Anayasa Tartışmaları XII – SOL Parti ve “Anayasa Tuzağı”

Sol Parti, AKP’nin ortaya attığı anayasa tartışmalarını bir “tuzak” olarak    adlandırıyor. Parti başkanlar kurulu[1], bu konuda hazırladığı bir bildiriyi/mektubu sol kamuoyu, diğer sol muhalif partiler ve emek-dayanışma örgütleriyle paylaştı; söz konusu metni yazımın içerisinde de paylaştım.  Gerek bu metin gerekse de Sol Parti Başkanlar kurulu üyesi İlknur Başer Hanımefendi ile sohbetlerimizden[2] öğrendiğim bazı noktaların çok önemli olduğunu düşünüyorum.

2010 Anayasa Referandumu Hafızalarımızda Duruyorken: Yeni Anayasa İkinci Bir “Yetmez ama Evet” Tuzağı  

Bir kere 20 yılı aşan AKP iktidarında partinin daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasayı devreye sokmak adına bir anayasa tartışması başlatmadığını düşünmek için elimizde yeterince tarihsel örnek/hatıra mevcuttur: 2010 Anayasa Referandumu ’nu[3] bir “toplumsal uzlaşı” metni gibi sunan ve özellikle 12 Eylül Darbesi’ni gerçekleştiren komutanlara karşı darbe açılmasına olanak sağlayacak değişiklik önerileriyle  sosyalistlerin belirli bir kesimini de yanına çekmeye başaran AKP’nin bunu bir referandum taktiği olarak kullandıktan sonra reform sözcüğünü unutması hala hafızalardadır. Referandumla birlikte sosyalistlerin bir kısmının da desteğiyle 12 Eylülcülerin yargılanmasını engelleyen 15. maddenin kaldırılmasına ‘evet’ diyerek darbecilerin yargılanmasının önünü açılmıştı. Anayasa değişikliği gerçekleşir gerçekleşmez  Ankara ve İstanbul  Beşiktaş adliyeleri önünde toplanan Yetmez ama Evetçi aktivistlerden dönemin DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Ferhat Kentel, Hilal Kaplan, Markar Esayan, Nihal Bengisu Karaca, Cafer Solgun, Ayşe Hür, Yasemin Göksu, Zeynep Tanbay, Turgay Oğur, Muharrem İkitimur, Yalçın Ergündoğan, Cihan Şenoğuz, Şenol Karakaş, Fehim Işık, eski savcı Necati Özdemir gibi pek çok ismin bulunduğu yüzden fazla darbe karşıtı, Kenan Evren ve 12 Eylül darbecileri hakkında suç duyurusunda bulunmuş ardından bir basın bildirisi okunmuştu:

12 Eylül 2010 günü millet devlete el koymak zorunda kaldı. Elli yıllık darbeler tarihinin sonuna gelindi. 30 sene sonra, 12 Eylül’le hesaplaşmak için büyük bir fırsatımız oldu. 12 Eylül 1980’in “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen kudretli komutanından hesap sormak için 12 Eylül 2010’da bütün engeller kalktı. Artık askeri darbelerde darbecilere selam duran yüksek yargıçlarımız olmayacak. Brifinglere koştura koştura gidip genel kurmay salonlarının ön koltuklarında yer kapmaya çalışanların sonu geldi.

Bizler, Geçici 15. Maddeyi de kaldırmış olan anayasa değişikliği referandumunda “Evet” oylarının kazanması için uzun süre “yetmez ama evet” kampanyasını yürüttük. Şimdi, aynı kampanyanın aktivistleri ve darbecilerden hesap sorulmasının demokrasinin sınırlarının genişlemesi açısından çok önemli olduğunu düşünen insanlar olarak 13 Eylül’de bir saniye bile kaybetmeden darbeciler hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz.

Darbe şartları olgunlaşsın diye iki yıl bekledik diyenler, 12 Eylül darbesini yapmak için Bayrak Harekât Planı’nı hazırlayanlar suç işledi. 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’ndaki işçi sınıfına karşı işlenen katliamın 12 Eylül darbesini tetikleyen, plan ve raporları kozmik odalarda saklanan, derin bir suikast olduğu bilinmektir. Maraş olayları ve Çorum katliamının toplumsal çatışma çıkarmaya yönelik derin devletin sevk ve idaresinde, bir kısım insanların milli-dini duyguları tahrik edilerek yaptırıldığı gün yüzüne çıkmıştır. Türk-Kürt ayrımcılığı, Alevi-Sünni çatışması, şeriat-komünizm korkutmaları, şüpheliler tarafından yıllarca uygulanan psikolojik harekât planlarının ürünüdür. Toplumu kontrol altında tutmak amacıyla farklılıklar rejim tehdidi gibi gösterilerek ayrımcılık körüklenmiştir. Bu sebeple toplumda yarılmalar meydana gelmiştir. Üretilen kaos ortamında yasal olarak çözüm yoluna iktidardaki hükümetin karar vermesi gerekirken yapılan darbe, anayasal düzene açıkça müdahaledir.

İktidardaki hükümete bağlı olan askerler, iktidarın talimatları dışında hiçbir şey yapma hak ve yetkileri yokken yasaları açıkça ihlal ederek anayasal düzeni yıkmaya yönelik yaptıkları eylem ve işlemler nedeniyle suç işlediler.

Darbe yapmak suçtur. Kenan Evren ve o gün darbe suçuna ortak olanlar yargılanmalıdır.

Darbe yapmak suçtur. Darbe cinayetlerle el ele gider. Kenan Evren ve ekibi onlarca gencin idam kararını verdi.

Darbe yapmak suçtur. Bu suç, fişlemeyle, işkenceyle, yasaklarla el ele gider. Kenan Evren ve ekibi, darbenin ardından 1 milyon 683 bin kişiyi fişledi, 650 bin kişiyi gözaltına aldı. 171 kişi darbeden sonra hapiste işkenceden öldü.

Darbe yapmak suçtur. Darbe sendikalar üzerindeki baskılar demektir. Kenan Evren ve ekibi darbe suçunu işlerken yüz binlerce üyeye sahip sendikaları yasaklı ilan ettiler. Sadece sendikaları değil, darbeciler dernekleri de kapattı. Kenan Evren ve ekibi 23 bin 677 derneğin faaliyetine son verdi.

Darbe yapmak suçtur. Darbe suçu, ölümlerle birlikte ilerler. 12 Eylül darbesinin ardından, işkence dışında hapishanelerde 299 kişi yaşamını yitirdi. Kenan Evren ve ekibi bu ölümlerden de sorumludur.

Darbe yapmak suçtur. Darbe, düşünce ve ifade özgürlüğünün askıya alınması demektir çünkü. Darbeci Kenan Evren ve ekibi, 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istedi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Kenan Evren ve ekibi bu cezalardan sorumludur, bu darbe suçunun planlayıcısı ve uygulayıcısıdırlar.

Darbe yapmak suçtur. Çünkü darbeler sürgünler, mültecilik, vatandaşlıktan atma gibi baskılarla el ele gider. Kenan Evren ve ekibinin 12 Eylül darbesinden sonra, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.

Darbe yapmak suçtur. Kenan Evren ve ekibi bu suçu işlemiştir. Bu suçla övünmekte, bu suçu haklı göstermeye çabalamaktadırlar.

Darbe yapmak suçtur ve bu suç en ağır cezayla karşılanmalıdır.

Kenan Evren ve hayatta olan 12 Eylül darbecilerinden şikayetçiyiz.

İdam edilen insanlar adına, işten atılanlar, sürgüne gönderilenler, işkencelerde, Diyarbakır Cezaevinde yıpratılanlar, fişlenenler, göz altında öldürülenler adına, işkence gören kadınlar, çocuklar adına, tüm yaşamı değiştirilenler adına, kendimiz adına, özgürlük için, adalet için, eşitlik için, darbe yapmanın ağır bir suç olduğunu hafızalara kazımak için bugün darbeciler hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz.

Yetmez ama EVET kampanyası

İstanbul Beşiktaş Adliyesi önünde okunan basın bildirisinin okunmasını takiben yaptıkları açıklamada Yetmez ama Evet’çiler “Kenan Evren ve 12 Eylülcüler hakkındaki davanın takipçisi olacaklarını” belirterek “Yetmez ama [Evet] aktivistleri[nin] başlattıkları yeni kampanyayı da” açıklarlar  “Yetmez! Yeni bir Anayasa İstiyoruz!”[4]

2010 Anayasa Referandumu bir demokratikleşme referandumu getirmedi, elini taşın altına koyarak kısmi de olsa (yetmez ama…) bir reform düşüncesine (…evet) diyenler, evet dedikleri şeylerin hiç de bir reform olmadığını, 12 Eylül Darbecilerinin yargılanmasının da yılan hikayesine döndüğünü gördüler/görmek zorunda kaldılar.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (eski Sol Parti) o tarihte de 2010 Anayasa Referandumuna ve bu referandumda AKP’ye anılan kredinin sloganı haline getirilen “Yetmez ama Evet”e karşı çıkmışlardı.[5]  Dönemin ÖDP Genel Başkanı Alper Taş[6], yaptığı açıklamada hem partinin referandumda hayır oyu vereceğini hem de Yetmez ama Evet’çilerin gündeme taşıdıkları yeni anayasa düşüncesini 7 ayrı başlıkta eleştiriyordu.  Yeni anayasa yapılacaksa bunun bir kurucu meclis tarafından yapılması gerektiğini dile getiren ÖDP, şu noktaların altını çiziyordu:

  1. Anayasa değişiklik paketi hazırlanışı ve sunuluşu itibariyle anti demokratiktir. ‘Anayasa değişikliği gündemimizde yok’ diyen AKP ani bir kararla ‘kendin pişir, kendin ye’ anlayışıyla Anayasa değişiklik paketi hazırlayarak bu paketi ‘ya hep ya hiç’ dayatmasıyla gündeme getirmiştir. Dayatmacı, toptancı ve halkı oy vermek dışında dikkate almayan bu usulün anti demokratikliği ortadadır.
  2. Anayasa değişiklik paketinde halkımızın en temel sorunlarına çözüm içeren herhangi bir madde yoktur. Ne halkın kamusal haklarına (eğitim, sağlık, güvenceli çalışma), ne Kürt sorununun demokratik çözümüne ne Alevi yurttaşların eşit hak taleplerine, ne anti demokratik seçim ve Siyasal Partiler Yasası’nın değiştirilmesine donuk herhangi bir madde yoktur. Kamu çalışanlarına grev hakkı, siyaset yapma hakkı yoktur.
  3. AKP kendi ihtiyaçlarına göre bir Anayasa değişiklik paketi hazırlamıştır. Bu değişiklik paketinin özü yargıyı siyasal iktidara daha fazla bağımlı kılmak, özelleştirmelerin önündeki engelleri bütünüyle kaldırmaktır. Paket gerçek bir yargı reformunu içermemektedir. Gerçek bir yargı reformu için temel nokta yargının her düzeyde siyasal iktidara bağımlı olmaktan kurtarılmasıdır. HSYK’nin başında Adalet Bakanı ve müsteşarın bulunmasının korunması 12 Eylül anlayışının devamıdır.
  4. ‘Anayasal düzeni değiştirme amacı’ yıllardır bu ülkedeki devrimcilere yöneltilen en önemli suçlamalardan biri olmuştur. Ama bu ülkede devrimcilik hiçbir zaman ‘sadece Anayasa’yı değiştirmek’ mücadelesinden ibaret olmadı. Devrimcilik, var olan ve bize dayatılan tüm seçeneklerin ötesini hedeflemektir. O yüzden 12 Eylül Anayasasına mahkûm olmadığımız gibi, AKP Anayasasına da mahkûm değiliz.
  5. Bugünkü ihtiyacımız 12 Eylül faşist cuntası tarafından hazırlanan anayasanın çöpe atılarak, emekçilerin ve ezilenlerin talepleri doğrultusunda eşitlikçi, özgürlükçü, yeni bir Anayasanın hazırlanmasıdır.
  6. Anayasanın içeriği kadar hazırlanış süreci de demokratik olmalıdır. Toplumun en geniş kesimleri Anayasa tartışmasına eşit ve özgür bir bicimde katılmalı, yüzde 10 seçim barajının kaldırıldığı, barajsız bir seçimle bütün siyasi fikirlerin parlamentoda temsiline olanak veren bir kurucu meclis ile Anayasa hazırlanmalıdır.
  7. ÖDP, 12 Eylül’de yapılacak referandum surecine eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir Anayasa talebiyle dahil olacak, bir yandan bu ihtiyacı ortaya koyarken, diğer yandan böyle bir Anayasanın içereceği hak ve özgürlükleri aşağıdan bir mücadele ile geliştirmeyi hedefleyecektir. ÖDP bu mücadeleyi ortaklaşabileceği kesimlerle birlikte yürütecektir.”

 

AKP’nin Anayasası’na karşı olmak Yeni Anayasa’ya Karşı olmak

Sol Parti’nin bir “yeni anayasa” düşüncesine karşı olduğunu, 1982 Anayasası’nın bu şekliyle yürürlükte kalması gerektiğini düşündüğünü söylemek yanlış olur. “Hepimiz ülkenin içinde olduğu bu karanlıktan rahatsızız. Daha önemlisi ülkemizin geleceği için de endişeliyiz. Bu endişemizin çok haklı gerekçeleri var” diyerek mevcut yapıya dair eleştirilerini, kamuoyuyla paylaştığı  Sol Klavuz’da dile getiren Sol Partinin de özgürlükçü ve eşitlikçi “yeni” bir anayasa düşüncesinin takipçisi olduğunu ilk elden söylemek gerekiyor: Sol Klavuz’da “Tek adam rejimi ile birlikte parlamento[nun] etkisiz bir kurum haline getirildi[ğinin] Anayasa ve yasalar[ın] iktidar[ın] baskısı altında fiilen uygulanamaz durumda [olduğunun] Yargı[nın] tümüyle iktidarın bir siyasi aygıtına dönüştürüldü[ğünün] Bu ortamda tüm yetki Saray’da toplanırken, devlet de türlü mafya, çıkar çetesi ve tarikat arasında paylaşıldı[ğının]” altı çizilir.

Sol Parti, “Türkiye için çıkış yolu[nun] ancak yönelimi sosyalizme uzanan bir geçiş programı ile mümkün” olabileceğini belirterek “…siyasal sistem[in] bütünüyle yenilenme[si]” gerektiğinin altını çizer. Sol Parti şu hususlara da dikkatimiz çekmektedir:

Halkın kendi kendini yönetmesine, geleceğin sınıfsız sömürüsüz toplumunun nüvelerinin bugünden kurulmasına, halkın her düzeyde yönetime katılma imkanlarının geliştirilmesini öngören bir halk demokrasisi perspektifiyle hazırlanacak bir Anayasa ile özgürlüklerin önündeki bütün yasal engeller kaldırılmalıdır. Halkın siyasal süreçlere doğrudan katılabileceği, yerel yönetimlerin güçlendirileceği bir taban demokrasisinin kurumsallaşması için yeni bir siyasal hayat; siyasetin toplumsallaştığı, toplumun siyasallaştığı bir düzen kurulmalıdır. …

Yeni bir demokratik rejim laikliği temel alan bir anlayışla kurulmadıkça ve siyasal İslamcı kadrolaşma tasfiye edilmedikçe; özgür ve demokratik bir ülkeye ulaşmak mümkün olamayacaktır. Böyle bir çıkış yolunun olmazsa olmaz koşulu; toplumsal bir barış ikliminin yaratılması ve birlikte yaşama iradesinin geliştirilmesidir.

Kürt sorununun barışçıl çözümünün yanı sıra, etnik , dinsel ve cinsel kimlikleri nedeniyle dışlanan ve ezilenlerin toplumsal taleplerinin karşılanması özgür ve demokratik bir toplumun güvencesi olacaktır.

Ülkenin bir diğer önemli sorunu ise, savaştan kaçarak ülkemize sığınmak zorunda bırakılan göçmenlerdir. Bu sorun bir yandan sermaye sınıfları açısından “ucuz işçilik” şeklinde bir sömürü aracı olarak kullanılmakta; diğer yandan da ırkçı-milliyetçi hareketlerin gelişmesi için uygun bir zemin ortaya çıkarmaktadır…

İktidar blokunun güç kaybettiği koşullarda muhalefet, halkın gerçek taleplerinin taşıyıcısı olarak güç toplamak ve bu gücü örgütleme görevini üstlenmelidir. Yıllar süren bu cendereden kurtulmanın başka yolu yoktur. Sorun devrimci bir çıkış yoluna dönük toplumsal bir muhalefetin örgütlenmesinde düğümlenmektedir. …

Emperyalizme karşı bir Kurtuluş savaşıyla kurulan bu Cumhuriyetin bütün kazanımlarını sahiplenen ama onu da aşan devrimci demokratik bir Cumhuriyet için mücadele etmeliyiz. Sömürücü sınıfların, siyasal İslamcıların, Amerikancılıklarını milliyetçilikle gizlemeye çalışanların, faşist darbecilerin lekelediği ve giderek ortadan kaldırdıkları Cumhuriyet; şimdi tüm ezilen kesimlerin, emekçilerin laik, bağımsız, demokratik cumhuriyeti olarak yeniden kurulmak zorundadır.

Arabayı Atın Önüne Sürmek…

Sol Parti’nin ifade ettiği düşüncelerin çoğuna katılmamak, altlarına imza atmamak mümkün değil. Aynı şekilde neden partinin, yeni bir anayasa, tam da partinin Sol Klavuz’da altını çizdiği türden bir anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için mücadele etmek yerine anayasa değişikliği düşüncesinin “tuzak olduğu” düşüncesini öne çektiğini anlamak da mümkün değil. İlginç olanı, Sol Parti, sadece “tüm ezilen kesimlerin, emekçilerin laik, bağımsız, demokratik Cumhuriyet”in Kanun-i Esasi’si olacak anayasa önerileri konusunda değil, dikkatimizi çektiği tuzaklar konusunda da haklıdır. Anlaşılmaz olan ise partinin tüm demokratik kitle örgütleri, emek-dayanışma örgütleri ve diğer demokratik muhalif partileri dolaşarak anayasasını anlatmak yerine tehlikelere dikkat çekmesi, yolun sonundaki devrimci anayasa umudunu, yoldaki tehlikelere kurban etmesidir.

Arabayı (tehlikeleri) atın (anayasanın) önüne sürmek yerine atı öne çekmek; umudun tehlikeleri bertaraf etmesi için çalışmak yakışır Sol Parti’ye.


[1] Sol Parti, genel başkanlık ve bir kadın bir erkek adayların ortak yönetimine dayanan eş genel başkanlık kurumları yerine “başkanlar kurulu” adı verilen bir heyet tarafından idare edilmektedir. 2021 yılı itibariyle başkanlar kurulu, Önder İşleyen, Hayri Kozanoğlu, Gizem Gül Kürekçi ve İlknur Başer’den oluşan 4 kişilik bir Başkanlar Kurulu’nca yürütülmektedir.

[2] Mukavemet Tv, Anayasa Tartışmaları, 09.09.2021, https://www.youtube.com/watch?v=RUZhbte16So

[3] Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Kanun No. 5982                                                                                               Kabul Tarihi: 7/5/2010) Resmî Gazete, Tarih: 13.05.2010, Sayı: 27580. Referandum sonucunda oylamaya katılanların 21.787.610’u (%57,88) değişiklikleri kabul (evet), 15.856.441’i de (%42,12) reddetmişti.

[4] (Haber), “Darbe Karşıtları, Kenan Evren ve 12 Eylül Darbecileri Hakkında Suç Duyurusunda Bulundu” Marksist.org. 13.09.2010. https://web.archive.org/web/20120712212121/http://www.marksist.org/haberler/1855-gecici-15-madde-cope-gitti-12-eylulculer-yargilanacak

[5] 2010 referandumunda AKP, Büyük Birlik Partisi, Saadet Partisi, Abdullatif Şener’in Genel Başkanı olduğu Türkiye Partisi, Ahmet Reyiz Yılmaz’ın genel başkanı olduğu Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Kürt siyasi hareketi içerisinde yer alan Şerafettin Elçi’nin genel başkanlığını yaptığı, Katılımcı Demokrasi ve  Abdullatif Epözdemir’in liderliğindeki  Hak ve Özgürlükler partileri,  Güçlü Türkiye Partisi ve Marksist Tutum çevresi anayasa değişikliği kanununa evet oyu için tavır almışlardı. Barış ve Demokrasi Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Devrimci İşçi Partisi ve Sürekli Devrim Hareketi gibi parti ve oluşumlar da anayasa değişikliğine, bu referandumu boykot ederek kısmi/utangaç destek vermişlerdi. Referandumda CHP, TKP, DSP, Emek Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi, İşçilerin Sosyalist Partisi, Türkiye Birleşik İşçi Partisi, Liberal Demokrat Parti, Ulusal Parti, Yeni Parti, Yurt Partisi, MHP, İşçi Partisi, Demokrat Parti, Bağımsız Türkiye Partisi,  gibi partilerin yanında TMMOB, DİSK, Halkevleri, İşçi Cephesi gibi oluşumlar da hayır oyu kullanmıştı. Sol Parti’nin selefi ÖDP de referandumda Hayır Bloku içinde yer almıştı.

[6] BirGün (Haber), “ÖDP: Ne 12 Eylül’ün Ne AKP’nin Anayasası” BirGün, 10.07.2010.

 

Sol Parti Anayasa Aciklama

Mete Kaan KAYNAR