Yaşamak Bir Orman Gibi

“Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve bir ipek gibi bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın, insana kulluğunu
bu davet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”
Nazım Hikmet

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nda, Limak Holding ve İÇTAŞ ortaklığındaki Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. tarafından yapılan maden sahasının faaliyetlerine direnen İkizköylülerin ve yaşam savunucularının direnişi devam ediyor.

İkizköylüler’in, Akbelen Ormanı’nın talanına karşı direnişi 2020 yılından beri devam ediyor aslında. Kasım 2020’de, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini işleten, Limak Holding ve İÇTAŞ, İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nın 740 dönümlük bölgesini, termik santrallere linyit sağlayan maden ocağına katmak için gerekli izinleri alınca, Orman işletmesi kesim ekibi Akbelen Ormanı’na giriyor ve 30’a yakın ağacı kesiyor. O günden sonra, İkizköylüler ağaçları korumak için yirmidört saat nöbet tutuyor.

Bu hafta, ağaç kesiminin tekrar başlaması üzerine İkizköylü kadınlar, ağaçlara sarılarak kesimi durdurmak istediler. Ve haykırdılar Akbelen Ormanı’ndan : « Ormanıma, ağacıma, suyuma dokunma!” Jandarma ağaçları korumak isteyen köylülerin önüne barikat kurunca, Aytaç abla’nın, Melahat abla’nın ve diğer köylü kadınların sesi yankılandı Akbelen Ormanı’nda. Kadınlar, barikatların önünde duruyorlar başı dik! “Eyy jandarma çekil yolumdan, seni de ben doğurdum, çekil yolumdan gayrı” diyor. “Vermem ormanımı, vermem Akbelen’i maden şirketlerine” diyor.

İkizköylü kadınlar, yaşam alanlarını, ormanı, ağaçları canları pahasına koruyorlar. Onlar ki yurttaşlık bilincini en yalın haliyle hayatın ortasından haykırıyorlar. Ağaç gövdelerine astıkları Anayasa maddeleriyle, yasaları hatırlatıyorlar , devlete, kolluk güçlerine ve yasaları hiçe sayan maden şirketlerine… Anayasa’ya göre : “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir.”

Anayasa’ya aykırı olan kim? Ormanını, ağaçlarını, toprağını, suyunu koruyan köylüler mi? Yoksa maden şirketlerine ormanlık alanları peşkeş çekenler mi ?

Bu sabah yeniden ağaç kesimine başlayan ekipleri koruyan jandarma barikatının önünde bir İkizköylü kadın şöyle diyordu : “Dört senedir haklarımı savundum ben. Devlet vatandaşa ormanı koru diye ödev vermiş ama başta kendi satmış.”

Yurttaşlık görevini yerine getiren köylüler, çevre aktivistleri ve dayanışma için orada bulunan diğer yurttaşlar, TOMA’ların tazyikli suyuna, biber gazlı müdahaleye maruz kalarak gözaltına alındılar.

İkizköylü kadınlar, nineler, amcalar, dedeler, Akbelen Ormanı’na sahip çıkarak, yaşama alanlarını savunarak tüm ülkeye yurttaşlık dersi veriyorlar günlerdir. Özellikle son yıllarda yurttaşlık bilincinde geriye savrulma yaşandı. Cemaat ve tarikatların çatı örgütü olan AKP’nin yirmi yıllık iktidarında, biat kültürü gelişti. Bu biat kültürü toplumun tüm damarlarına sirayet ettikçe “özgür bir yurttaş olma” kavramı zaman içinde unutulmaya yüz tuttu. Biat kültürü, parti fanatikliği ve siyasi liderliğin bir kült haliyle birleşince, sorgulamayı, devlet yönetimini eleştirmeyi, eleştiri ve tartışma kültürünü kaybetmeye başladı bu toplum.

Fransız İhtilali sonrası bütün dünyanın gündemine gelen yurttaşlık, bireyi, toplumun yeterli ve yetenekli bir üyesi olarak tanımlama olanağı sunmuştur. Yurttaş olmak, kendini nesneleşmekten soyutluyarak hayatın öznesi olmaya yol alan bireyi tanımlar. Yurttaş olma hali, yaşadığı ülkeye ve hatta günümüzde yaşadığı dünyaya karşı sorumluluk duyan bir birey olmayı gerektirir.

Tabi burada birey kavramına bir açıklık getirmek yerinde olacaktır. Birey olma ile bireycilik farklı şeylerdir. Yaşadığımız toplumda hiçbirimiz birbirimizden kopuk halde olmadığımız gibi aksine farkında olalım ya da olmayalım, hepimiz birbirimizle etkileşim halindeyiz. Özellikle günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle, toplumların diğer toplumlarla etkilişimi daha açık ve görünür bir biçim almıştır.

Birey olma, özgür iradesi ile kararlar almayı bilen, itiraz edebilen, tartışan, toplumun sorunlarına fikirleriyle katkıda bulunabilen yurttaşlar olmayı gerektirir. Üstelik kimse ona bunu görev olarak vermemişken, kendi inisiyatifiyle, sorumluluk bilinciyle… Yaşadığı toplumun bir parçası olarak kollektife ait ama aynı zamanda özgür iradesini ortaya koyabilen bireyler.

Dayanışmacı ve örgütlü bir toplumu inşa etmek zorundayız. Dayanışma ağlarını kuran, demokratik hakları savunan, demokratik kitle örgütlerinin varlığını korumak ve günümüz koşullarına uygun olarak yeniden biçimlendirmek ve de bu sivil toplum kuruluşlarını çoğaltmak elzem görünüyor. İnsan haklarından hayvan haklarına, kadın haklarından ekoloji haklarına, mesleki haklardan barınma haklarına kadar onlarca alan sıralayabiliriz. Yaşamın her alanında karşılaştığımız sorunlarda, hak ihlallerinde yalnız kaldığımız sürece tek başımıza vereceğimiz mücadelede çok yol alamayacağımız aşikar.

İşte tam da burada İkizköylü kadınların direnişi bize çok şeyi anlatıyor ve öğretiyor. Dört yıldır süren direnişlerinde maden şirketlerine karşı yaşam alanlarını, Akbelen Ormanı’nı korumak için nöbet tutuyorlar. Bugün seslerini kamuoyuna duyurabilmeleri, toplumda bir farkındalık ve bilinç oluşturmaları önemli. Dev maden şirketleriyle baş başa kalan yerel halk genelde sesini duyuramıyor. Toplumun genelinde bir farkındalık oluşmuyor. Ancak çok büyük doğa afetlerinde, doğanın dengesini bozmanın acı faturası evlerine ölüm olarak düştüğünde farkına varıyorlar. O zaman da çok geç kalınmış oluyor. Oysa bugün iklim krizi sorunu ile yüz yüze insanlık.

Konuyu çok dağıtmadan toparlayacak olursam, bugün her birimize düşen yurttaşlık görevi yaşadığımız ülkenin ve dünyanın sorunlarına karşı kayıtsız kalmamayı gerektiriyor. Elbette her birimizin yetenekleri farklı. Lakin her birimiz bulunduğumuz noktadan katkıda bulunabilir, yaşamın öznesi haline gelebiliriz.

Ne diyordu Nazım Hikmet : “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine.”