Açık yaralar

Ali Kaya bir çocukken otuz sekiz geldi ve onu Haydaran Dağları’nda yakaladı. Çocuk bilmez, ellerinin bağlanmasını, kollarının zorla çekilmesini, büyüklerle aynı kafile içinde hızlı hızlı yürümeyi bilmez, oyun sanar bunları.

Ali Kaya bağlandı, başka çocuklarla ve büyüklerle beraber yürüdü, yoruldu, ağladı, yine yürüdü, saatler sonra en sonunda bir nehrin kıyısına vardılar. Ağustos ayıydı, sıcaklar bela değil, Kerbela’ydı. Suya giremese, bir yudum içemese de, sudan gelen serinliği, Zel’den esen rüzgârla beraber duydu. Ve birden mermilerden evvel, onları kusan silahların gümbürtüsü kulağına geldi. Bayıldı.

Uyandı. Akşamdı. Askerler yerde kıpırtısız yatan insanları suya itiyordu. Bunu bazen çekerek, bazen süngü yardımıyla yapıyorlardı. Emir kullarıydı, ne yapsınlar. Kıpırdayanlar süngüden nasibini yeniden alıyordu ki kıpırdayamayana kadar bu iş sürüyordu.

Ali gözlerini sıkı sıkı kapattı, sıra ondaydı. Süngü beline, sırtına, yanlarına değdi, battı, çıktı, hiç ses çıkarmadı, kaç yerine battıysa da süngüye dayandı ki, hiçbir çocuk bu ağrıya dayanamaz. En sonunda can kalmadığına emin oldular, ayağından sürüklenerek suya atılınca bu eziyet o an bitti. Soğuk su, açık yaralarına hücum etti. Bayıldı.

Ali Kaya çok uzun yaşadı, torunlar gördü, sırtında süngü izleriyle, torununun çocuklarını gördü, üç kuşak silinmeyen süngü izlerini gördüler. Yirminci yüzyıl, yirmi birinci yüzyıla devrildi, süngü izleri durdu sırtında, Ali Kaya’nın yaraları kapanmadı, oralarda açık kaldılar.

Yeni yüzyılda İslamcılar iktidara geldi, son yüzyılda yaşanmış modernleşmeden intikam almak istiyorlardı. Ergenekon, Balyoz davaları, JİTEM yargılamaları derken, Dersim otuz sekizin o uğursuz yazında meydana gelen kitlesel kıyım sayfalarını da büyük bir iştahla açıverdiler.

Ali Kaya’nın başına gelen felaket, o yüzyıl içindeydi. Devleti ele geçiren yeniyetmeler, tarihten intikam almak için tarihle yüzleşme adında bir sefer başlattılar. Ali Kaya o katliamın bir ispatı, hayattaki son sırtı süngülülerindendi. Hükümetten maaş alan gazeteciler, Gazik’te yaşadıkları deprem evinden bir gün onu aldılar, süngülendiği suyun kıyısına götürdüler, belden üstünü soydular, onu kameralara çektiler. Katliam olmuştu işte, ispatı onun sırtındaki açık yaralardı. Ali Kaya o akşam tek katlı afet evine bırakıldı.

Artık tarihten intikam alınmıştı, Dersim otuz sekiz sayfası kapanıverdi, binlerce sayfalık arşiv Meclis’te sır oldu. Ömrünün son demlerini yaşayan ve bir kuru özür göremeyen Ali Kaya öldü, o hep sessiz akan suyun kıyısında bilinmez bir yere gömüldü, sırtındaki süngü izleriyle beraber.

Ali Kaya’dan sonra, tarihle yüzleşme faslının bittiğini, Kızıltepe JİTEM davasının hakimleri bir kere daha ilân etti. Kızıltepe’de doksanlarda yirmi iki köylüyü kimin öldürdüğü belli değildi, JİTEM adlı bir örgüt de yoktu. Ordudan intikam alınmış, nasılsa yeni kadrolar her yerde işbaşı da yapmıştı. Asit kuyularını fazla kurcalamaya, geçmişin açık yaralarıyla uğraşmaya ihtiyaç kalmamıştı.

Hüseyin AYGÜN
Latest posts by Hüseyin AYGÜN (see all)