Türkiye’de basın özgürlüğü ve gazetecilik, uzun süredir yoğun baskılar altında. Son yıllarda gazetecilere yönelik gözaltılar, tutuklamalar, sansür uygulamaları ve fiziksel saldırılar sistematik bir hal alırken, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin (DFG) 2024 yılı raporu, bu durumun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak sorun sadece Türkiye’ye özgü değil; küresel bir demokrasi krizi olarak da karşımıza çıkıyor. Türkiye özelinde durumun neden bu kadar ağırlaştığını anlamak için kapsamlı bir analiz gerekiyor.
DFG’nin raporuna göre, 2024 yılında 118 gazeteci gözaltına alındı, 26’sı tutuklandı ve toplamda 67 gazeteciye 149 yıl 9 ay hapis cezası verildi. 5 bin 260 habere erişim engeli getirilirken, 501 internet sitesi kapatıldı. Bu rakamlar, yalnızca bir yıl içinde ifade özgürlüğüne yönelik sert müdahalelerin ulaştığı boyutu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Ayrıca fiziksel saldırılara uğrayan 47 gazeteci, kötü muamele gören 62 gazeteci ve haber takibi engellenen 91 gazeteci gibi veriler, mesleki faaliyetlerin bile tehdit altında olduğunu gösteriyor.
Bu baskılar, sadece hukuki değil, aynı zamanda fiziksel bir tehdidi de içeriyor. 2024 yılı boyunca beş gazeteci yaşamını yitirdi.
Sansür Politikaları: Sistematik Bir Susturma Mekanizması
Sansür, Türkiye’de basın üzerindeki baskının temel araçlarından biri. Basın İlan Kurumu (BİK) ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) gibi kuruluşlar, medya organlarını cezalandırıcı yöntemlerle kontrol altında tutuyor. İnternet sitelerine getirilen erişim engelleri, özgür basını susturmanın en yaygın yollarından biri. Mezopotamya Ajansı ve Yeni Yaşam gazetesi gibi muhalif basın organları defalarca erişim engeline uğradı. Dahası, sosyal medya platformları da bu sansür politikalarından nasibini alıyor. 2024 yılında bin 92 sanal medya içeriği sansürlendi.
Bu sansür politikalarının yanı sıra, “etki ajanlığı” ve “Casusluk Yasası” gibi yeni düzenlemelerle, gazetecilik faaliyetleri kriminalize edilmek isteniyor. Özellikle “etki ajanlığı” adı altında, hükümeti eleştiren haberlerin veya fikirlerin cezalandırılmasının hedeflenmesi, ifade özgürlüğü açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) gibi kuruluşlar, bu tür düzenlemeleri sert bir şekilde eleştiriyor ve Türkiye’nin küresel basın özgürlüğü sıralamasındaki düşüşüne dikkat çekiyor.
Hükümetin Politikaları ve Yargının Rolü
Türkiye’deki basın özgürlüğü sorunlarının temelinde, hükümetin medyayı kontrol altına alma çabaları yatıyor. AKP-MHP ittifakı, medya üzerindeki hakimiyetini artırmak için hem yargıyı hem de düzenleyici kurumları etkin bir şekilde kullanıyor. İktidarın kontrolünde olmayan medya kuruluşlarına yönelik mali baskılar, reklam ambargoları ve cezai işlemler, bu durumu daha da kötüleştiriyor.
Buna ek olarak, gazetecilere yönelik yargılamalar adalet sisteminin bir baskı aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. DFG raporunda, gazetecilerin yargılandığı 442 dava ve verilen ağır hapis cezaları, Türkiye’de basın mensuplarının sistematik olarak hedef alındığını ortaya koyuyor. Ayrıca, yargının bağımsız olmadığı bir ortamda, gazetecilerin adil bir şekilde yargılanma şansı bulunmuyor.
Basın özgürlüğünün kısıtlanması, yalnızca gazetecileri değil, tüm toplumu etkiliyor. Bağımsız ve eleştirel bir basın, demokratik bir toplumun temel taşıdır. Ancak Türkiye’de gazetecilere yönelik bu baskılar, halkın haber alma hakkını ciddi bir şekilde kısıtlıyor. Muhalif seslerin susturulması, toplumun geniş bir kesiminin yalnızca hükümet yanlısı medya organlarından gelen tek taraflı bilgilere maruz kalmasına yol açıyor.
Uluslararası Boyut ve Türkiye’nin İmajı
Türkiye’nin basın özgürlüğü sıralamasındaki düşüşü, uluslararası alanda da ciddi yankılar uyandırıyor. RSF’nin 2024 raporuna göre, Türkiye 180 ülke arasında 165. sırada yer aldı. Bu durum, Türkiye’nin demokratik değerler açısından sorgulanmasına neden oluyor. Ayrıca, basın üzerindeki baskılar, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ve diğer uluslararası kuruluşlarla ilişkilerini de olumsuz etkiliyor. AB’nin düzenli olarak yayımladığı ilerleme raporlarında, Türkiye’nin basın özgürlüğü konusundaki sicili eleştirilmeye devam ediyor.
Tüm bu baskılara rağmen, Türkiye’de gazeteciler mesleklerini icra etmekte kararlı. 2024 yılı boyunca hem içeride hem de dışarıda hedef alınan gazeteciler, “özgür basın özgür toplumdur” şiarıyla mesleki sorumluluklarını yerine getirmeye devam etti. Basın özgürlüğünün korunması, yalnızca gazetecilerin değil, demokrasinin de korunması anlamına geliyor. Gazetecilere yönelik bu sistematik baskılar, toplumsal dayanışmanın önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Türkiye’de basın özgürlüğünü yeniden kazanmak için, hem yerel hem de uluslararası alanda daha güçlü bir mücadeleye ihtiyaç var. Bu mücadele, gerçeği savunmanın ve ifade özgürlüğünü korumanın bir aracı olarak önemini koruyacaktır.