Hafiyeler ençok sohbetlerin bol olduğu kahvehanelerde konuşlanmışlardı. Bunun yanı sıra sohbetin bol olduğu berber dükkanları, camiler, sokaklar, hamamlar, kayıklar, mezarlıklar ve han odaları ve evlerden de yararlanırlardı. Evlerde yapılan aile toplantıları, bayram ziyaretleri, gece oturmaları, düğünler, nişanlar, cenaze törenleri ve taziyeler daha bir önem kazandığı için dikkatle takip edilirdi. Jurnaller sadece para ya da mevki elde etmek için değil, aynı zamanda ihtilafı olan kişiler de birbirlerini lekelemek için yaparlardı. Jurnallerde bazen de uydurma hikayeler yazılır, bunların doğru olmadığı zumanla ortaya çıkar, ama bunu yapanlara dokunulmazdı. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 104-105, Ötüken Yayınları-2016)
1890’da Saray Mabeyn Katipliği’ne alınan ve 14 yıl süreyle Abdülhamit’e sarayda katiplik hizmeti veren Ahmet Reşit Rey, “Gördüklerim-Yaptıklarım” isimli kitabında jurnalcilik için şöyle diyor: “Sultanhamit’in devr-i saltanatını karartan ve halkı kendisinden soğutan illet jurnalcilikti. Hafiyelik ve jurnalcilik bu dönemde ardeta bir sanat haline geldi. O sanata salik ve maharete malik olanlar, babaları, anaları, kardeşleri ve dostları hakkında bile -okuyanı inandıracak tarzda- jurnal verdiklerinden her fert bibirinden süphelenerek babanın evlada, evladın babaya emniyeti kalmadı. Ehilbaba (dostları) ve akrabalar ile buluşup görüşmek, müşkilleşti. Hakkında jurnal verilip de bir belaya uğramamak için herkes dilsiz oldu. (Ahmet Reşit Rey’den aktaran Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 109-110, Ötüken Yayınları-2016)
1894-1908 yılları arasında Abdülhamit’in Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi olarak görev yapan Tahsin Paşa, “Sultan Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları” kitabında jurnallerin halka verdiği zararları şöyle anlatıyor: “Jurnaller sebebiyle haklı veya haksız vükela, memurlar, yazarlar, halktan çok kimsenin canı yandı. Aziller, sürgünler, hapisler, gözaltılar birbirini kovaladı. Sultan genelde sürgün politikası uyguladı. Sürgünler, ekonomik yönden mağdur edilmez, kendilerine maaş bağlanarak sürülürlerdi. Bu sürgün edilenlerin bir kısmı hiçbir vazifeye haiz olmayan sadece bir maaşla ikamete memur edilir, bir kısmı da memuriyetle gönderilirdi.(Tahsin Paşa’dan aktaran Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s.110, Ötüken Yayınları-2016)
Muhalifler ve halk üzerinde bir korku iklimi oluşturulmuştu. İnsanlar “aman yerin kulağı var” diyerek birbirleriyle diyaloğ kurmaktan bile korkar hale gelmişti. Hafiye Teşkilatı, ülke içerisinde özellikle Ermeni örgütlerinin faaliyetlerini izliyordu. Yurt dışında ise Paris, Roma, Londra, Cenevre, Petersburg, Viyana, Mısır, NewYork ve Tahran gibi merkezlerdeki muhalif kişi ve kurumları yakından takip ediyordu. İstihbarat örgütlenmesi yurtdışında elçilik ve kossolokluk kadrolarından oluşturulmuştu. Yurtdışıda isitihdam edilen hafiye memurları bulundukları ülkede devletin dış temsilcililerinde çalışıyor ve elde ettikleri bilgileri Hariciye Nezareti kanalıyla İstanbul’a aktarıyorlardı. Tıpkı ülke içinde olduğu gibi yurtdışındaki hafiyelere de maddi yardımlar yapılıyordu. Hafiye teşkilatının kurulması aynı zamanda 30 bin kilometreden fazla telgraf hattının döşenmesini, İstanbul’dan imparatorluğun en uzak kentlerine kadar muhaberenin kurulmasını sağlamıştı. Batı Avrupa’dan istihbarat faaliyetinden kullanılan en modern makinalalar getirilmişti. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 78-79, Ötüken Yayınları-2016)
İmparatorluğun en uzak vilayetlerine kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan hafiyeler sayesinde Yıldız Sarayı’na ayda toplam olarak 3 binden fazla jurnal geliyordu. Abdülhamit’e karşı muhalifler ve Avrupa devletleri tarafından yöneltilen eleştiriler jurnalcilık ve ispiyonculuk kavramları üzerinden yapılıyordu. Yabancı devletlerin “kendilerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkardıkları için bu teşkilatı kurduğunu” iddia eden Abdülhamit’in 30 yıl iktidarda kalmasını sağlayan istibdat döneminde bu istihbarat teşkilatının büyük bir rolü olmuştu. Kendisini Yıldız Sarayı’na hapsettiği ve dışarı çıkmaktan korktuğu propagandalarına karşı Abdülhamit kendisini şöyle savunmuştu: “Bir münzevi hayatı geçirdiğimden dolayı beni ülkemde cereyan eden ahvalden tamamıyla haberdar olmamakla itham ediyorlar. Halbuki istihbarat teşkilatım o şekilde tanzim edilmiştir ki, hiçbir şeyin gözümden kaçmasına imkan yoktur.” (Şükrü Altın, II. Abdülhamid Efsanesi Yıldız İstihbarat Teşkilatı, s. 185, Çelik Yayınevi, ikinci baskı-2017)
Hafiye teşkilatının İstanbul ayağı çok geniş bir örgütlenme ağına sahipti. İstanbul’un hemen her bölgesinde hafiye merkezleri vardı. Julnaller bu merkezler buralara iletilir, merkezlerde değerlendirildikten sonra Sultan’a veya Saray’ı ulaştırılırdı. İstanbul’da bulunan toplam 23 hafiye merkezinin bulunduğu bölgeler şöşleydi: 1.Yıldız bölgesi. 2. Beşiktaş bölgesi. Çırağan, Feriye ve Dolmabahçe sarayları, 3. Bab-ı Ali. 4. Askeri mektepler. 5. Beyoğlu bölgesi. 6. İstanbul bölgesi ve Mevlevihaneler. 7. Üsküdar bölesi. 8. Çamlıca ve Şehzade köşkleri. 9. Serasker kapısı. 10.Fatih bölgesi. 11. Medreseler. 12. Şeyhüsislam kapısı. 13.Adalar bölgesi. 14. Liman bölgesi. 15.Bakırköy ve Ayastenfanos bölgeleri. 16.Şişli bölgesi. 17. Tersane. 18.Yaldız Sergi Dairesi. 19. Anadolu Hisarı. Kanlıca, Çubuklu bölgeleri. 20.Zaptiye kapısı. 21.Tekke ve Zaviyeler. 22.Kadıköy bölgesi. 23. Beykoz bölgesi.
Bunların içinde hafiyelerin en yoğun olduğu bölgeler Beşiktaş, Beyoğlu ve Üsküdar’dı. Hafiyeler sadece İstanbul’da değil bütün Osmanlı Vilayetlerinde görev yapıyordu. Arşive belgelereni göre bu bölgeler de şöyleydi. Selanik, Yanya, Bosna, Suriye, Bitlis, Kosova, İbrail, Serfice, Yaş, Kalas, Yakova, Köstendil, Van, Laşid (Prezrin’e bağlı), Karaferye (Selanik’e bağlı). (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s. 93-95, Ötüken Yayınları-2016)
İkinci Meşruitiyet’in ilanından sonra Meclis-i Vükela’nın 29 Temmuz 1908 tarihli Kararnamesiyle Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetlerine son verildi. Bu kararın açıklanmasının ardından İstanbul basını jurnallerin kamuoyuna açıklanması için bir kampanya başlattı. Bunun üzerine Meclis-i Mebusan, bir Evrak Tetkik Komisyonu kurdu. Komisyon, Yıldızı Sarayı’na giderek jurnaller dahil Abdülhamit’in bütün evrakını inceleye başlamışti ki, Mahmut Şevket Paşa’nın emriyle 330 sandık dolusu evrak Harbiye Nezareti’ne gönderildi. O zamanlar Harbiye Nezareti olarak kullanılan bugünkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’na getirilen evrakın incelenmesinden Abdülnamit’in tahttan indirilmesinde rol alanların da jurnallerine rastlanınca, kim tarafından verildiği belli olmayan bir emirle jurnal sandıkları Harbiye Nezareti’nin bahçesinde yakıldı. (Emre Gör, II. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı, s.111, Ötüken Yayınları-2016)
Jurnallerin imha edilmesiyle bu örgüt dağıtılmış olmadı ve asıl yapılanması gizlenmiş oldu. Onu kuranların despotik ve derin devlet anlayışı ise sonraki süreçte devam etti. İttihat ve Tarakki tarafından bu örgüt baz alınarak daha geliştirilmiş olan Teşkilat-ı Mahsusa kuruldu. Bu örgüt vasıtasıyla yüzbinlerce Ermeni katledildi. Teşkilat-ı Mahsusa tarzı istahbarat örgütlenmesi Cumhuriyet döneminde çeşitli isim değişiklikleriyle devam ettirildi ve günümüze kadar devam eden derin devlet yapılanmasının nüvesini oluşturdu.
- Siyasal Önderlikler ve Sosyalizm Anlayışı – Şaban İba - 14 Haziran 2024
- Eğitimde müfredat sorunu! - 26 Mayıs 2024
- Solun Durumunu Yeniden Düşünmek! - 20 Mayıs 2023