınını durdurmak ve Avrupa’ya yönelik göç baskısını azaltmak, bu planın en önemli motivasyonlarından biri. Ancak böylesi bir pragmatizmin, bölgede daha büyük felaketlere yol açacağını tahmin etmek zor değil.
Terör Listesinde Ama Masada
HTŞ’nin Birleşmiş Milletler terör listesinde yer aldığını ve hâlen ABD, İngiltere ve Almanya tarafından terör örgütü olarak tanındığını hatırlatmakta fayda var. Ancak bu ülkeler, diplomatik perde arkasında HTŞ ile ilişki kurmaktan çekinmiyor. ABD’nin ardından İngiltere ve Almanya’nın da HTŞ ile temas kurması, Batı’nın “pragmatik” dış politikasının yeni bir örneği.
Türkiye’nin HTŞ ile olan ilişkisi ise zaten uzun süredir biliniyor. Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarında HTŞ’ye doğrudan cephe açmak yerine, örgütle zaman zaman dolaylı temaslar kurarak “alan kontrolü” politikasını uyguluyor. Türkiye’nin bu tutumu, Batı’nın HTŞ ile ilişkilerini meşrulaştırmasına da bir zemin sağlıyor.
Esad Rejiminin Sonu mu, Yeni Kaosun Başlangıcı mı?
HTŞ’nin Şam’a girişiyle birlikte, Esad rejiminin 20 yılı aşkın iktidarı fiilen sona erdi. Rusya, İran ve Hizbullah’ın, HTŞ’nin ilerleyişine neden seyirci kaldığı ise belirsizliğini koruyor. Bu durum, bölgede yeni bir jeopolitik hesaplaşmanın işareti olabilir. Moskova ve Tahran’ın sessizliği, kısa vadeli bir stratejik tercih mi, yoksa HTŞ’nin zaferinin arkasında gizli bir anlaşma mı var? Bu soruların yanıtı, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek.
HTŞ lideri Culani’nin “Suriye’yi birleştirme” ve “tüm mezheplerle sosyal adalet sözleşmesi yapma” söylemleri, Batı medyasında yankı bulsa da, örgütün ideolojik kökenleri ve pratiğiyle bu vaatlerin ne kadar bağdaştığı tartışmalı. Bir terör örgütü, sırf Batı’nın bölgedeki çıkarlarına hizmet ediyor diye meşru bir siyasi aktöre dönüştürülebilir mi?
Batı’nın Çıkar Pragmatizmi: Terörün Makyajlanması
Batı, mülteci akışını durdurmak ve bölgedeki nüfuzunu korumak adına HTŞ gibi radikal yapılarla ilişki kurmaktan çekinmiyor. Ancak bu tür kısa vadeli çıkar hesaplarının, bölgede daha büyük çatışmalara ve insani krizlere yol açacağı unutulmamalı. Batı medyasının HTŞ güzellemeleri, yalnızca kamuoyunu bu dönüşüme hazırlama çabasıdır.
Oysa unutmamak gerekir ki HTŞ’nin “ılımlılaşması” bir aldatmacadan ibarettir. HTŞ, El Kaide kökenli ideolojik bir yapı olarak, yalnızca taktiksel bir dönüşüm geçiriyor. Batı’nın bu örgütü meşrulaştırma çabası, gelecekte yeni ve daha yıkıcı çatışmaların zeminini hazırlıyor.
Çelişkiler Yumağı ve Bölge Halklarının Bedeli
HTŞ’nin sahada kazandığı zaferler, uluslararası diplomasinin etik ve hukuki açmazlarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı’nın, bir zamanlar “terörist” olarak tanımladığı örgütü şimdi “ehlileştirilmiş” bir güç olarak pazarlaması, yalnızca kendi çıkarlarını gözeten bir ikiyüzlülüktür.
Suriye halkının yıllardır yaşadığı yıkımın sorumluları bellidir: Terör örgütlerini araçsallaştıran büyük güçler ve yerel aktörlerin pragmatik hesapları. Ancak bedel, her zaman olduğu gibi bölgede yaşayan milyonlarca insan tarafından ödenmektedir.
HTŞ’nin makyajlanması, sadece kısa vadeli bir çözüm yanılsamasıdır. Gerçek barış ve adalet, terörün meşrulaştırılmasıyla değil, halkların iradesine dayalı adil bir düzenle sağlanabilir.
- Boncuklu Tarla: 12 Bin Yıl Öncesine Uzanan Sessiz Tanık - 18 Aralık 2024
- Batı’nın Yeni Çelişkisi: Terör Listesindeki HTŞ, Nasıl Oluyor da “Ehlileştiriliyor”? - 18 Aralık 2024
- Yurt Dışına Çıkış Harcı Ödemelerinde Dijital Dönem Başlıyor - 17 Aralık 2024