Valérie Bacot davası ve adalet. 

Yağmalanmış kadın bedeninde, duru ve derin mavi gözleriyle sessiz çığlığını savururcasına  bakıyor dünyaya Valérie. Kolları kırılmış, yıkık bir kadın heykeli gibi başı dik, biraz hüzünlü ama  mağrur duruyor. Valérie’nin öyküsü adalet kavramını ve sistemini bir kez daha sorgulatıyor bize.  Katil olan kim? Kötülüğün çemberinde başka çıkış yolu bulamayarak bir silahın tetiğine basıp insan öldürmek mi? Yoksa kötülüğün çemberini ören, bir insana katil olmaktan başka çıkış yolu  bırakmayan bu sistem mi asıl katil olan? 

 Fransa’da bu hafta görülen Valérie’nin davası, Fransız yargısının verdiği doğru karar ile hem  emsal bir dava oldu hem de adalet sistemini, etik anlayışını derinden sorgulatan bir karar oldu.  Yüreğinin çığlığını kuşanmış, yorgun mavi gözlerinde donuk bir bakış var Valérie’nin. Çocuk yaşta  üvey babasının tecavüzlerine maruz kalmış, daha sonra tecavüzcü üvey babası ile evlenmiş, bu  evlilikten çocukları olmuş… Tüm bunlar yeterince korkunç değilmiş gibi, kocası yani tecavüzcü  üvey babası onu fuhuşa zorlamış, yıllarca bedenini satmak zorunda kalmış… Üvey babası Daniel  Polette, satın aldığı bir minibüsü seyyar genelev olarak kullanarak Valérie’yi başka erkeklere  satmış… Valérie, çığlığını kalbinin en derin yarasının altına gömmüş. Donuk, yorgun ve biraz da  dingin Valérie’nin gözleri… Şimdi bir cinayetin sorumlusu, katil Valérie! Hem üvey babası (kocası)  hem de pezevengi olan Daniel Polette’yi silahla öldürmüş. 

 Kurban kim? Daniel Polette mi kurban yoksa onu öldürmekten başka çaresi kalmayan Valérie Bacot mu? Suçlu kim? Katil kim? Bu kadar korkunç ve ağır bir yaşama katlanan Valérie’nin yüreğine gömdüğü acıların çığlığı, Daniel Polette’nin kızını da fuhuşa zorlamasının ardından  patlamış. “Kızımın benimle aynı kaderi yaşamaması için öldürdüm” diyor Valerie. Yıllarca basınç  altında kalan sindirilmiş bir çığlığın, sese kavuştuğu andır bu! 

 Donuk, yorgun ve biraz da dingin Valérie’nin grimsi mavi gözleri… Ama mağrur… Adalet  sistemine ve toplumun iki yüzlü ahlak döngüsüne, tek bir cümleye bile gerek duymadan indirilen  bir tokat gibi… Öfkenin yürekteki katranlaşmış hali… Hala sessiz bir çığlık var gözlerinin  derinliğinde… Şimdi etrafında oluşan, kendisini alkışlayan kalabalığa öylece bakıyor. Gözlerinin  derinliğinde taş tutmuş bir acı var sanki… Hani ben katil olmadan önce neredeydiniz, neden beni  kimse duymadı der gibi… Çocuk yaşta uğradığı tecavüzleri anlatırken, herkes biliyordu diyor.  Usulca dökülüyor gözyaşları, gürültüsüz… 

 Valérie’nin röportajını ve dava sürecini basından takip ederken, Tolstoy’un Diriliş romanındaki  Katyuşa’yı düşündüm hep… Hem Katyuşa’yı hem de Nehludov’u düşündüm… 

 Tolstoy, Diriliş romanında Nehludov ile Katyuşa’nın ilişkisi üzerinden adalet sistemini, etik  anlayışını, suç ve suçluluk, vicdan hesaplaşması ve hakikat arayışını derinlemesine sorgular. Bir  mahkeme salonunda jüri üyesi olan asilzade Nehludov, sanık sandalyesinde yargılanan Katyuşa’yı tanıdığını fark eder ve geçmişini hatırlar. Nehludov, sanık sandalyesindeki Katyuşa’yı hatırladığında duruşmaya ara verir, zihni dağılır. O andan itibaren, Nehludov’un sorgulamaları ve vicdan  hesaplaşması başlar. Hakikat arayışına başlayan Nehludov artık eski Nehludov değildir, içsel  dünyasında derin ve uzun bir yolculuğa başlar. Bu yolculuk oldukça sancılıdır. 

 Sanık sandalyesinde oturan Katyuşa bir otelde iki arkadaşı ile birlikte bir adamı zehirleyerek  öldürmekten dolayı yargılanır. Katyuşa’yı yargılayan jüri üyelerinden biri ise prens Nehludov’dur. Bir fahişe ve bir katil olan Katyuşa ile Jüri üyesi ve asilzade olan saygın Nehludov’un ortak bir  geçmişi vardır. Ve o geçmişte Katyuşa ne bir fahişedir ne de bir katil. Nehludov’un teyzesinin  malikanesinde hizmetçilik yapan, emekçi bir genç kadındır Katyuşa. Nehludov ile bir ilişki yaşarlar 

ve Katyuşa hamile kalır. Nehludov, savaşa katılmak üzere gider ve bir daha görüşemezler. Hamile  olduğu anlaşılınca, Katyuşa malikaneden atılır. Daha sonra geçimini sağlamak için çalıştığı  işyerlerinde tacize ve tecavüze uğrar. 19. yüzyılda, yani kadının değil cinsel özgürlüğü, varlığının  ancak bir erkek vesayetinde değer gördüğü bir çağda, genç bir kadının evlilik dışı hamile  kalmasının ağır bedeliyle karşılaşır Katyuşa. Toplumun iki yüzlü ahlak anlayışının duvarına çarpar.  Ki bu duvara çarpan nice kadının hayatı tarumar olmuştur. En son bir genelevde çalışmaya başlar.  Genç bir kadını fahişe yapan ve en sonunda katil yapan şey, toplumsal örgü ve sistemin ta kendisi  değil midir? O halde suçlu kimdir? Nehludov’un sorgulamalarının odağı budur. Yargı makamında  jüri koltuğunda oturan Nehludov mu yoksa sanık sandalyesinde oturan Katyuşa mı suçludur? 

 Valérie’nin davasında Fransız yargısı emsal bir karar vererek, toplumda da bir sorgulama süreci  başlatmış oldu. Bu karara göre, bir yıl tutuklu kalan Valérie tekrar cezaevine girmeyecek. Üç yılı  tecilli olmak üzere dört yıl hapis cezası verildi. Fransız mahkemesinin verdiği bu karar, fransız  kamuoyunda “adalet yerini buldu” denilerek toplumda karşılığını buluyor. Valérie’nin işlenen suçun  vasfına göre az bir ceza almasında, kadın örgütlerinin bu davayı sahiplenmesi ve kadın dayanışması önemli bir rol oynadı. 

 Valérie artık özgür. Bundan daha önemlisi, çocukluğundan itibaren yıllarca bastırdığı çığlığın  yankısı artık karanlık bir kuyudaki cehennem ızdırabından sıyrılıyor. Valérie’nin sesi binlerce  kadının saklı hikayesinde yankısını buluyor.  

 Valérie’nin yorgun ve dingin mavi gözlerinde anlatamadığı acılar saklı… Dipsiz, karanlık bir  kuyudan çıkmış gibi… Zifiri karanlıktan çıkan bir insanın gün ışığı ile karşılaştığı anda kamaşan  gözleri gibi şaşkın… Çevresindeki her şeyi yeniden anlamlandırmaya çalışır gibi… Daniel Polette’yi öldürdüğü silahın, merminin ateş aldığı andaki patlamanın gürültüsünde donan bir zamanda kalmış  gibi… O duran zamanda ateşe bıraktığı yaşamı gibi… Henüz kırk yaşında Valérie ve hayat yolculuğu devam ediyor. Tüm bu acılardan ve bu büyük enkazın ardından kendini yeniden yoğurarak, inşa  edecektir elbet…  

 Valérie’nin yorgun, hüzünlü ve mağrur mavi gözlerinden bir bakış saplanıyor kalbimize. O bakış  bize adalet nedir diyor. O bakış hakikat arayışının okyanusunda engin ve berrak bir mavilikte… O  bakış, bu dalgalı okyanusa dalmaya var mısınız der gibi… Okyanusun hırçın ve dalgalı sularında  derin sorgulamalara var mısınız der gibi… 

 Valérie’nin yorgun, hüzünlü ve mağrur gözlerinden bir bakış saplanıyor kalbimize. İşte o bakış,  bizi toplumsal yüzleşmeye çağırıyor.