1917: Dünyayı değiştiren devrimlerin yılı

Şubat Devrimi

1917’nin başında Rusya’da savaşın yıkıcı etkisi hissediliyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte adındaki Almanca ekler çıkarılarak St. Petersburg’dan Petrograd’a dönüştürülen Rusya’nın başkentinde gıda maddelerine erişimde sıkıntı yaşanıyordu.

Ülke çapında köylüler işledikleri toprağa sahip olamamaktan, işçiler ise yaşam ve çalışma koşullarından şikayetçiydi. Üç yıldır devam eden savaş, milyonlarca kişinin yaşamına mal olmuştu. Çok sayıda asker silahlarını bırakıp, cepheyi terk eder hale gelmişti.

1917’nin başında şeker, yağ, süt, ekmek, meyve ve yakacak gibi temel ihtiyaç maddelerinde kıtlık yaşanıyordu. Bu durumun yaratabileceği sonuçların farkında olanlar, bir isyandan endişeleniyordu.

7 Şubat’ta Çar İkinci Nikolay’a bir mektup gönderen Dük Aleksandr Mihayloviç, “Danışmanlarınız Rusya’yı ve sizi bir felakete sürüklüyor” diyordu:

Huzursuzluk hızla artıyor. Geçen her gün halkınızla aranızdaki uçurum büyüyor. Bu durumun devam etmesine izin verilmemeli. Söyleyeceklerim kulağa garip gelse de, hükümet devrime zemin hazırlıyor. Halk bir devrim peşinde değil ama hükümet halkın huzursuzluğunu artırmak için mümkün olan tüm adımları atıyor.

Fakat aylar içinde sosyalist bir devrimin gerçekleşmesini kimse beklemiyordu. O devrimin liderliğini yapacak olan ve 1917’nin başında İsviçre’nin Zürih kentinde bulunan Vladimir Lenin bile, “Biz yaşlılar, gelecekteki devrimin tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz” diyordu.

Şubat ayının başında, planlamada yaşanan sorunlar ve mevsim normallerinden sert seyreden kış nedeniyle ihtiyaç malzemelerini taşıyan araçlar da Petrograd’a ulaşmakta zorluk yaşıyordu.

Yazar Maksim Gorki, 10 Şubat’a gelindiğinde, gıda maddelerinin yetersiz yakıt nedeniyle Petrograd’a ulaşamayan trenlerde kalması sonucu kentin iki haftalık yiyeceğinin kaldığını, önlerinde büyük bir kıtlık olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Rusya parlamentosu olan Duma’nın Başkanı Mikail Rodzianko, 10 Şubat’ta Çar İkinci Nikolay’a gönderdiği mesajda, gıda sıkıntısının olası sonuçları hakkında net uyarılarda bulunmuştu:

İçişleri Bakanı Protopopov’u görevden almazsanız her şey olduğu gibi devam edecek ve üç hafta sonra karşınızda o kadar güçlü bir devrim bulacaksınız ki sizi ve hanedanınızı yeryüzünden silecek.

13 Şubat günü kente gelen un miktarı, ihtiyacın 12’de 1’ine kadar düştü. Sokaklarda ekmek kuyrukları ve huzursuzluk paralel bir şekilde artarken o dönemde Bolşevik Merkez Komitesi’nin başında bulunan Aleksander Şlyapnikov, ekmek isyanından bir devrim çıkabileceğine inanmıyordu:

Bunlara biraz ekmek verin, bütün hareket bitecektir.

20 Şubat’ta emniyet birimleri, yiyecek bulamayan halkın isyan edebileceğini, Bolşevikler ve Menşeviklerin bu yönde hazırlıkları olduğunu bildirdi.

25 Şubat’a gelindiğinde sokaklar on binlerce protestocuyla dolmuştu. Yiyecek bulamayan halk hükümeti protesto ederken askerler, isyanı bastırmak için halkın üzerine ateş açtı. Çok sayıda kişinin ölmesine ve yaralanmasına yol açan bu olay, Şubat Devrimi’ne giden yolda yaşanan ilk şiddetli çatışmaydı. Sonraki gün, ölü sayısı 40’a çıktı, 100’den fazla kişi gözaltına alındı.

27 Şubat’ta askerlerin içinde ilk itaatsizlikler başladı. Bazı erler halka ateş açmak istemiyordu, bir asker ise kendisine ateş emri veren üstünü silahıyla öldürdü.

O güne kadarki en büyük eylemlerden biri 3 Mart 1917’de, kentin büyük endüstri tesislerinden biri olan Putilov’un işçileri tarafından örgütlendi. Hükümete karşı yapılan bu eylemler ve grevler, sonraki günlerde artışa geçti. Eylemcilerin talepleri arasında “barış ve ekmek” yer alıyordu.

Rusya’daki Fransa elçisi Maurice Paleologue, 6 Mart tarihinde “Petrograd’da ekmek ve yakacak sıkıntısı yaşanıyor” diye yazmıştı:

Sabah uyandığımda fırının önünde bekleyenlerin uzun bir sıra oluşturduğunu gördüm. Bazıları bütün geceyi orada geçirmişti. Ülkede büyük bir nakliye krizi var. Motorlar soğuktan bozulmuş, yedek parçaları üretecek fabrikalarda ise işçiler grevde. Yoğun karın da bazı demiryollarını tıkaması nedeniyle ülke çapında 57 bin vagon hareket edemez hale gelmiş.

Paleologue, 8 Mart’ta insanların “ekmek ve barış” sloganıyla sokağa çıktığını yazmış ve “havada devrim kokusu var” ifadelerini kullanmıştı.

O gün Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayan kadın işçiler de eylemlere katıldı. On binlerle başlayan işçi eylemleri 9 Mart günü yüz bini aştı. Bazı yerlerde fırınlar yağmalandı.

O tarihlerde Petrograd’da olan İngiliz yazar Claude Anet, “Rus Devrimi’nin İçinde” adlı kitabında, 9 Mart tarihindeki gazetelerde isyana dair hiçbir haber yer almadığını yazmış ve “Hükümet basını kontrol edebiliyor ama sokakları kontrol edemiyor” demiş, tanık olduğu olayları şöyle anlatmıştı:

Askerler, Anitchkoff Sarayı’nın önüne gelen eylemcilere dağılmaları uyarısında bulundu. Dağılmamaları üzerine askerlerin başındaki komutan ateş emri verdi. Askerlerin çoğu havaya ateş etti ve insanlar silah sesi üzerine kaçtı.

Anet, sonraki gün de sokaklarda eylemcilerle konuşurken polislerin kendilerine ateş açtığını, askerlerin bu emirlere uymadığını anlattıklarını yazmıştı.

Petrograd Valisi Aleksandr Balk, solcu liderlerin kalabalık kitleleri ajite ettiğini ancak ordunun silah kullanmakta isteksiz olduğunu söylüyordu.

Eylemlerin büyümesi üzerine kentteki tüm eylemler yasaklandı, protestoculara ateş açılması emredildi. Polisler başlangıçta bu emirlere uysa da ilerleyen günlerde halka ateş açmakta isteksiz davranmaya başladı. Askerlerin bir kısmı de eylemcilere destek verdi ve eylemcilere ateş açan polislere ateş açtı, bazı polislerin silahlarına el koyuldu.

Petrograd’daki huzursuzluk artarken 11 Mart günü Rusya İmparatorluğu’nun meclisi Duma’nın faaliyetleri bir kararname ile durduruldu.

12 Mart’ta Duma’nın bir kısmı bu karara uyarken bir kısmı da Geçici Komite adı altında çalışmaya başladı. Bu komite, devrimin ardından Geçici Hükümet’in temelini oluşturacaktı.

Kentte isyan halinde olan kitleler, Petrograd Sovyeti (sovyet, Rusça’da konsey anlamına gelir) adı altında örgütlenmeye başladı. 1905 yılında da kentte, o zamanki adıyla St. Petersburg Sovyeti kurulmuş, fakat sonrasında Çarlık tarafından dağıtılmıştı.

1915 yılında Merkezi İşçi Grubu adı altında Menşeviklerin öncülüğünde, Bolşeviklerin de desteğiyle tekrardan benzer bir yapı kurulmuştu.

Menşevik ve Bolşevikler 1903 yılında birbirlerinden ayrışmış olsa da Şubat Devrimi’nde birlikte hareket etmişlerdi, Menşevikler, sosyalizme geçiş için şartların henüz olgunlaşmadığını savunurken, Bolşevikler ise silahlı ayaklanmayla hızlı bir şekilde devrim yapılması gerektiğini düşünüyordu.

Merkez İşçi Grubu yapı, Şubat Devrimi sürecinde Petrograd Sovyeti’ne dönüştü ve işçiler ve askerlerin üye olduğu, yönetiminde çeşitli sosyalist partilerin yer aldığı önemli bir yapıya bürünerek devrimin ardından zaman zaman Geçici Hükümet’ten daha etkili oldu.

1905'teki St. Petersburg Sovyeti, 12 yıl sonra kurulacak Petrograd Sovyeti'ne ilham vermişti. Fotoğrafta Troçki önde, soldan ikinci sırada.

1905’teki St. Petersburg Sovyeti, 12 yıl sonra kurulacak Petrograd Sovyeti’ne ilham vermişti. Fotoğrafta Troçki önde, soldan ikinci sırada.

12 Mart’ta Petrograd’daki askerler, halka ateş açma emirleri veren komutanlarına isyan edip silahlarıyla birlikte eylemcilere katılmaya başladı.

Ordunun ağır silahlarının bulunduğu garnizonda olan İngiltere’nin Rusya Askeri Ataşesi Alfred Knox, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Dün bir grup askerin polislere ateş açarak silahlarına el koyduklarını öğrendim. Bazı birlikler isyan etmeye başlamış. 12 Mart günü garnizondayken, binanın isyancı askerler tarafından sarıldığını gördük. Hepsi silahlıydı, çoğunun süngülerinde kızıl bayraklar asılıydı ve başlarında bir komutan yoktu. Bulunduğumuz binanın camlarına bakmaya başladılar. Düşmanca bir tavırları yoktu. Rütbeli askerler de camdan kalabalığı izliyordu.

“Beni en çok etkileyen şey o anki tekinsiz sessizlikti. Devasa bir sinemadaki izleyiciler gibiydik. İsyancı askerler camları ve kapıları kırıp içeri girerken bir grup general binayı arka kapıdan terk etti. Aşağıya inip isyancı askerlere kendimi tanıttım, bana verdikleri bir eskortla birlikte binadan ayrıldım. Yolda Fransız Askeri Ataşesi Albay Lavergne ile karşılaştık ve onunla birlikte Fransız Konsolosluğu’na gittik. Konsolosluğa vardıktan sonra bana eskortun isyancılardan olup olmadığını sordu, öyle olduğunu söyleyince inanamadı ve düzgün, dostça davranışları nedeniyle onları resmi görevliler sandığını ifade etti.”

Kısa süre içinde kentteki tüm askerler isyancıların safına katıldı.

Kentte huzursuzluk ve eylemler artarken Duma Başkanı Mikail Rodzianko, o sırada şehir dışında olan Çar İkinci Nikolay’a gönderdiği telgraflarda durumu şöyle anlatıyordu:

Durum ciddi. Başkente anarşi hakim. Hükümet felç olmuş, ulaşım sistemleri çalışmıyor, gıda ve yakıt stokları kontrol edilemiyor. Sokaklarda ateş açanlar var, bazı birlikler birbirlerine ateş açıyor. Bir an önce yeni bir hükümet kurulmalı. Gecikme olmamalı. Tereddüt ölümcül olur. Askerler isyan etmek üzere, komutanlarını öldürüyorlar, isyana katılıyorlar. Eğer ajitasyon orduya tesir ederse Almanya galip gelir, Rusya’nın ve hanedanınızın sonu gelir.

Petrograd’a dönmeye çalışan Çar İkinci Nikolay yalnızca Pskov kentine kadar gelebildi. Duma temsilcileri ve askeri yöneticilerle görüştükten sonra 15 Mart günü tahtı bırakmak zorunda kaldı ve böylece 17’nci yüzyıldan bu yana Romanov hanedanı tarafından yönetilen Rusya İmparatorluğu sonlandı.

16 Mart günü, Geçici Hükümet’in ilk işi haklar ve özgürlükleri genişletmek, siyasi suçluları affetmek ve bir kurucu meclis için seçim düzenleme kararı almak oldu. Bundan dokuz gün sonra da idam cezası kaldırıldı.

Siyasi suçluların affedilmesi, hapsedilen sosyalist devrimcilerin serbest bırakılması ve yurtdışındaki devrimcilerin ülkeye dönmesi ülkedeki sosyalist hareketlerin daha da güçlenmesine neden oldu.

Lenin, Troçki ve Stalin’in dönüşü

Şubat Devrimi’nin ardından, Ekim Devrimi’nin liderliğini yapacak isimler birer birer Rusya’nın başkenti Petrograd’a dönmeye başladı.

1900’den beri sürgünde yaşayan Vladimir Lenin, 16 Nisan 1917’de Rusya’ya geri döndü. Lenin 1895’in sonunda tutuklanmış, bir yıl hapis ve Sibirya’da üç yıl sürgünün ardından Avrupa’ya gitmişti.

Lenin, sürgünden tren ve vapurla yaptığı sekiz günlük bir yolculukla Petrograd'a ulaştı

Lenin, sürgünden tren ve vapurla yaptığı sekiz günlük bir yolculukla Petrograd’a ulaştı

1906’da, St. Petersburg Sovyeti’nin liderliğini yaparken tutuklanan ve Sibirya’ya sürgüne gönderilirken kaçarak Avrupa’ya giden Lev Troçki, 17 Mayıs 1917’de Petrograd’a geri döndü.

Troçki, Şubat Devrimi’nden kısa süre önce, New York’ta ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na dahil olmamasına yönelik faaliyetler yürütüyordu.

Stalin'in Petrograd polisindeki kaydı

Stalin’in Petrograd polisindeki kaydı

Sibirya’da sürgünde bulunan Stalin de Mart ayında Petrograd’a geri döndü.

Lenin, ülkeye döner dönmez ülkedeki durumu inceleyerek tezler üretmeye başladı. Bu tezleri önce konuşmasında anlatan, ardından da Pravda gazetesine yazan Lenin, özetle şunları savundu:

  • Yeni hükümet kapitalisttir, sermaye ile savaş arasında çözülmez bir bağ vardır, bu yüzden sermayeyi devirmeden savaşı sonlandırmak mümkün olmayacak.
  • Geçici hükümetin vaatleri yalandır. Kapitalistlerden emperyalistliği bırakmasını talep etmek kitlelerin boş hayal kurmasına yol açar, bu yüzden iktidarın maskesini düşürmeliyiz.
  • Partimizin küçük burjuva fırsatçılara karşı azınlıkta olduğu bilinmeli.
  • Rusya’daki devrimin ilk aşamasında iktidar burjuvaziye geçti, ikinci aşamasında işçilere ve köylülere geçmeli. Parlamenter cumhuriyet değil, iktidarın işçi ve köylü sovyetlerine geçtiği bir cumhuriyet olmalı.
  • Ülkedeki bütün bankalar sovyetlerin denetimindeki tek bir banka haline getirilmeli.
İkili İktidar: Geçici Hükümet ve Petrograd Sovyeti

Geçici Hükümet’in Başbakanı ve Savaş Bakanı Aleksender Kerenski

12 Mart 1917’de kurulan Petrograd Sovyeti, kentteki işçi ve askerlerin üye olduğu bir konseydi.

Menşevikler ve Sosyalist Devrimci Parti’nin etkin olduğu konseyde, iki partinin de Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıkmaması nedeniyle zaman içinde Bolşevikler etkisini artırdı.

Menşevikler ve Sosyalist Devrimci Parti bir yandan Petrograd Sovyeti’nde çoğunluğu oluştururken diğer yandan da Geçici Hükümet’te yer alıyordu.

Geçici Hükümet’te Menşevikler, Sosyalist Devrimci Parti, liberal Anayasal Demokrat Parti gibi partilerin yanı sıra bağımsız siyasetçiler de bulunuyordu.

İki devrim arasında 3 farklı koalisyonla yönetilen Geçici Hükümet’in son iki koalisyonunda başbakan Sosyalist Devrimci Parti’den, İçişleri Bakanı ise Menşevikler’dendi.

İki partinin de Dünya Savaşı’ndan çekilmeyen Geçici Hükümet’teki rolleri ve programlarındaki sosyalist vaatlerini dahil oldukları koalisyonda uygulamaya geçirmemeleri işçi sınıfı tabanındaki desteklerini de azalttı.

Lenin, Nisan ayında bu ikili iktidarı değerlendirmiş, yazılarında bu durumu şu sözlerle açıklamıştı:

Devrimimizin bir ikili iktidar yaratmış bulunmak gibi büyük bir özgünlüğü var. 

Bir ikili iktidarı eskiden kimse ne düşünmüştü, ne de düşünebilirdi.

“İkili iktidar neye dayanıyor? Geçici hükümetin, burjuvazi hükümetinin yanında, henüz güçsüz, tohum durumunda, ama gene de gerçek, söz götürmez ve büyüyen bir varlığı olan bir başka hükümetin: işçi ve asker vekilleri sovyetlerinin kurulmuş bulunmasına.
Bu iktidar, 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır ve başlıca belirtici özellikleri de şunlardır:
1) İktidar kaynağı, bir parlamento tarafından daha önce tartışılmış ve onaylanmış bir yasa değildir. Fakat, kitlelerin bulundukları yerde aşağıdan yukarı doğrudan inisiyatifidir. Bugünlerdeki bir ifadeyi kullanmak gerekirse dolaysız ele geçirmesidir;
2) halktan kopuk ve halka karşı kurumlar olan polis ve ordunun yerine, tüm halkın doğrudan silahlanmasıdır. Bu iktidar altında, kamu düzeninin korunması, silahlı işçi ve köylüler, silahlı halk tarafından sağlanır;
3) görevliler ve bürokratlar ya halkın doğrudan iktidarıyla kaldırılırlar ya da özel bir denetim alınırlar. Seçimle göreve gelirler. Bunun da ötesinde halkın ilk talebinde geri çağrılabilirler ve böylece burjuva kıstaslarına göre yüksek maaş alan, ayrıcalık sahibi, bir kesim olmaktan çıkartılır, işinin ehli bir işçinin ortalama maaşından daha fazla kazanmayan, özel işleri olan işçilere dönüştürülürler.”

BBC History dergisine konuşan Oxford Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Steve Smith, geçiş hükümetinin ülke üzerindeki kontrolünün fazla olmadığını söylüyor.

“Devrimde Rusya: 1890’dan 1928’e Kriz İçinde Bir İmparatorluk” kitabının yazarı olan Smith, işçiler ve askerlerin geçiş hükümetindense Petrograd’daki işçilerin oluşturduğu Petrograd Sovyeti’nin otoritesini tanıdıklarını anlatıyor:

1917’nin bahar aylarında Petrograd Sovyeti’nde ılımlı sosyalistler olan Menşevikler ve Sosyalist Devrimci Parti’nin ağırlığı vardı. Geçici Hükümet’in aksine bu partiler savaşın sıradan insanlar üzerindeki yıkıcı etkisinin farkındaydı. Savaşa devam etmek yerine demokratik bir barış hedefleyen bu partiler, sonradan koalisyon hükümetine dahil olarak Temmuz ayında savaşta yeni saldırılara destek verdi. Bu noktada, savaşı emperyalist bir savaş olarak tanımlayan, Geçici Hükümet’i kapitalistlerin hükümeti olarak kınayan, iktidarın sovyetlere geçmesini talep eden Bolşevikler gücünü artırmaya başladı. Bolşevikler işçiler, askerler ve köylülerin öfkelerini yönlendirmeyi başardı.

Rusya ve Sovyetler Birliği tarihi üzerine uzmanlaşan tarihçi Catherine Merridale de, diğer sosyalist partilerin harekete geçmekte tereddütlü olduğu bir dönemde Bolşeviklerin harekete geçme görevini kendilerinde hissettiklerini söylüyor.

Merridale’e göre, Bolşevikler’in programı diğer sosyalist partilere göre daha net ve daha radikaldi.

Bu, geçici hükümetin politikalarından memnun olmayan işçilerin Bolşevikler’e yönelmesine yol açtı.

Birinci Dünya Savaşı ve isyanlar

Başbakan ve Savaş Bakanı Kerenski, cepheye giden askerleri uğurluyor

Birinci Dünya Savaşı, yalnızca Çarlık rejiminin sonunun gelmesinde önemli rol oynamadı, aynı zamanda, kurulmaya çalışılan yeni düzende ülkenin en önemli sorunu olmaya devam etti.

Nisan ayına gelindiğinde Geçici Hükümet ve Şubat Devrimi’nde rol oynayan gruplar arasında Birinci Dünya Savaşı’na katılımla ilgili görüş ayrılıkları iyiden iyiye derinleşiyordu.

Petrograd Sovyeti, Menşevik Nikolay Sukhanov’un kaleme aldığı “Dünyanın Bütün Halklarına Çağrı” başlıklı bildiriyle savaşa karşı olduğunu ilan etti ve barışın sağlanması için Avrupa’daki herkesi birlikte harekete geçmeye çağırdı:

Bütün ülkelerin işçileri! Kardeşlerimizin cesetleriyle dolu dağları, masumların kan ve gözyaşlarının aktığı nehirleri, yakılan köy ve kasabaların dumanları ve kaybolan tüm kültürel hazinelerini aşarak, sizlere kardeşlik eli uzatıyor ve sizleri yenilenmiş, daha da güçlendirilmiş bir uluslararası birlik kurmaya davet ediyoruz. Bu, gelecekte elde edeceğimiz tüm zaferleri ve insanlığın tam özgürlüğünü teminat altına alacaktır. Dünyanın tüm işçileri, birleşin!

Buna yanıt olarak, Geçici Hükümet de “Geçici Hükümetin Savaş Amaçları” başlıklı kendi duyurusunu yayımladı. Bu duyuruda, savaşa devam etmekteki amacın başka ülkeleri ya da toprakları ilhak etmek değil, devrimin kazanımlarını korumak olduğu belirtiliyordu.

Duyuruda, “Ulusumuzun özgürlüğünü savunan askerlerimizin en önemli ve en öncelikli görevini, herhangi bir ülkenin işgaline karşı elimizdeki mirası ve ülkemizin özgürlüğünü ne pahasına olursa olsun korumak oluşturmaktadır” ifadeleri yer alıyordu.

Tam bu dönemde sürgünde olduğu Almanya’dan Petrograd’a dönen Lenin’in geliştirdiği Nisan Tezleri ise “bütün iktidarın sovyetlere devredilmesini” talep ederek, Bolşeviklerin hem Petrograd Sovyeti hem de Geçici Hükümet ile arasına mesafe koyuyordu.

Geçici Hükümet’in saldırganlık yapmadan ve başka ülkeleri ilhak etmeden tamamen savunma amaçlı savaşa devam etme açıklamasına rağmen, kısa süre içerisinde işlerin aslında pek de öyle olmadığı anlaşıldı.

Doğu Cephesi'nde Ruslara karşı savaşan Alman askerleri

Doğu Cephesi’nde Ruslara karşı savaşan Alman askerleri

Dönemin Dışişleri Bakanı Pavel Milyukov’un İtilaf Devletleri blokunda bulunan diğer ülkeler İngiltere ve Fransa’ya gönderdiği gizli telgrafta ilan edilenin tam zıttı taahhütlerde bulunduğu ortaya çıktı.

Milyukov gönderdiği telgrafta, aynı Çarlık döneminde olduğu gibi, Rusya’nın savaşın sonuna ve zafer kazanılana kadar savaşmaya devam edeceğini söylüyordu.

Mesajda, Rusya’nın bu zaferle birlikte gelecek olan normal “garanti ve yaptırımları” da uygulamaya hazır olduğunu belirterek, Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın kontrolünü ele geçirme arzularından vazgeçmediklerinin de sinyallerini veriyordu.