Tutuklanmaya Eylemci, Tahliyeye Gazeteci, Davaya Yine Eylemci, Dosya Ayrımına Gazeteci Denildi

Çağlayan Adliyesi’nde bugün görülen Saraçhane Davası’nın ilk duruşmasında, gazetecilere yönelik uygulamaların çelişkili ve hukuki belirsizliklerle dolu doğası bir kez daha ortaya kondu. 8 gazetecinin, “eylemci” oldukları iddiasıyla başlatılan soruşturma sürecinde önce tutuklanıp sonra gazetecilik faaliyetleri nedeniyle serbest bırakılmaları; ardından “eylemci” sıfatıyla haklarında dava açılması ve nihayetinde bu kez “gazeteci” oldukları gerekçesiyle dosyalarının ayrılması, Türkiye’de adalet sisteminin içler acısı halini gözler önüne serdi.

Saraçhane protestolarını takip ettikleri sırada gözaltına alınan ve bir gün sonra tutuklanan gazeteciler Yasin Akgül (AFP), Ali Onur Tosun (Now Haber), Bülent Kılıç (foto muhabiri), Zeynep Kuray (muhabir), Kurtuluş Arı (İBB Foto), Gökhan Kam (Bakırköy Belediyesi), Hayri Tunç ve Emre Orman, 27 Mart’ta gelen yoğun kamuoyu tepkileri üzerine re’sen tahliye edilmişti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise gazeteciler hakkında “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama” suçlamasıyla iddianame hazırladı. İddianamede, şüphelilerin ifadelerinde olay yerinde gazetecilik faaliyeti yürüttüklerini beyan ettikleri; ancak kolluk kuvvetlerince “bunu doğrulayan tespitin yapılmadığı” öne sürüldü.

Bugün Çağlayan’da görülen davanın ilk duruşmasında ise ironik bir gelişme yaşandı: Mahkeme heyeti, 8 gazeteci ile 4 avukatın dosyasını diğer 87 sanıktan ayırdı. Bu kararla birlikte, dava sürecinde gazetecilere yöneltilen “eylemci” sıfatı, bu kez bizzat mahkemece “gazeteci” olarak düzeltildi.

Gazeteci Hayri Tunç yaşanan çelişkiyi şu sözlerle özetledi:

“Eylemci diye alınıp, gazeteci olduğumuz için tahliye edilip, siz eylemcisiniz diye dava açtıkları dosyadan, mahkeme heyeti tarafından siz gazetecisiniz denilerek dosyamız ayrıldı.”

Savunma Hakkı, Suçun Varlığından Bağımsız Yürütülüyor

İddianamede yer alan bir diğer dikkat çekici detay ise, gazetecilerin olay yerinde gazetecilik yaptıklarına dair “emniyet tespiti” bulunmamasıydı. Bu yaklaşım, mesleki beyanın ve basın kartlarının görmezden gelindiği, basın özgürlüğünün “emniyetin kanaatine” indirgendirildiği bir hukuk pratiğini gözler önüne serdi. Hukukçular bu yaklaşımın “savunma hakkının kısıtlanması” anlamına geldiğini belirtiyor.

İstanbul 62. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, gazetecilerin avukatlarının dosyaların ayrılması yönündeki talebi kabul edilirken, davanın içeriğine dair esas değerlendirme ilerleyen günlerde yapılacak. Ancak dosyaların ayrılması kararı dahi başlı başına yargının içinde bulunduğu çelişkili durumu yansıtıyor.

TGS ve Gazetecilik Örgütlerinden Tepki: “Haber Nerede Biz Oradayız”

Duruşmayı Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Güç, DİSK Basın-İş Genel Başkanı Turgut Dedeoğlu, çok sayıda gazeteci ve basın özgürlüğü savunucusu izledi. Türkiye Gazeteciler Sendikası, duruşma sonrası yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:

“Tekrar ediyoruz: Haber neredeyse biz oradayız! Yeni açılan davada da meslektaşlarımızın beraat etmesini bekliyoruz.”

Bir Hukuki Krizin Anatomisi: Delil Yok, Niyet Var

Dosyaların ayrılması, dosyada neyle suçlandıkları belli olmayan gençlerin yargılandığı bölümle birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de yargı süreçlerinin delillere değil siyasi niyetlere dayanarak işlediği yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. Ne gazetecilik mesleği ne de bariz hak ihlalleri, kolluk kuvvetlerinin ve savcılıkların keyfi yorumları karşısında yeterli koruma sağlayabiliyor.

Gazetecilerin bir gün “eylemci”, ertesi gün “gazeteci”, sonra tekrar “eylemci” ve nihayetinde “gazeteci” ilan edilmesi yalnızca bir ironi değil; aynı zamanda hukukun araçsallaştırıldığının göstergesi. Sürecin sonunda verilen dosya ayrımı kararı, bu keyfiyetin kamuoyuna açık bir kabulü niteliğinde.

Adalet, Tutarsızlığın Gölgesinde

Saraçhane protestolarını haberleştirdiği için tutuklanan gazetecilerin maruz kaldığı bu hukuki zikzak, Türkiye’de hem basın özgürlüğünün hem de adil yargılanma hakkının ciddi tehdit altında olduğunu bir kez daha gösterdi. Delil olmadan dava açılması, mesleklerinin dikkate alınmaması ve sonrasında bu mesleki kimliğin dava ayrımı için kullanılması, sadece gazetecilere değil tüm yurttaşlara yönelik potansiyel bir tehdit anlamına geliyor.

Gerçek adaletin ise ancak siyasi baskılardan arındırılmış, evrensel hukuk ilkelerine bağlı bir yargı sistemiyle sağlanabileceği bir kez daha ortaya çıktı.