12 Eylül’le Hesaplaşmak: Sanat

Sanatın, özellikle de sinema filmleri, diziler ve romanların kitleleri etkileme gücünün akademik çalışmalardan çok ama çok daha fazla olduklarını bilmem söylemeye gerek var mı? Bu, bilimsel üretimin gereksiz ve önemsiz bir faaliyet olduğunu göstermez. Şöyle ki, gümüş bir levhanın iyot buharına tutularak bu tabakanın yüzeyinde gümüş iyonürden oluşan bir tabakanın elde edilmesi ve bu yüzeyin karanlık kutuda cıva buharına maruz bırakılarak görüntünün yüzeye sabitlenmesi tartışması ile Nick Ut’un 1972’de çektiği, “Napalm Kız” adını taşıyan fotoğrafının yarattığı etkiler aynı kalibrede değildir elbette. Fotoğraf The Times’a kapak olmuş ve Ut’a Politzer Ödülü de kazandırmış bir fotoğraftı. Elbette Nick Ut’un Amerika’nın Vietnam’daki işgalini en “çıplak” haliyle gözler önüne seren bu fotoğrafının etkileri ile gümüş iyotun cıva buharı ile tepkimeye girmesi tartışması aynı popüler ilgiye mazhar olmuyor ama unutmayalım ki Ut’un fotoğrafını “mümkün” kılan da bizzat bu “sıkıcı” gümüş iyot vb. tartışmalarıdır. Aynı şey, Türkiye’de asker sivil ilişkileri, darbeler, 12 Eylül Darbesi… ile ilgili akademik tezler, kitaplar, makaleler ile yine bu konuyu gündemine taşıyan filmler, diziler ve romanlar arasındaki ilişkiyi de özetler. Hiçbir akademik çalışma 2004’te yayınlanmaya başlayan Çemberimde Gül Oya, 2009’da yayınlanmaya başlayan Bu Kalp Seni Unutur mu? ya da 2012’de yayınlanmaya başlayan Seksenler dizileri kadar “popüler” olmamıştır; olması da beklenemez. Aynı şey Zeki Ökten’in yönettiği Ses (1986), Livaneli’nin Sis (1988), Tunç Başaran’ın Uçurtmayı Vurmasınlar (1989), Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum (2005) ya da Muharrem Gülmez’in Beynelminel (2007) filmleri için de geçerlidir. Belki bu listeye bir 10 film daha eklemek mümkün ama bir çırpıda benim aklıma gelenler bunlar. Romanın hakkını da vermek gerekiyor. Belki film ve diziler kadar değilse de roman da geniş kitlelere siyasal olay ve süreçleri anlatmada oldukça popüler araçlardan biri: Sevgi Soysal’ın ŞafakYenişehir’de Bir Öğle VaktiYıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu olmadan 12 Mart; Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye YatmakBir Düğün Gecesi ve Hayır’ı olmadan asker sivil ilişkileri anlatılabilir mi?  Liste bundan çok daha geniş olsa da Çetin Altan’ın Büyük Gözaltı ve Bir Avuç Gökyüzü’sü, Livaneli’nin Son Ada’sı, Pınar Kür’ün Yarın Yarın’ı, Oya Baydar’ın Sıcak Külleri Kaldı’sı, Melih Cevdet Anday’ın Gizli Emir’i ve elbette Vedat Türkali’nin Güven’i şu anda kitaplığımda gözüme çarpanlardan.

Bu konular genellikle, İkinci Dünya Savaşı sonrası Britanya’sında doğan ve peyderpey tüm dünyayı etkisi altına alan kültürel çalışmalar alanı içinde değerlendirilirler. Bu alan Türkiye’de, 1990’larda popülerleşmeye başlayan bir akademik disiplindir; ilginç ki, Türkiye’ye gelişinde İngiliz ve Amerikan filolojisi bölümlerinin çok önemli katkıları olmuştur. Kültürel çalışmalar, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel süreçlerin doğru analiz edilebilmesi, sorunların ortaya konularak çözüm yollarının bulunabilmesi konularında önemli entelektüel ve akademik temel de oluşturmuştur. Kültürün anlamı, nasıl üretildiği ve yeniden üretildiği, yayıldığı; bunların iktidar yapılarıyla nasıl bir ilişki içine girdikleri gibi konular da bu konuda dirsek çürüten araştırmacıların ilgi alanlarına girer. Bu konuda Nazife Güngör’ün Kültürel Çalışmalar ve Türkiye Serüveni[1] başlıklı makalesini tavsiye edebilirim.

Kendimi ne kültürel çalışmalar konularına ne de sinema ve sanat konularına çok yakın ve yetenekli hissederim. Ancak, yıllar önce televizyonda yayınlanan Çemberimde Gül Oya dizisinin o dönemde de vermekte olduğum Türkiye Siyasi Hayatı dersi öğrencileri üzerindeki etkisini bizzat gözlemlemiş olmam sinema ve televizyonun geniş kitleler üzerindeki etkisini tahayyül edebilmemi kolaylaştırmıştı.

Bu diziler yayınlanmadan önce de Türkiye’de asker sivil ilişkileri, darbeler, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, dersimizin önemli bir kısmını teşkil etmekteydi ve ben gerek bu üç darbe sonrasında gündeme gelen idamların gerekse de tutuklama ve işkencelerin toplumda yarattığı tahribatı anlatabilmek için örnekler vermeye çalışırdım.[2] 12 Eylül sonrasında kaç kişinin göz altına alındığı (650 bin) ya da kaç kişiye idam cezası istendiği (517) öğrencilere pek bir tuhaf gelirdi ve rakamları bir de sözlü olarak teyit ettirirlerdi.

Derslerimde 12 Eylül işkenceleri ile ilgili olarak Yaşar Ayaşlı’nın Adressiz Sorgular’ından, Ahmet Kahraman’ın Sanık Ayağa Kalk’ından örnekler vermeye çalışırdım ama nafile; anlattıklarımın hiçbiri, Ömer Uğur’un yazıp yönettiği Eve Dönüş (2006) filminde Mustafa’nın (Mehmet Ali Alabora) çektiği acıyı göstermeye yetmezdi.

Bugün 12 Eylül’ün 41’inci yıldönümü; darbeyi gerçekleştirenler tüm debdebelerini, yıldızlarını, saygınlıklarını, şöhretlerini bir kenara bırakarak geberip gittiler; arkalarından yas tutan birkaç papyonlu akademisyenden başka kimseleri de kalmadı.

Mete Kaan KAYNAR