Seçime 2 aydan az kaldı ve CHP adaylarını ancak belirleyebildi. Bu konudaki geç kalınmışlık telafisi güç sonuçlara gebe. Ana muhalefetin çok önceden hazırlığını yapması ve kritik bölgelerde adaylarının sahaya çıkması gerekiyordu ama olmadı. “Garanti” görülen yerlerde yaşanan kıran kırana rekabet partideki güç mücadelesinin bir parçasına dönüştü. Kâh Kaftancıoğlu örneğinde olduğu üzere istifanın köşesinden dönüldü, kâh görevden almalar yaşandı.
İttifak gereği İyi Parti’ye bırakılan belediyelerde daha önce CHP’nin adayı olacağı düşünülen kimi isimlerin “güvenli” seçim bölgelerine transfer edilmesi tartışmaları alevlendirdi. Çünkü o isimler büyükşehirlerde ilçe belediye başkanlığı bekleyenlerin yerlerini aldı. Haliyle bu durum küskünler kervanına yeni üyeler kattığı gibi seçmeni de adını sanını daha önce duymadığı adaylarla karşı karşıya bıraktı. Bu siyaset tarzının sandıkta CHP’ye ne getirip ne götüreceği şimdilik belirsiz ama ağızlarda buruk bir tat olduğu aşikâr.
“Garanti” belediyelerden kazanılması zor olanlara geçildiğinde ise tartışmanın ateşi düştü. Hele üst üste AKP’nin galip çıktığı yerler 2. plana atılmış gibi. Halbuki seçimin seyrini değiştirmek ancak o ilçelerde ipi göğüslemekle mümkün. Beyoğlu bunlardan yalnızca biri. 1994’ten bu yana Refah geleneği ve AKP tarafından yönetilen ilçe ve vitrini Taksim, iktidarın fetihçi siyasetinin en net hissedildiği bölge.
Rejim değişikliğini Taksim’e mekansal ve sembolik şiddet uygulayarak sürdüren iktidar bir yandan da Gezi’nin rövanşını almaya çalışıyor. İstiklal’de ve Taksim meydanında fiili bir OHAL düzeni yürütüyor. İlçenin cumhuriyetle özdeş değişimini silmeye, çokkültürlü kimyasını yok etmeye, sol hafızadaki yerini bulanıklaştırmaya gayret ediyor. AKM’nin yıkılması, Topçu kışlası ısrarı, Cumartesi annelerine Galatasaray’ın yasaklanması, Tarlabaşı projesi ve daha nicesi bu saldırının bir parçası. Bu nedenle Beyoğlu’nun rejimin dayatmalarına direnmesi Beyoğlu’nun ötesinde bir anlam taşıyor.
Sağdan adaylara teveccüh etmesiyle meşhur CHP yönetimi bir sürpriz yaparak sosyalist bir ismi, ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş’ı işte böyle bir ilçeye aday olarak belirledi. PM’de oybirliğiyle alınan karar onun ne denli isabetli bir seçim olduğunun kanıtı. Taş’ın adaylığı bir başka siyasetin mümkün olabileceğini sadece Beyoğlu’na değil tüm İstanbul’a gösterme potansiyeline sahip. Taş patronlarla, yandaşlarla, din bezirganlarıyla değil mahalleli ile mahallenin sorunları için çalışma ve ortak karar alma iradesinin siyaset tarzına büründüğü bir gelenekten geliyor. Bir tarafta Terzi Fikri’nin Fatsa’sından bir tarafta Gezi deneyiminden besleniyor. Dolayısıyla “yalnız bir aday” ya da sola bir “güzellik” vesilesi değil. Aksine kolektif bir siyasetin temsilcilerinden biri ve bu nedenle de omuzlardaki yük büyük.
Şimdi ana muhalefetin daha fazla oy almak için sağcılaşma stratejisi yerine “diğer mahalleye” sol bir söylemle ulaşmanın şartlarını zorlayacak bir politikanın potansiyelini görme zamanı. Süre kısa, iş çok. Fakat başarılması halinde ülkenin karanlıktan çıkması için küçük ama etkili bir adım olacak. Şüphesiz gerçek bir demokrasi pratiğinin ancak tabandan yürütülen bir politik eylemle hayata geçirilebilmesi ve Saray rejimine bariyerin onun en çok kuşattığı semtlerde kurulabilmesi aritmetik hesabının ötesinde bir politik ufku gerektiriyor.
Ulaşamadığınız sokaklara, hanelere ulaşabilmek, ekonomik kriz başta olmak üzere memleketin sorunlarıyla yerelin dertleri arasındaki ilişkiyi soldan konuşup tartışmak ilerisi adına önemli bir imkân ve bu imkân doğru kullanıldığında müjdelediği politik başarı eninde sonunda sayısal karşılığını da bulacak.
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020