Travma

Yaşadığımız travmanın boyutları çok büyük. Maalesef büyümeye de devam edecek gibi duruyor. Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremde, bu satırların yazıldığı sırada can kaybı sayısı 36 bini aşmıştı. TÜRKONFED’in 1999 Marmara Depremi verilerini baz alarak hazırladığı “2023 Kahramanmaraş Depremi Afet Ön Değerlendirme Durum Raporu” ise çok daha karanlık bir tablo ortaya koyuyor. Rapora göre can kaybı 73 bine, oluşan mali hasarın boyutu ise 84 milyar dolara ulaşabilir.

Depremler en derin izleri yıkıcılığını gösterdiği illerde yaşayan, sağlıklarını ve sevdiklerini yitirenler üzerinde bırakacak kuşkusuz. Uzakta bulunup da bu acıyı yüreklerinde hisseden, yardım etmek için çabalayan bizlerin zihinlerinde açılan psikolojik yaraların kapanmasının da çok mümkün olacağını düşünmüyorum.

Şu an genellikle, ortaya çıkan tablonun sorumluları araştırılıyor. Suçlulara odaklanılıyor. Gerekli de. Suçluların, görevlerini olması gerektiği gibi yapmayanların adalet önüne çıkmaları ve hesap vermeleri şart. Korkum, bu aşama geçildikten sonra “gerekenin yapıldığı” illüzyonuyla bir atalet oluşması. Zira, süregelen büyük uğultu arasında, uzun vadeye ve düzeltilmesi gereken eksikliklere odaklanan sesler, can alıcı mesajlar çok cılız duyulabiliyor, hatta kaybolup gidiyor.

İşte o can alıcı diye tanımladığım mesaj, Zonguldak’tan bölgeye intikal edip kurtarma çalışmalarına destek veren madenci ekibinden geldi ve böylelikle dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Madenci ekibi kurtarma çalışmaları sırasında bölgedeki bir okulda konaklıyor ve ayrılırken tahtaya bir mesaj yazıp bırakıyor. Mutlaka sizler de görmüşsünüzdür. Mesaj şöyle: Acınız acımızdır. Hayat paylaştıkça güzelleşiyor. Bizler sizin sınıflarınızı, siz yokken sizin yokluğunuzu aratmadık. Şunu çok iyi bilmenizi istiyoruz, haberinizi alır almaz hiçbir dakika düşünmeden ailemizi geride bırakarak enkaz bölgesine ulaştık. Kiminizin annesini, babasını, dedesini, ninesini enkaz altından aldık. Keşke elimizden daha fazlası gelebilseydi. Hepinizi çok seviyoruz. Sizlerden bir isteğimiz var, derslerinize iyi çalışıp aranızdan çok iyi mühendisler çıksın ki güzel sağlam binalar inşa edin. Edin ki başka analar babalar çocuklar ağlamasın yetim öksüz kalmasın. Sizlere güveniyoruz. Öğretmeninize güvenin ve ona sıkıca sarılın.

Evet, elbette bölgenin yeniden imarına, hayatın çarklarının yeniden döndürülmesine, düzenin tesisine, yaraların sarılmasına ihtiyaç var. Bunlar acilen yapılmalı… Ancak, bu konularda atılacak olan her adımda, bilimin, aklın ve merhametin rehberliğine ihtiyaç bulunuyor. Bunların tamamının ön koşulu, olmazsa olmazı ise “eğitim”. Bir hafta önce gerekliliğine vurgu yaptığım reaktif “kriz yönetiminden” proaktif “risk yönetimine” geçişin; denetim esaslarının ve kontrol noktalarının sağlıklı şekilde tespiti ve ödün vermeksizin işletilmesinin iyi bir eğitimle mümkün olabileceği tartışma götürmez bir gerçek.

Bununla birlikte, her sıkıntılı süreçte ilk feragat edilen hususun hep eğitim olduğunu gözlemliyoruz. Halbuki, bu ülkeyi gerçekten düze çıkartabilecek tek şey, eğitim. Atatürk, 1921 yılında, kurtuluş savaşının ortasında, memleket yangın yeriyken bir Maarif (öğretim ve eğitim sistemi) Kongresi topladı. Neden acaba, savaşın bitmesini bekleyemez miydi? Yanıtı basit. Çünkü koymuş olduğu “çağdaşlaşma” hedefinin temeli eğitime, nitelikli insan gücüne; diğer bir deyişle ilim ve irfana dayanıyordu ve bu konuda da bekleme lüksü bulunmuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu konuda devralınan miras ile söz konusu ilerlemeyi sağlamak mümkün değildi. Şu anda, bizlerin de vakit kaybetme lüksü bulunmuyor. Yaralarımızı sararken, kahraman madencilerimizin işaret ettiği eğitim atılımını da başlatmamız gerekiyor.

Yazıya son vermeden, bir hususa daha değinmekte fayda var. Sıkıntılı süreçlerde hep eğitimden feragat edildiği eleştirisinde bulunmuştuk. Sıkıntı sadece bununla sınırlı değil. Eğitimin içinde de sanat ve sporla ilgili bölümleri ısrarla görmezden geliyoruz. Bunun çok büyük bir hata olduğunun fark edilmesi gerekiyor. Depremle birlikte ülkemiz gençliğinin ruhunda önemli yara açıldı. Gençleri süratle normalleştirmemiz ve ülkemizin geleceğine yön verecek nesli kaybetmememiz gerekiyor. Sanatın ve sporun iyileştirici gücüne bu süreçte çok ihtiyaç duyacağız. Bu anlamda katkıda bulunabilecek her kişi ve kuruma hem bireysel hem de kurumsal düzeyde destek verilmesi boynumuzun borcu olmalı.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR