Uranyum ve Radyasyonun Canlı Yaşama Etkileri

Normal koşullarda Uranyum ağır Metali dokunulmadan Radyasyon yaymaz. Ancak Uranyum madeni parçalanırsa, sonrasında sürekli radyasyon yaymaya başlar. Bu yayılmanın önlemenin yolu da onu iyi bir şekilde üstünü kapatarak yayılmayı kısman önlenebilir. Ortaya çıkan Radyasyonun zararları konusunda ise aşağıya aldığımız uzun alıntı yazılarda açıkça belirtilmiştir. Başta TAEK’in verilerinde bu zararları görüyoruz. Csb.’nın açıklamalarında da aynı yönde verilerle birbirini destekleyen açıklamalar gelmektedir. Önce TAEK’in açıklamasına bakalım:

“İyonlaştırıcı radyasyonun bir canlıda biyolojik bir hasar yaratabilmesi için radyasyon enerjisinin hücre tarafından soğurulması gerekir. Bu soğurma sonucu hedef moleküllerde iyonlaşma ve uyarılmalar meydana gelir. Daha sonra ortaya çıkabilecek biyolojik hasarların başlatıcı olayları olan bu iyonlaşmalar, hücrenin genetik bilgilerini taşıyan DNA zincirlerinde kırılmalara ve hücre içerisinde kimyasal toksinlerin üremesine neden olabilir

Hasarın büyüklüğüne etki eden en önemli radyasyon özeliklerden biri radyasyonun çeşidi ve sahip olduğu enerjidir; Vücuda alınan veya enerjisi soğurulan herhangi iki radyasyon çeşidinden enerjileri aynı ancak iyonlaştırma yeteneği daha fazla olanı veya iyonlaştırma yeteneği aynı ancak enerjisi daha büyük olanı DNA’da daha büyük bir hasar meydana getirir.

Bir diğer önemli radyasyon özelliği doz hızıdır. Eşit dozdaki radyasyonların yüksek doz hızlarında uygulanmasıyla oluşacak hasar, düşük doz hızlarında uygulanmasına oranla oluşacak hasardan daha büyük olacaktır. Örneğin 1 Gy’lik bir dozun bir saatte alınması sonucu oluşacak hasar, aynı dozun bir hafta boyunca alınması sonucu oluşacak hasardan büyük olacaktır.

Radyasyon dozuna maruz kalış süresi de hasarın büyüklüğüne etki eden radyasyon özelliklerinden biridir; Radyasyon kaynağın yakınında ne kadar çok zaman geçirilirse o kadar çok doza maruz kalınır.
Bir ölçüm cihazının 5 mSv/saat doz hızı okuduğu bir bölgede kalınması halinde maruz kalınacak doz 1 saatte 5 mSv, 2 saatte 10 mSv, 3 saatte 15 mSv, vs.’dir. Böylece süre arttıkça maruz kalınan doz miktarı artacak ve hasar da buna bağlı olarak büyüyecektir.

Akut ışınlanma etkileri her ne kadar yukarıda anlatıldığı gibi ürkütücü gözükse de bunlara neden olan ve genellikle bir kaza sonucu meydana gelen yüksek dozlu ışınlanmaların nadiren görülmesi sevindiricidir. Radyasyona en fazla maruz kalan kişiler olan radyasyon çalışanlarının kontrollü olarak aldıkları düşük dozların bu tür etkileri yoktur. Ancak, bu kişilerin uzunca bir süre içinde aralıklı olarak düşük dozlara maruz kalması yani kronik olarak ışınlanması sonucu meydana gelebilecek etkiler yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bunun sebebi ise, doz düşük dahi olsa tekrarlanan ışınlamalarda organizmanın bir sonraki ışınlamaya kadar hasarı onaramaması ve hasarın gittikçe artmasıdır.

Kronik olarak ışınlanan kişilerde, yıllar sonra, katarak ve kanser vakaları görülebileceği gibi doğal ömür sürelerinde de bir kısalma söz konusu olabilir. Ayrıca, bu kişilerin kendilerinden sonraki nesillerinde kalıtımsal bozukluklara rastlanabilir.

Göz merceğinin, uzun yıllar boyunca yıllık olarak 0.1 Sv’in üzerinde bir doza maruz kalması gözde fark edilebilir bir opasite (saydamlık kaybı) oluşumuna neden olabilirken bu doz 0.15 Sv’in üzerine çıktığında katarakt meydana gelebilir.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, radyasyonun yaşlanmayı hızlandırdığını ve buna bağlı olarak da doğal yaşam süresinde belli bir kısalmanın söz konusu olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu deney sonuçlarının insanlara ekstrapole edilmesiyle yapılan çalışmalar, bu etkinin insanlar için de doğru olduğunu göstermektedir.” (1)

Resmi yetkililer gerek Sökenin Kisir köyünde gerekse Manisa Köprübaşındaki radyasyonun yayılma ve fazla riski olmadığı belirtiliyor. Ancak açığa çıkan radyasyon Kiev’den Rize’ye ulaşabiliyor. Ancak bu köylerdeki Radyasyon birkaç kilometre mesafeye ‘zararı’ yok diyorlar. Hatta Kisir köyünde açığa bırakılan madden cevheri parçalarına dokunmayın uyarısı yapılıyor, ancak o cevherlerin alınıp etkisiz bir şekilde muhafazasına yaklaşmıyorlar.

Çevreye rastgele atılan radyoaktif maddeler insan, hayvan ve bitki sağlığına olumsuz etkiler yaparak çevreyi ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Ayrıca radyasyon canlıda genetik değişikliklere ya da vücutta kalıcı değişikliklere sebep olabilir. Radyasyonun etkileri cins, yaş ve organa göre değişmekle birlikte, çocuklar ve gelişme çağındaki gençlerde genellikle gözü etkileyerek görme bozukluğu, katarakt gibi rahatsızlıklara neden olmaktadır.

Radyasyonun çevreye zararları sınır tanımaksızın yayılmakta ve kilometrelerce uzağa etki etmektedir. En basit örnekle Ukrayna’daki Çernobil kazası sadece Ukrayna’da oluşan bir kaza olarak kalmamış birçok bölgeyi etkilediği gibi Karadeniz bölgesini de etkilemiştir.

Radyasyon, dalga, parçacık veya foton olarak adlandırılan enerji paketleri ile yayılan enerjidir ve daima doğada var olan, birlikte yaşadığımız bir olgudur. İşte anlattıklarımızı destekleyen bir açıklamada Kuark.org’da gelmekte. Radyasyonun açığa çıkması durumunda nasıl yayıldığını belirtmektedir.

“Uranyum yüksek yoğunluğa sahip, çelikten daha yumuşak ve kolayca yükseltgenen, ısıtıldığında yanabilen bir maddedir. Çok iyi bir biçimde bölündüğünde, soğuk su ile reaksiyona girebilir. Havayla temas ettiğinde hızlıca Uranyum okside dönüşebilir.

Uranyumun çoğu suda çözülür ve suya karışan bu uranyum topraktan ve kayalardan gelir.

Fosfat endüstrisinde çalışanlar ya da uranyumun karıştığı toprak/suda yetişen bitkilerden beslenen insanlarda uranyumun kimyasal etkilerinden kaynaklanan hastalıklara yakalanma riskleri vardır.” (2)

CSB’ da aşağıya aldığımız uzun alıntı ile bu duruma daha da açıklık getirmektedir. Fazla yoruma girmeden bakanlığın verilerini aktarıyoruz:

“Nükleer Santraller ve Çevreye Etkileri

Nükleer Santrallerin çevreye olabilecek önemli etkileri şöyle sıralanabilir:

Nükleer güç santralleri, yeniden işleme, atık işleme tesisleri veya kullanılmış yakıt depolama tesisleri gibi nükleer tesisler, çevreye salınması durumunda radyoaktif kirlilik oluşturabilecek ve insan sağlığına ve diğer canlılara zarar verebilecek miktarlarda yüksek radyoaktivite içerirler. Ø Nükleer güç santralleri, fisyon işlemi sonucunda büyük miktarlarda radyoaktivite ortaya çıktığı için, meydana gelebilecek herhangi bir kaza durumunda diğer nükleer tesislerde oluşabilecek kazalardan daha büyük hasar oluşturacak potansiyele sahiptir.

Reaktörler büyük miktarda enerji ve radyoaktiviteyi geniş alanlara yayabilecek sıvı ve gaz taşıyıcıları içermektedirler.

Nükleer santrallerin çevre üzerindeki etkileri uranyum ve toryum çıkarma, yakıt hazırlama, zenginleştirme, üretim, kullanılan yakıtın yeniden işlenmesi, depolanması ve işletme ömrü bitip kapatılan reaktörlerin sökülmesi sırasında ortaya çıkmaktadır.

Nükleer Santrallerde kullanılan uranyum ve toryum cevherlerinin çıkarılması ve işlenmesi esnasında düşük ışımalı atıklar yayılmaktadır.

Nükleer santrallerden çevreye olabilecek en büyük etki bir kaza sonucu büyük miktarlarda radyoaktif maddenin çevreye yayılmasıdır.

Nükleer Santrallerden yayılan gaz ve sıvı radyoaktif atıklar önemli çevre sorunları yaratmaktadır. Ancak, olası kaza durumunda radyasyonun çevreye olan etkileri kazanın şiddetine, reaktörün tipine ve reaktör dış emniyet sistemine göre değişmektedir.

Şayet kaza sonucunda çevreye çeşitli radyoizotoplar yayılmışsa su, toprak ve hava alıcı ortamına radyasyonun yayılması, çevre ve insan sağlığını etkilemektedir. Radyasyon gerek ışınlama ile gerekse bitki ve deniz ürünlerinin yenmesi sonucu insanlara geçmektedir.

Radyoaktif maddelerin (sezyum ve stronsyum) yarı ömürleri uzun olup (28 yıldan fazla) vücuttaki tabi elementlerle kimyasal benzerlikleri bulunduğundan insan vücudunda birikmesi söz konusudur. Örneğin kalsiyumun kemik oluşumunda, potasyumun da çeşitli hücre fonksiyonları ile ilişkisi bulunmaktadır. Kimyasal olarak da stronsiyum kalsiyum ile sezyum ise potasyum ile olan benzerliklerinden dolayı bu maddeler alınan besinlerle vücutta birikerek çeşitli kemik hastalıkları ve kemik kanserine sebep olmaktadırlar.

Radyoaktif serpintiler sonucu toprağın bu atıkları absorblaması ve toprakta yetişen bitkilerin doğrudan yenilmesi veya bunları yiyen hayvanların et ve sütünün besin olarak alınması ile insan vücudunda radyoaktif maddeler birikmiş olacaktır. Yine atmosfere yayılan radyoaktif gazlar bulutlardan ışınlama ile veya gıda zinciri ile insanlara bulaşmakta ve insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.” (3)

İşte Uranyum ve Uranyumun açığa çıkardığı radyasyonun çevreye ve canlılara verdiği zararları açıkça görmekteyiz.

(1)- www.taek.gov.tr/ogrenci/r07.htm

(2)- www.kuark.org/2013/12/uranyum-nasil-oldurur-doğaya-nasil-zarar-verir/

Kuark Bilim Topluluğu

(3)- www.csb.gov.tr/db/ced/editordosya