Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yayınladığı reel ücretler raporu, küresel çapta toparlanma sinyalleri verirken Türkiye için dikkat çekici bir uyarı barındırıyor. Raporda, Türkiye’de son dönemde yaşanan reel ücret artışlarının, hiperenflasyon bağlamında ihtiyatla değerlendirilmesi gerektiği belirtiliyor. Peki, bu “ihtiyat” ne anlama geliyor ve Türkiye’nin ekonomik gerçekliğiyle nasıl örtüşüyor?
Küresel Eğilimler ve Türkiye’nin Ayrışması
Rapora göre, dünya genelinde 2022 yılındaki olumsuz tabloya rağmen reel ücretlerde toparlanma eğilimi gözlemleniyor. Ancak Türkiye’nin bu toparlanmada özel bir durum teşkil ettiği vurgulanıyor. Türkiye’deki ücretlerin 2009-2016 yılları arasında istikrarlı bir artış gösterdiği, 2016-2020 arasında bu büyümenin durduğu, 2024’e kadar yeniden bir artış trendine girdiği belirtiliyor. Ancak bu artışın, ekonomideki hiperenflasyonist dinamiklerden kaynaklandığı ifade ediliyor.
Türkiye’deki ekonomik büyüme ve ücret artışları, diğer G20 ülkelerinden belirgin bir şekilde ayrışıyor. Gelişmekte olan G20 ülkelerinde genel olarak reel ücret artışları neredeyse sıfır düzeyindeyken, Türkiye’de gözlenen güçlü artışlar, verilerin sağlıklı bir ekonomik iyileşmeye işaret etmeyebileceğini düşündürüyor.
Hiperenflasyonun Gölgesi
Hiperenflasyon, reel ücret artışlarını nominal büyüme gibi gösterebilir, ancak bu durum işçilerin satın alma gücünün gerçekten arttığı anlamına gelmez. Aksine, yüksek enflasyon ortamında, nominal ücret artışları genellikle fiyat artışlarının gerisinde kalır ve halkın yaşam standardı düşer. ILO, bu nedenle Türkiye’deki ücret artışlarını ihtiyatla ele alıyor.
ILO’nun Direktörü Gilbert Houngbo’nun belirttiği gibi, artan ücretler dahi yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında yetersiz kalıyor. Bu durum, özellikle düşük gelirli haneler için “acı bir gerçek” olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye’deki veriler de bu küresel eğilimin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Adil Paylaşım ve Bölgesel Eşitsizlikler
Raporda, reel ücretlerin dünya genelinde eşit şekilde artmadığına dikkat çekiliyor. Örneğin, Orta ve Batı Asya’da ücret artışları yüzde 17,9 gibi yüksek bir orana ulaşırken, Kuzey Amerika’da sadece yüzde 0,3’lük bir artış yaşanmış. Bu bölgesel farklılıklar, küresel ekonomideki eşitsizliklerin bir yansıması olarak okunabilir.
Türkiye ise bu tabloda, ekonomik krizle mücadele eden ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin derinleştiği bir ülke olarak öne çıkıyor. Ortalama ücretlerdeki artışın hiperenflasyon etkisiyle nominal olarak yüksek gözükmesi, gerçekte halkın refah seviyesini artırmıyor.
Bir Yanılsama Ekonomisi
ILO’nun raporu, Türkiye’deki ekonomik dinamiklerin sağlıklı bir büyümeden ziyade krizle mücadeleye dayalı bir yapıda olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Hiperenflasyon altında şekillenen ücret artışlarının halkın yaşam kalitesine yansıması sınırlı. Türkiye ekonomisinin bu yanılsamayı aşabilmesi, fiyat istikrarı ve gelir dağılımında adalet sağlayacak yapısal reformları hayata geçirmesine bağlı. Aksi takdirde, bugünkü “büyüme” verileri, halk için sadece rakamlardan ibaret olmaya devam edecek.
NHY, Ekonomi