Sağlıkta Piyasalaşma ve Çetelerin Sistemde Yarattığı Çürüme

Türkiye’nin sağlık sistemi, özellikle 2000’li yıllarda uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile piyasa dinamiklerine entegre edilerek köklü bir dönüşüm geçirdi. Kamu yararına dayalı sağlık hizmetlerinin yerini, kâr odaklı bir anlayış aldı. Bu süreç, etik çöküş, yolsuzluk ve sağlık eşitsizlikleri gibi sorunları derinleştirdi. Son olarak ortaya çıkan “Yenidoğan Çetesi” skandalı, bu çürümenin göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştığını kanıtladı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası (İTO), bu olayın yalnızca münferit bir vaka değil, piyasalaşmış sağlık sisteminin doğal bir sonucu olduğunu savunuyor. Aşağıda, akademik çalışmalar ve raporlar ışığında sağlıkta piyasalaşmanın riskleri ile alternatif modeller ele alınmıştır.

2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı, kamu sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini ve özel sektörle entegre bir sistem oluşturulmasını hedefledi. ILO’nun Türkiye Sağlık Reformları Üzerine Raporu’na göre, program kısa vadede hizmete erişim açısından avantajlar sunmuş olsa da uzun vadede gelir eşitsizliğini ve sağlık hizmetlerine erişimde dengesizliği artırdı. Özellikle SGK’nın özel sağlık kuruluşlarından hizmet satın alma politikası, kamu kaynaklarının büyük bir kısmının özel sektöre aktarılmasına neden oldu. Bu durum, kamu sağlık altyapısının ihmal edilmesine yol açtı ve özel sektörün kamu yararından daha fazla öncelik kazanmasına sebep oldu.

Sağlık Çeteleri ve Denetimsizlik

TTB ve İTO’nun değerlendirmelerine göre, Yenidoğan Çetesi’nin faaliyetleri bireysel bir suç faaliyeti olmanın ötesinde, sistemdeki denetim eksikliğinin bir sonucudur. ILO’nun Türkiye Sağlık Sektöründeki Yolsuzluk Raporu (2018), sağlıkta denetim mekanizmalarının yetersizliğine dikkat çekmektedir. Özellikle SGK’nın geri ödeme sistemi üzerinden yapılan usulsüzlükler ve denetim eksiklikleri, yolsuzluk ve suç örgütleri için elverişli bir zemin hazırlamaktadır. TTB’nin 2020 tarihli Sağlıkta Etik Raporu’nda da bu tür vakaların engellenmesi için kamu sağlık sisteminin güçlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Denetim süreçlerinin şeffaflaştırılması ve sağlık emekçilerinin etik ilkelere uygun şekilde çalışması için gerekli koşullar sağlanmalıdır.

Piyasalaşmanın etkisiyle sağlık emekçileri, mesleklerinin etik değerleri ile piyasa baskıları arasında sıkışmış durumdadır. Lancet Global Health’de yayımlanan bir makaleye göre, performans sistemi, gereksiz tetkikler yapılmasına ve kâr odaklı tedavi yöntemlerinin öncelik kazanmasına yol açmıştır. Bu, hekimlerin mesleki tatminlerini azaltırken, toplumun sağlık sistemine olan güvenini de ciddi ölçüde sarsmıştır. Sağlık sistemindeki bu yapısal sorunlar, hekimlerin iş yükünü artırmakta ve onları hastalardan ziyade finansal hedeflere odaklanmaya zorlamaktadır.

Piyasa odaklı sağlık sistemi, düşük gelirli gruplar için sağlık hizmetlerine erişimi daha da zorlaştırmıştır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)’nın “Sağlık Hakkı ve Eşitsizlikler” raporunda, özel sektöre bağımlılığın artmasının dezavantajlı kesimler üzerindeki olumsuz etkileri açıkça gösterilmiştir. Yenidoğan Yoğun Bakım Üniteleri’nin büyük çoğunluğunun özel sektöre ait olması, kamu yatırımlarının yetersizliğini ortaya koymaktadır. Kamusal sağlık hizmetlerinin yetersizliği, dar gelirli ailelerin sağlık hizmetlerine erişiminde ciddi zorluklara yol açmaktadır.

Alternatif Modeller: Dayanışmacı ve Kamusal Yaklaşımlar

Sağlık sisteminin piyasadan bağımsız, topluma yönelik bir anlayışla yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sağlık hizmetlerinin temel bir insan hakkı olarak sunulması gerektiğini savunmaktadır. Benzer şekilde, UNDP ve ILO raporları, kamu sağlık yatırımlarının hem sosyal eşitsizliklerin azaltılmasında hem de uzun vadede daha sağlıklı bir toplum yaratılmasında önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Dayanışma ekonomileri ve kamu yararına dayalı sağlık sistemleri, sadece ekonomik eşitsizlikleri azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda daha sürdürülebilir bir sağlık altyapısı sağlamaktadır.

Sağlıkta piyasalaşma, insan sağlığını metalaştırarak toplumun temel bir hakkını kâr amacıyla şekillendiren bir yapıya dönüştürmüştür. Bu sistemin yarattığı etik ve yapısal sorunlar, bireylerin sağlık hakkına erişimini engellemekle kalmamış; yolsuzluk, çetecilik ve etik dışı uygulamalara zemin hazırlamıştır. Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası’nın bu konudaki uyarıları, halk sağlığı için sürdürülebilir ve eşitlikçi bir sağlık modelinin gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Sağlık sisteminin geleceği, piyasa odaklı yaklaşımdan uzaklaştırılmalı ve insan odaklı bir modele yönlendirilmelidir. Sağlık, bir kâr aracı değil, toplumun en temel haklarından biri olarak ele alınmalıdır.


Kaynakça

1. Türk Tabipleri Birliği (TTB), 2020 Sağlıkta Etik Raporu.
2. ILO, Türkiye Sağlık Reformları Üzerine Raporu (2018).
3. Lancet Global Health, Performance Systems and Ethics in Healthcare (2021).
4. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Sağlık Hakkı ve Eşitsizlikler Raporu (2020).
5. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Universal Health Coverage Report.
6. UNDP, Health Inequalities and Public Policies.