Amara

Adım Amara. Üzerimdeki tiner kokusu size ulaşıyor mu? Belki yanmış vücudumun küllerinden  hala geliyordur tiner ve ateşin kokusu. Ama ulaşmaz size…  

 Adım Amara. Kimse bilmez, tanımaz beni. Bir hayat hikayem yok benim. Yaşasaydım, belki  benim de başarılarım olurdu, yeteneklerim keşfedilirdi. Belki tüm Türkiye’de, Ortadoğu’da ve  dünyada tanınan biri olurdum. Belki sadece yaşardım, diğer insanlar gibi… Okurdum, sonra bir işim olurdu. Kendi ayaklarının üzerinde duran yetişkin bir kadın olurdum. Yaşardım işte herkes gibi.. 

 Adım Amara. Dün öğleden sonra babamın üzerime döktüğü tinerle yanarak öldüm Urfa’da.  Babam beni zorla evlendirmek istedi. Ben, babama henüz bir çocuk olduğumu ve evlenmeyeceğimi  söyledim. Babam kızdı, çok kızdı. Evimizin odası işkencehanem oldu, babam ise işkencecim.  Çığlıklarım ulaşmadı kimseye. Çığlıklarımın sessizliğinde boğuldum. Odamda kan izleri kaldı.  Odanın duvarlarında ise haykırışlarım kaldı. Bu duvarlar tanıktır yaşadığım işkencelere.. 

 Adım Amara. Bir çocuğum ben. Her çocuk gibi coşkulu hayallerim var benim. Suçum bir kız  çocuğu olmak mı? Yeni yeni tomurcuklanan memelerimi bile bir suç gibi saklamaya çalıştım. Suç,  vücudumun cinsiyetime göre şekillenmesinde değildi. Suç, bende değildi. Suç, memelerime ve  vajinama yüklediğiniz cinsiyetçi bakış açınızdaydı. Bütün gücü erkeğin penisinde simgeleştirip,  güce tapınırken, bizim kadın bedenimizi yağmalamayı kendinizde hak gördünüz. Lakin ben henüz  bunun farkında değildim. 13 yaşındayım. Toplumsal cinsiyet rollerini çözümleyebilecek kadar  yaşam hakkı tanımadınız bana.  

 Dün öğleden sonra babam tarafından üzerime dökülen tiner, göğsümden aşağıya süzülürken fark  ettim memelerimi. Babam çakmağı ateşlediğinde, ateşin sıcaklığında erimeye başladı vücudum. Eril zihniyetinizin barbarlığının ateşinde yandı bedenim. Vücudumdan yükselen alevlere baktığımda  gördüm, kadın düşmanlığınızın kara dumanlarını. İki yüzlü ahlak anlayışınızın zaferini  kutluyordunuz, yanan bedenimin alevlerinde. 

 Adım Amara. Türkiye’de, Suriyeli bir kız çocuğuyum ben. Savaşın ve yoksulluğun kısır  döngüsünün içine düşmüş bir yaşamın düze çıkma şansı varmı dır? Hele de cinsiyetin kadınsa… Ama belki dedim… Belki… O belki de hayallerim vardı. Hiç gerçekleşmeyecek olsa da belki bir  şansım vardı. On üç yıllık yaşamıma yeterince acı ve zulüm sığmamış mıydı zaten? Belki yaşam  bana da gülerdi. Göç yollarına düşen herkes, yeni bir yaşamın hayaline tutunmaz mı? Bir umut  işte… O cılız ve tek umudun yakasına tutunarak bir deniz botunun üzerinde rüzgara karşı  yürüyenlerden kimileri, Akdeniz’in tuzlu sularına karıştılar. Cesetleri kıyıya vurdu… Kıyıdaki  cesetlere bakan insanlık, sessizliğe büründü. 

 Peki, kıyıya vurmayan cesetler nerede belirir? Bu sorunun bir cevabı varmıdır, bilmiyorum.  Babamın beni kilitlediği odada kanlar içinde kıvranırken son bir umutla haykırışıma tutundum.  Meğerse nefes almak bir umutmuş. Bunu son nefesimi verirken anladım. 

 Adım Amara. Sadece yaşamak istemiştim herkes gibi, her canlı gibi… On üç yaşında yaşamadan  öldüm. Oysa yaşasaydım, belki okuyabilecektim. Benim de diğer kızlar gibi sevgililerim olacaktı.  Bir oğlanın sıcak gülüşüne tav olup, onun gözlerinde sevgiyle dans edecektim. Sevecektim,  sevilecektim. Belki aşık olacaktım, sonra terk edilecektim, sonra da aşk acısı çekecektim. Sevginin  ve aşkın renklerini keşfedecektim. Belki aşk acısı çekerken bir Müzeyyen Senar şarkısında  vuracaktım şarabın dibine… Sonra bu şapşal hallerime gülüp geçecektim. Gözyaşımın tuzu  kuruyacak ve aşk hallerim güzel bir anı olarak kalacaktı belleğimde… 

 Babam beni çocukluğumdan koparıp kocaman bir adamla evlendirmeye zorladığında, bir umut  dedim ve itirazıma sığındım. Reddersem, direnirsem bir şansım olacaktı. Direnişim, itirazım son  şansımdı. Şansım bu itirazın haykırışındaydı. Elbette bu reddin sonu ölüm de olabilirdi. Lakin bir  

baba evladına kıyar mı? Ben, babam bana kıyamaz diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Çocuktum  çünkü… Belki bundan dolayı yanıldım. Hoş yanılmasaydım ne olacaktı. Kurtulacakmıydım ya ölüm ya koca döngüsünün karanlığından… 

 Adım Amara. Önce son umudum öldü sonra ben. Oysa okuyacaktım. Sadece bedenim değil  hayallerim de yandı. Henüz Dostoyevski’nin, Raskolnikov karakteriyle tanışmadım bile. Oysa  yaşasaydım, Tolstoy’un romanındaki Nehludov karakterini keşfedebilecektim belki… Anna  Karanina’ nın yasak aşkında, 19. yüzyıl kadınlarının duygu dünyasını keşfe çıkacaktım. Vivaldi’nin dört mevsiminin notalarında salınırken, Emile Zola’nın Germinal romanındaki direnişin gücünü,  sıradan insanların sıradışı hayatlarını öğrenecektim. Belki ben de haklarımı aramak ve savunmak  için eylemlere katılacak, sokakların özgürlüğe çağıran sesinin peşinden gidecektim. Sonra belki  hapishaneye düşecek, orada Victor Hugo’nun “Bir İdam Mahkumunun Son Günleri”ni okuyup,  Bertolt Brecht’in dizelerinde bu sistemi sorgulamayı öğrenecektim. Sonra hapishanenin  havalandırmasında, çav bella’yı arkadaşlarımla coşkuyla söyleyip, başeğmezliğin güzelliğini  tadacaktım. Kimbilir, belki hapishaneden bir yazar olarak çıkardım. Anılarımı yazdığım kitabın  imza günlerine bile katılabilirdim.  

 Adım Amara. Hayatımı çaldılar. Çocuk gülüşlerimin üzerine tiner dökerek yaktılar. Önce çığlığım ateşe karıştı sonra ben. Oysa yaşasaydım hayallerim var olacaktı, belki hiç gerçekleşmeyecekti ama  var olacaktı, geceleri uyurken içimi ısıtacaktı. Biliyorum yaşasaydım hayal kırıklıklarım da olacaktı. Lakin yaşasaydım hayal kırıklıklarıyla başedebilirdim. Kırılan her hayalimden bir kelebek çizer,  

kanatlarını rengarenk boyar, bir şiirin mısralarında, bir öykünün satırlarında can verirdim,  yüreğimin susmak bilmeyen sesine.. Yüreğimi bir kelebeğin kanatlarına yüklerdim. 

 Adım Amara. Bugün beni kimsesizler mezarlığına gömdüler. Haber bültenlerinde iki dakika bile  sürmedi ölüm haberim. Çığlığım, hayallerim ve bedenim ateşe karıştı.  

 Adı Amara’ydı. Bu sabah haberleri dinlerken beş dakika bile sürmedi yaşam öyküsü. “Zorla  evlendirilmek istenen 13 yaşındaki Amara babası tarafından yakılarak öldürüldü” dedi, haberleri  sunan kadın spiker. Haberi verirken spiker, sahte bir üzüntüyle dudaklarını büzüştürerken, coşkuyla  diğer habere geçti. Böyle bir haberin televizyonda yer alabilmesi için insanların acılarından,  gözyaşlarından reyting yapan programların ortaçağ eğlencesine dahil olmak gerekir. Concorde  meydanında giyotine giden insanların kafasına inen giyotin bıçağına bulaşan kanda, kendinden  geçen diğer insanların şuursuz halleri gibi… 

 Adı Amara. Paris’te bu sabah Türk televizyonun haberlerini dinlerken iki dakikalık ayrıntı gibi  geçti hayatı. Yüreğimde hissettim onu. Adı Amara. Kimsesizler mezarlığına gömülmüş. Amara’nın hayat öyküsünün detaylarını bilmiyorum. Ama içime dokundu işte. Amara sen o kadar da kimsesiz  değilsin demek istedim. Biliyorum bu saatten sonra bir anlamı yok belki… Hayır öyle düşünme…  Senin küllerin boşluğa savrulmasın istedim… 


*3 Eylül 2021 tarihli haber: “Urfanın Eyyübiye ilçesi Şıhmaksut Mahallesi’nde 13 yaşındaki  Suriyeli Amara Dwla, babası Mohammad Dwla tarafından yanıcı maddeyle yakılarak katledildi.”