AKP Döneminde Türkiye’de Büyük Ölçekli Özelleştirmeler ve Devletin Dönüşümü

Büyük Ölçekli Özelleştirmeler ve AKP’nin Siyasi Rüşdünü İspat Çabası

Önceki bölümde tartışılan yapısal ve pratik zorlamaların, AKP’nin büyük ölçekli devlet işletmelerini özelleştirme çabaları üzerindeki belirleyici etkisi yadsınamaz. Ancak, bunlar kadar önemli bir başka konu da, AKP’nin başından beri hararetle savunduğu özelleştirme yanlısı siyasi çizgidir. Erdoğan’ın iktidarının onuncu yılında devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi yönünde yaptığı çağrı, bu nedenle devlet tiyatrolarının oyun seçimleri üzerinde belediye denetimini protesto eden tiyatroculara karşı basit bir iktidar tepkisi değil, AKP’nin özelleştirme konusunda başından beri izlediği bu siyasi çizginin geldiği doruk noktasıdır.[16] AKP’nin 2001’deki kuruluşu sırasında, içinden çıktığı Milli Görüş hareketinin kalkınmacı iktisadi söylemini açıkça terk ederek geliştirdiği bu neoliberal pozisyonun ne kadar bilinçli bir tercihin ürünü olduğu, Erdoğan’ın ERDEMİR’in özelleştirilmesi süreci sırasında sarfettiği şu ifadelerden de anlaşılabilir:[17]

Özelleştirme, kamunun elindeki zarar eden işletmelerin özel sektöre satılması değil. Özelleştirme, devlete, topluma, ekonomiye, kamu sektörüne bakış esasında şekillenen, kamu işletmelerinin satılmasının ötesinde sonuçlar doğuran bir araç. Biz, daha güçlü, daha etkin ve asli fonksiyonlarını eksiksiz yerine getiren bir devlet anlayışını benimsediğimiz için özelleştirmeden yana tavır alıyoruz.[18]

AKP’nin bu özelleştirme yanlısı çizgisini Zaifer (2012: 14-16), 2001 krizi öncesi Türkiye’de sermaye kesimi içinde bu konuda var olan çatışmaların kriz sonrası yumuşamasıyla ilişkilendirmektedir. Zaifer bu çerçevede, 1990’ların sonundan itibaren sermaye birikim rejiminde gözlemlenen değişim eğilimlerinin 2001 krizi sonrası belirginleştiğini ileri sürmektedir. Buna göre, sermaye kesimi, rekabet gücünü mutlak artık değer üretiminden göreli artık değer üretimine geçerek artırma kaygısıyla kriz sonrası önüne iki temel hedef koymuştur. Bunlar, üretimde ileri teknoloji kullanımının artırılması ve emeğin üretkenliğini artırıp ücret seviyelerini aşağıya çekebilecek yeni bir emek disiplin rejiminin geliştirilmesidir.[19] Devlet işletmelerinin ucuz ve yüksek katma değerli ara mal üretememelerinin yanı sıra sendikalı ve görece yüksek ücretli işçi istihdam etmeleri20 bu hedeflerin önünde engel oluşturmuş, bu da 2001 sonrasında sermaye kesimi içinde özelleştirme yanlısı ortak bir tutum oluşmasına imkan vermiştir. Zaifer’e göre AKP, İstanbul sermayesi (TÜSİAD), Anadolu sermayesi (MÜSİAD, TOBB VE TUSKON) ve yabancı sermaye (YASED) tarafından dile getirilen bu ortak talebi hızla parti politikası olarak içselleştirmiştir.

Bu noktada, kısa bir metodolojik uyarı yapıp, sermaye birikim koşullarındaki uzun soluklu değişimlerle, devletin ve sermaye kesimlerinin çeşitli politika tercihleri arasındaki ilişkinin basit bir nedensellik içinde anlaşılamayacağının altını çizmek gerekir. Bu iki farklı düzey arasındaki tarihsel bağlantı, devlet ve farklı sermaye kesimleri açısından özelleştirme politikalarını 2000’lerde tercih edilir kılan somut konjonktürel yeniden üretim ve kâr imkanlarının ortaya konulmasıyla kurulabilir. Bu açıdan, Anadolu sermayesinin özelleştirme yanlısı olarak değişen pozisyonunu, AKP’nin iş başına gelmesi sonrası süreçten pay kapma beklentilerinin sonuç vermeye başlamasıyla ilişkilendirmek daha açıklayıcı görünmektedir. 2000’lerde yapılan ETİ Aluminyum ve Yeşilırmak Elektrik Dağıtım AŞ gibi iki büyük ölçekli özelleştirmenin kazananlarının sırasıyla Anadolu kökenli Cengiz Holding ve Çalık Grubu olması bu açıdan önemlidir (Zaifer, 2012: 16).

AKP’nin büyük ölçekli devlet işletmelerinin özelleştirilmesinde sergilediği kararlılık, bu dinamiklerin yanısıra, iktidarının ilk yıllarında Türkiye’de iktidar bloğu içinde yaşadığı güçsüzlükle de ilişkilendirilebilir. “Hükümet olup, iktidar olamamak” olarak da özetlenebilecek olan bu durum, AKP’yi iç siyasette karşı karşıya bulunduğu kırılganlıkları uluslararası düzeydeki desteklerle aşma çabası içine sokmuştur. Uzun süredir hem IMF’nin, hem de AB’nin gündeminde olan büyük devlet işletmelerinin özelleştirilmesi konusu bu açıdan büyük bir fırsat yaratmış ve AKP tek parti iktidarının aynı zamanda neoliberal politikaları hayata geçirebilecek kadar da güçlü olduğunu kanıtlayabilmek için PETKİM, Türk Telekom, TÜPRAŞ ve ERDEMİR’in blok satışlarını adeta bir siyasi rüşdünü ispat gösterisine dönüştürmüştür.