Ben bir siyah kuğuyum

“Şimdi, tüm dürüst insanlar çıldırmış durumda, yalnızca vasat ve yeteneksizler yaşamdan keyif alır”
Delikanlı, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Çok düşündüm bu hafta ne yazsam diye.
Önce “Başkaldırı” üzerine yazayım dedim, hiç içimden gelmedi.
Kendimle meşgulüm şu aralar…
Bencilce belki de ama öyle.

Lükslerim var benim…
Yemek yerken peçete yerine kâğıt havlu kullanmıyorum meselâ.
Çorba kâsesinin altına tabak koymadan çorbayı içmiyorum.
Şarap kadehini asla ağzına kadar doldurmuyorum.
Misafirimin karşısına duş almadan çıkmıyorum.
“Espresso”yu Türk Kahvesi fincanında içmiyorum.
Altını çizdiğim kitapları kimseye ödünç vermiyorum, çok istiyorlarsa onlara aynı kitabı alıyorum.

Araba ile bir restorana gittiğimde otopark çok uzaktaysa, topuklu ayakkabılarımla yürümek istemediğim için arabamı valeye veriyorum.
Uzun elbiselerimin içerisinde varlığımı daha çok hissettiğim ve sevdiğim için, sırf bu sebeple dostlarımla buluşurken çoğunlukla elbise giyiyorum.
Filmleri her zaman orijinal dilinde izliyorum, dile ve kültüre yakınlaşmayı seviyorum.
Tek başıma evde yemek yerken, en basit yemeği dahi şölene dönüştürerek yemeyi seviyorum.

Müziğe haksızlık etmemek adına, kötü bir müzik sisteminde asla müzik dinlemiyorum.
Yatak çarşafımı her hafta değiştiriyorum, durdukları rafa sabun koyuyorum, yatağıma girdiğimde çarşafın temiz kokusunu içime çekip, huzurla uykuya dalıyorum.

Lavabo ve klozetleri her gün temizliyorum, o zaman banyomu daha çok seviyorum.
Her sabah tüm evi havalandırıyorum, taze bir kokuyla doluyor ortam.
Araba kullanırken en sevdiğim müzikleri dinliyorum, gitmenin ne hoş bir duygu olduğunu düşünüyorum, hatırlıyorum, hayâller kuruyorum.

Bir sürü şey daha sıralayabilirim…

Bunlar benim lükslerim ve her birini çok seviyorum.
Gerekli olanın sınırlarını aşan şey lükstür.
Sadece gerekli olanla da yaşayabiliriz ancak ayrıntılarda değil midir mucize, özen, derinlik?

Karnını doyurduğun yemeği sadece karnını doyurmak için değil de şölene dönüştürerek yemek lükstür.

Kullandığın arabanın markasının ne olduğundan öte, ya da sadece seni bir yerden bir yere taşıyan bir araç olarak görmek dışında, müzik eşliğinde sürerken, düşlerinle buluşturan bir araç olarak görmek lükstür.

Şarabı sadece alkol olduğu için, kadehi ağzına kadar doldurup kafana dikerek içmek değil de, tadını hissederek, zamana yayarak, kadehin ısısını hissederek içmek lükstür.

Kitabı beyaz floresan ışığında değil de sarı sıcak bir ışıkta okumak lükstür.

Evine gelen misafiri, kapıyı kuru bir şekilde açıp karşılamak yerine, coşkulu bir müzikle karşılamak lükstür.

Sevgilin evine geldiğinde, onun dudaklarının, özenle sürdüğün kırmızı boyalı dudaklarının rengini çalması lükstür.

Okuduğun kitapta kaldığın yerin sayfasının kenarını katlamak yerine kitap ayracı kullanmak lükstür.

Lükslerimizle buluşmak yerine, “vasatın egemen kültürü” altında kayboluyoruz…
Vasata nezaket gösterdiğinde, bir süre sonra seni yönetmeye, nasihat etmeye, yaptıklarını yok saymaya kalkışır!

Yemek yerken mesela, özenerek hazırladığın mutfağı hiçe sayıp, “Amaaaan ne önemi var tüm bunların, bir aradayız nasılsa” der. Bir gün sen misafir olduğunda, gazete kâğıdına benzer bir masa örtüsü üzerinde, şarabı kadehin ağzına kadar doldurup, bir dikişte kafasına dikerek, kısa bir sürede tüketir.

Çok güzel giyinmişsindir mesela, misafirliğe gittiğin evde, kapı önüne deterjanlı havlu bir bez koymayı akıl etmek yerine, sayısız insanın giydiği o acayip terlikleri, özenerek giydiğin giysinin altına uzatıverir ve giydiğin giysinin içine eder. Lüksünden olmuşsundur, o ise fark etmez bile. Hijyen deyip dururken, hijyenden alıkoymuştur aslında seni.

Ravioli yaparsın mesela, hamurunu kendin açmışsındır ve yiyen; “Bu İtalyanlar da ne hoş millet hakikaten” demek yerine “aman canım bu da aynı bizim mantı” deyiverir, kıyaslama yapar, özenerek yaptığın yemeği bir anda tepeden aşağıya indirir. Hatta neredeyse şu bizim kıymalı makarna ile özdeşleştirir, senin parmesan da midede acıdan kıvranır durur.

Çok mu basit örnekler?

Ben basit olandaki derinliği fark etmeden bir adım dahi öteye gidilebileceğine inanmıyorum. Hatta eminim!

Ayrıntıyı ortadan kaldırdığında; yaşamla ilgili, yorum, analiz, sentez yapabilme yanının gelişmesi hemen hemen imkânsızdır, sadece bilgiyi depolamaya çalışan malumatfuruşlardan olmak dışında bir seçenek kalmaz geriye. Bu kelimeyi ilk öğrendiğimde ne kadar etkilenmiştim. Şöyle diyordu: “Malumat”, bilgi, “furuş”, “satan-taslayan” anlamına geliyor. “Furuş”, “faraş” ile aynı kökten gelmektedir ve “Faraş”ın çöp toplamaya yarayan kısa saplı kürek olduğunu biliyoruz. Arkasından gelecek cümleyi ise siz tamamlayın isterseniz.

Kendi yaşamındaki basit lüksleri keşfedemeyenin dünyası, bilgi satmaktan, ezberden öteye gidemez.

Soruyorum;

Hayatın ayrıntıları nerelerde başlar?
Ayrıntıların lüks olarak görüldüğü bir toplumda, vasatın egemen kültürüne mahkûm mu olacağız, lükslerimizin peşinden mi gideceğiz?
Neşe, ayrıntılarda çıkmaz mı aslında karşımıza?
Çok küçük ayrıntılar hiçbir zaman unutamayacağımız büyük şeyler değil midir?
İnceliklerin ayrıntılarla başladığı fikrine hiç yaklaşamamak insanın kendisiyle de hiç yakınlaşamaması değil midir?

Hayatın birçok parçasına ne kadar çok bakarsam orada olmayı daha çok seviyorum.
Bir – in- de dahi yaşasam, her yere kendi bahçemi dikeceğim ve kokumu yayacağım.

Lütfen nazikçe dinle beni!
Senin egemen kültürün beni yok edemeyecek!
Sen sürü hâlinde var olurken, ben çoktan o kurt ile selâmlaştım.
Beklentin aslında sadece kurdun gelişini beklemek.

Sürüden ayrıldığın için gelmiyor o kurt, kendini ortaya atıp sadece kahraman olmaya çalıştığın için, sen onun gelişini bekliyorsun sadece.
Bu sebeple çoğunlukla meşale sallıyorsun, herkesle aynı anda ve aynı şekilde üstelik.
Sürüyü seviyorsun, yüksek sesin gücünü sorgulamadan, sadece varoluşunu hissettiğin için yapıyorsun bunu.

Yapmayanı dışlıyor ya da vasatlığına ortak etmek istiyorsun.
Önemli olan o sürüde hiçbir zaman var olmayı seçmemektir!
Dünya zalim filan değil, senin vasatlığın zalim ve ezici.

Papatyalarım var benim hiç solmayan, her bir yaprağının kokusunun farklı olduğunun ayrıntısına vararak uyanıyorum sabahları yaşama.
Ben cehennemde de yürürüm, üstelik çiçeklere bakarak.
Ama sen çiçekleri sadece koparıp vazoya koymakla meşgulsün.

Bu cuma akşamımı, “ Ezop Masalları” (Aesop) kitabının kapağındaki ayrıntıları incelemeye ayıracağım.

Evet evet, kitabın kapağındaki kurt, kuzulardan değil de üzüm salkımlarından ne istemektedir acaba?
Üzüm salkımlarındaki detaylara mı bakmaktadır yoksa bu kadar dikkatlice?
Neler keşfetmiştir acaba Ezop’un kurdu o üzüm salkımlarında?

Daha güzel ve anlamlı bir gece düşünemiyorum.
Sürünün içerisine dahil olmayıp siyah kuğu olmak da bu hayatın içerisinde bir şey…
Yaşamın tüm ayrıntılarını sadece sıkıca kucaklamak istiyorum.
Hepsi bu…

Arzu BURSA