Sırat-ı Müstakim

Geçtiğimiz günlerde başka bir platformda; Marksizm’in ekopolitik anlayışını temele oturtarak siyasi bir bakış açısıyla genişleten Gramsci’nin, “hegemonya” kavramıyla ifade ettiği burjuva devleti yönetim esaslarını ele almış, hegemonyanın krize girdiği dönemde bilinci örgütlemekten yoksun kalan sivil toplumun hiçbir şansının olamayacağına işaret etmiştim. 

Bugün geldiğimiz noktada ise, yaşanan büyük ekonomik krizin işçi ve çalışan sınıfta derin izler bırakarak ilerlemesi, gırtlaktan getirilip dile dökülecek her tümcenin aile ekonomisinin daha da daralma tehlikesiyle demlenerek yutkunulup geri itilmesi, sebep olan krizin sonucu olarak açıklanamaz. Eğer illa bir sebep aranıyorsa ki içinden geçtiğimiz pandemi sürecinde bundan daha “doğa durumu” bulunmadığından hiç olmazsa şimdi aranmalı, belli dönemlerde kendini tekrar ederek krize düşen kapitalizmin yeni sarsıntısına hazırlanmayan, örgütlenme marifetini yitirmiş, retorik söylemi taşırmayan “Sol”un başarısızlığının sonucudur.

Yüzde doksanlık bir çoğunluğun –diyelim doksan beş– hakkını öncelediğini söyleyenlerin yine aynı sivil topluma bir rota çizememiş olması, üretim araçlarını elinde tutanların devletin kendisi olmak yerine taşeron şeklinde kullanıp mevzuatlarını hazırlatarak sivil toplumun “rıza”sını kazanmasını doğurmuştur. 

Peki bu “rıza”sı kazanılan bireylere hak bölüşüm temelinde ancak retoriğin ötesinde bir alternatif hazırlansa ve çok da başarılı olsa diyelim, ne doğurur? İşte o noktada, şiddet tekelini elinde bulunduran devlet aygıtının şiddete başvurmadan çözebildiği bir durumu ikiye ayırarak ele almasını ortaya çıkarır. Eş zamanlı olarak; sebep olan etken grubun üzerinde kategorik olarak tehdit oluşturmaktan geri durmamakla birlikte edilgen olan daha büyük kitlelerin üzerinde “sırat-ı müstakim” yani “doğru yol” hegemonyasını devreye sokar.

Sırat-ı Müstakim kıyafetini devlete giydirirsek; devlet aklının üzerinde hiçbir şeyin olmadığı ve o aklın yolunu bulması adına meşruiyetini dünyada olmayan ve insanlar üzerinde etki sahibi pozisyonundaki bir sırra dayandırmasıyla açığa çıkar. Yaşadığımız coğrafyada bunun iki karşılığı var. Birincisi, Avrupa çıkışlı ve son üç yüz yıl ağırlıklı bellek tahribatı sonucu, yaşamak için çalıştığımızdan da çok çalışmak zorunda olduğumuz dogması, –hegemonya krize giderken örgütlü sivil toplum bunu aşar– ikincisi de ki bizim alakadar olduğumuz konu dindir.

Devlet, bir dinin yeryüzündeki uygulamacısı olmadığı gibi, uyguladıklarına uygun dinin bir yorumunu hakim kılarak geniş kitleler üzerinde meşruiyetini fizik ötesi yolla sağlar, kriz esnasında dahi yeniden yönetişim araçlarından en değerlisi olarak “sırat-ı müstakim”i devreye sokar. 

Bu doğru yol, zahirde Allah’ın kulundan istediği yoldur. Batına baktığınızda ise, elinde tuttuğu araçların devamı adına yapması gereken ne ise, Allah’ı referans göstererek uygulamaya koymanın bir yöntemidir. Yukarıdaki anlatımıza da sadık kalarak; burada alınan kararların karşısındaki en yaygın anlatının etken grupların yükselttiği örgütlü mücadele olduğu gerçeğini ele alır ve onu tehditle sindirmeye çalıştığı noktasına geri dönecek olursak, edilgen olan büyük kitlelerde çıkabilecek vicdan muhasebesine karşı da “sırat-ı müstakim” ile kitleler arasına girebilecek her şeyin “vesvese” olduğu vurgulanır ve o kavram da en uhrevi doğasıyla “sırat-ı müstakim”in içine alınır.

Sonuç olarak, birey sayısı mukayese dahi götürmeyecek fark ne yazık ki uygulamada tam ters oranda leh/aleh şeklinde ilerliyor. Bizler de mevcut bir olayın bir noktasına üzülünce “sol”dan bakmış olmuyor sade insan kalabiliyoruz. 

“Sol”un vakti geldi mi?” sorusu tartışmaya açıktır ancak “sol” kendi durduğu noktayı kapitalizme benzettiğinden dolayı her arzın bir talep oluşturacağı gerçeğinden yola çıkıyor lakin yukarıda bahsettiğimiz şartlarda böyle bir talebin doğması mümkün değildir. 

Bilinci hakça bölüşüm üzerine retorikten uzak gerçekçi plan ve program temelinde örgütleyen “sol”un “sırat-ı müstakim” kavramının içini de rahatlıkla boşaltacağını ve kapitalizm aynası bir “sol talep” oluşturmak yerine “arz”ı dönüştürebileceğini söyleyebilirim.

Eser KEMAL