Ön-Kapitalizmden Emperyalizm: Britanya Hegemonyası -2-

Yazımızın ilk bölümünde Hollanda hegemonyasından İngiliz hegemonyasına geçiş sürecini ele almıştık. Bu bölümde ise İngiliz hegemonyasının yükseliş ve gerileyişini, yeni hegemon olarak ABD’nin ortaya çıkış sürecini ele alacağız.

İngiliz hegemonyasının gerileyişi ve karşı hegemonya adayları…

ABD, İç Savaş’ı başarıyla sona erdirdikten sonra ulusal birliğini inşa ederek, Almanya ise Fransa-Prusya savaşında Fransa’yı yenip ulusal birliğini inşa ederek istikrarlı bir siyasi altyapı oluşturmuşlardı. 1800’li yılların sonlarında artık Almanya ve ABD gerileyen İngiltere hegemonyasını tehdit eden iki yeni hegemonya adayı konumuna ulaşmışlardı.

Almanya 1870’lerin başında Prusya önderliğinde ulusal birliğini sağlamıştı. Bu dönem aynı zamanda 1873-1896 Büyük Depresyonunun başlangıç dönemiydi. Almanya krize karşı sanayiciler ve büyük toprak sahiplerinin talepleri doğrultusunda korumacı politikalara yöneldi ve bu yolla yeni teknolojilere dayalı güçlü bir sanayileşme hamlesi gerçekleştirdi. Sonuç olarak bu çabaları Almanya’yı bir dünya gücü haline getirdi.  Ulusal birliğini sağlamış ve güçlü bir sanayi altyapısı inşa etmiş Almanya, bu gelişmelerin ardından İngiliz hegemonyası açısından ciddi bir tehdit haline gelmişti. 19. Yüzyılın son çeyreğinde İngiltere’nin sınai ve ticari üstünlüğü tehdit etmeye başlayan değer güç ise ABD idi. 1861-65 yılları arasındaki iç savaşın ardından ABD ulusal birliğini pekiştirmişti. Yanı sıra korumacı politikalarla -ve sahip olduğu güçlü bir iç pazarın sağladığı imkânlarla-  yeni teknolojilere dayalı güçlü bir sanayi inşa etmişti.

ABD ve Almanya küresel piyasalardan gittikçe artan miktarda pay almaya başladılar. 1873’ten 1914’e kadar ABD ve Almanya bazı öncü sektörlerde başlıca üretici konumuna geldiler: ABD önce çelik, sonra otomobil sektöründe, Almanya ise kimya sanayiinde…

Hegemonyayı restorasyon çabaları…

İngiltere 19. Yüzyıl son çeyreğinde ABD ve Almanya’nın sınai rekabetinin yanı sıra Büyük Depresyonun sonuçlarından da büyük ölçüde etkilendi. Kalıcı bir kârlılık krizi nedeniyle mal ticareti alanında hızla yaygınlaşan korumacı politikalar karşısında -ve ABD ve Almanya karşısında sınai üstünlüğünü yitirme pahasına- İngiltere geleneksel serbest ticaret politikasını değiştirmedi(1). İngiltere, dünya ekonomisi üzerindeki ticari ve mali tekeli sayesinde mal ticaretindeki açığı, sigortacılık, navlun gelirleri ve komisyon gelirleri gibi görünmeyen kalemlerdeki fazlalarla ve dış yatırımlardan elde ettiği karlarla telafi etmeyi başardı.

İlk restorasyon hamlesi altın standardı uygulamasıydı. Hegemonik gerilemeye karşın altın standardı İngiliz hegemonyasının zayıflayarak da olsa etkisini sürdürmesinde büyük bir rol oynadı. Büyük Britanya altın standardının yaygınlaşmasıyla 1871 yılında genel hegemonik gerilemesine karşın parasal hegemon statüsüne yükseldi Altın standardı döneminde İngiltere, finansal sermayenin büyük ihracatçısı oldu. Dünya altın, para ve finans piyasalarının merkezi haline gelen Londra, aynı zamanda kısa ve uzun vadeli kredi sağlayan başlıca merkez durumundaydı. 1870-1913 yılları arasında dünya ticaretinin yüzde 60’ı sterlin cinsinden düzenlenmiş ödeme araçlarıyla finanse edilmişti. Bu durum, diğer ülkelerin altın standardını benimsemesi için önemli bir gerekçe oluşturdu. Ama bu ölümden önceki iyilik hali gibiydi; zira bu gelişmeler İngiltere’nin üretim ve teknoloji alanındaki geriye düşüş sürecini ortadan kaldırmıyor, yalnızca perdeliyordu. Artık İngiltere üretim temelinden kopuk bir büyük “finansallaşma çürümesi” ile karşı karşıyaydı. Bu nedenledir ki artan uluslararası rekabet ve ardı sıra gelen savaş altın standardının sonunu getirdi. İngiltere’nin iki savaş arası dönemde altın standardının yeniden canlandırma yolundaki tüm çabaları da başarısızlıkla sonuçlandı.

İkinci restorasyon hamlesi korumacı yönelişlerdi. 1915’de çıkarılan McKenna vergileri ve savaştan sonra çıkarılan sanayi koruma vergiler imparatorluk dışı ticarete karşı bir ayrımcılık getirmekteydi. Nihayetinde 1932 yılında ise Britanya korumacılığa geri döndü ve tam bir iç pazar tercihli sistemi benimsedi. Kısaca, uluslararası liberalizmin temsilcisi olarak öne çıkan ve rakipleri çok önce korumacı politikalara yönelmişken serbest ticaret politikasında ısrar eden Britanya, ekonomik güç olarak geriledikçe kendisiyle özdeşleşen serbest ticaret politikasından da vazgeçerek, hegemonyasını restore edebilmek için korumacı bir politikaya yönelmek zorunda kalmıştı.

Üçüncü restorasyon hamlesi iki başlı hegemonya politikasıydı. İngiliz ve ABD güçlerinin eşitlendiği ve fakat henüz ABD’nin askeri açıdan rakiplerine göre zayıf konuda bulunduğu 1920’lerde İngiltere ve ABD’nin ortaklaşa hegemonik güç olduğu Anglo-Amerikan uluslararası ekonomik liderliği için düşünsel ve pratik çabalar yoğunlaştırıldı. Ve fakat başta 2. Dünya Savaşı olmak üzere sonraki gelişmeler bu çabaların karşılığının olmadığını ortaya koydu.

Hegemonyanın yıkılışı ve ABD’nin öne çıkışı…

İngiltere hegemonik olarak 1870’li yıllardan itibaren gerilemeye başlamış olsa da dünyayı yönetme işlevini 19. Yüzyıl sonuna kadar sürdürdü. I. Dünya Savaşı sonunda ise İngiltere’nin hegemonik gücünün sona erdiği artık açıkça görünür hale gelmişti. Almanya, İtalya ve Japonya gibi güçlerle dünya güç dengesini tehdit eden saldırgan-yayılmacı bir ittifak oluşturmuştu. Bu ittifakın karşısında eski statükonun devamından yana olan İngiltere ve Fransa ittifakı yer alıyordu. Ancak, ABD’nin sonradan gelen yardımı ile İngiltere tarafından savaşta mağlup edilen Almanya hegemonya iddiasında ciddi bir yara aldı. Ama yıkılmadı. 2. Dünya Savaşı’na ise ABD daha aktif bir biçimde katıldı. ABD ve Sovyetler Birliği ile stratejik bir ittifaka girerek Almanya ve müttefiklerinin yenilmesini mümkün kıldı. Avrupa yıkımla karşı karşıyayken ABD ekonomisi yine bu savaş sürecinden en az zarar gören büyük güçtü. Ve fakat bu sefer hegemonya adayı olan Almanya açısında yenilgi açık bir yıkım ve diz çöküş anlamına geliyordu. ABD kendi hegemonyası açısından olası bir tehdit olan uzak coğrafyadaki Japonya’yı da atom bombaları ile yerle bir etti.

Wallerstein’ın “ABD Gücünün Gerilemesi” kitabındaki saptamasıyla ifade edecek olursak: “Tarih kitapları, Birinci Dünya Savaşı’mn 1914’te başlayıp 1918′ de sona erdiğini, İkinci Dünya Savaşı’mn da 1939’dan 1945’e kadar sürdüğünü kaydeder. Gelgelelim, bu ikisini Almanya ile ABD arasındaki, aralara ateşkeslerin ve yerel çatışmaların da serpiştirildiği tek, sürekli bir “otuz yıl savaşı” olarak ele almak daha anlamlıdır.”

ABD hegemonyasının dayanakları

a-Ekonomik dayanaklar…

Aslında 1800’lü yıllardan savaş dönemine kadar geçen süreçte ABD ekonomik alanda İngiltere karşısındaki üstünlüğünü adım adım inşa etmişti. 1880’de İngiltere’nin dünya sanayi üretimindeki payı %22,9 iken bu oran 1913’te %13,6’ya geriledi. Buna karşılık ABD ekonomisi 1913 yılında dünya sanayi üretiminin %32’sini gerçekleştiriyordu.

b- Askeri dayanaklar

Ve fakat ABD’nin ekonomik gücü ile askeri gücü arasında bir asimetri vardı. Hegemonik bir güç olması için askeri alanda da ciddi hamleler gerçekleştirmesi gerekiyordu. A.B.D. 1.Dünya Savaşı öncesinde savaş imkan ve kabiliyetleri konusunda oldukça sınırlı bir durumdaydı. 19. yüzyılın sonuna kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin dış siyaseti, ağırlıklı olarak izolasyon felsefesine ve siyasetine dayandığından uluslararası ittifaklara gereksinim duymuyordu. Birleşik Devletler, jeopolitik mücadelenin ağırlıklı olarak cereyan ettiği başta Avrupa olmak üzere Avrasya’dan denizle ayrılmıştı. Komşuları da güçlü devletler değildi. Bu nedenle silah üretim ve savunma tesisleri büyük ölçüde küçük ve sınırlı kapasiteliydi. Ne var ki I. Dünya Savaşı’nın genel ortamı içinde silah üretimi ve seferberlik mekanizmasının geliştirme mecburiyeti ortaya çıkmıştı. I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında konu ile ilgili hükümet büroları sayısal olarak artarken savaş sanayi de daha iyi örgütlendi ve ABD, askeri güç olarak da büyük bir güç haline dönüştü.

c-İdeolojik-siyasi dayanaklar

Hegemonyayı kimin devralacağı konusundaki rekabet, Almanya’da Nazilerin bir tür küresel imparatorluk kurma arayışına girdikleri 1933’te ideolojik bir renge büründü. Faşist Nazilerin liderliğindeki Almanya siyasette otoriter, saldırgan ve devlet merkezli; ekonomide ise korumacı bir anlayışı öne çıkarırken,  ABD kendini ekonomik anlamda serbest pazarın ve siyasal planda ise dünya demokrasisinin temsilcisi olarak takdim ediyordu. İki dünya savaşının ardından ise sosyalist blokun güçlenmesi ile faşizmin yarattığı tepkiyi – ama açık ara birincisini- kendi ideolojik önderliği ve rıza üretimi açısından başarıyla kullandı. ABD, 1. ve 2. Dünya Savaşının yarattığı sistemik siyasal ve ideolojik kargaşa ortamını sonlandırmaya en muktedir güç olarak bu ortamı kendi hegemonyası bakımından başarıyla kullandı. Bu hegemonyanın tesisinde “Soğuk Savaş” söylem ve teorileri çok önemli bir işleve sahip oldu. Böylece ABD ve SSCB’nin başını çektiği iki kutuplu dünya içinde ABD kapitalist blokun ekonomik ve siyasal açıdan en güçlü ve diri unsuru olarak ve kendini “komünist” ve “faşist” tehdide karşı dünya demokrasisinin koruyucu gücü olarak sunarak tüm kapitalist dünyanın ortak ve güçlü “rıza”sını arkaladı.

d-Kurumsal dayanaklar

ABD hegemonyasının ayırıcı özelliklerden birisi de BM, NATO, Dünya Bankası, IMF, GATT, İLO, DSÖ vb. gibi uluslararası alanda geniş bir kurumsal yapılanma ile hegemonyasını taçlandırılmış olmasıdır.

İngiliz Hegemonyasının özellikleri…

Hollanda hegemonyası, bu ülkenin feodal ekonomi ve siyasetten kapitalist ekonomi ve siyasete geçiş döneminde öncü bir köprü rol oynaması ile bağlantılıydı. İngiltere hegemonyası ise, ticari (ön) kapitalizmden sanayi kapitalizmine ve oradan da emperyalizme geçiş sürecinin yarattığı sorunlar ve ortaya çıkardığı gerekler konusunda diğer ülkeler nezdinde öncü ve yol gösterici bir örnek olmasıyla doğrudan bağlantılıydı.

İngiliz hegemonyası sanayi kapitalizminin iyice şekillenmeye ve ön plana çıkmaya başladığı bir sürecin hegemonyasıdır. Ama öte yandan ön-ticari kapitalizmin ağırlığını hala koruduğu bir dönemin de… Britanya tekstil devriminden sonra demirin işlenmesi ve kullanılmasıyla “dünyanın atölyesi” olarak anılır olmuştu. Öyle ki bırakalım sanayi temeli olmayan ülkeleri, 19 yy. sanayi devrimini yapmış diğer ülkeler Britanya’dan yatırım ürünleri alıcısıydılar. Ne var ki İngiliz hegemonyasında yine de ticaret ağırlığı sanayi ağırlığına göre bariz biçimde belirgindi. Öyle ki 1870’de Britanya dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 24’ünü elinde bulunduruyordu. Britanya’nın 1877-85’de ulusal gelirinin yüzde 49’u, 1909-13 arasında ise yüzde 52’si ticarete konu mallardan oluşuyordu. İngiltere ve ABD hegemonyası dönemleri kıyaslandığında hegemonya dönemlerinde dünya ticaretinde Britanya’nın payı, Birleşik Devletlerinkinden çok daha büyük iken, Amerika’nın ise dünya üretimindeki payı Britanya’dan çok daha büyük olduğu görülür.

İngiliz hegemonyası dönemi, köleci ve bağımlı emekten özgür emekçi yurttaşa, ticaret (ön) kapitalizmden sanayi kapitalizmine, sömürgecilik ve kolonicilikten emperyalizme, serbest rekabetten tekelci rekabete geçiş süreciydi; İngiltere hegemonyası her iki dönemini de kapsar ve doğrultu net biçimde sanayi kapitalizmine ve emperyalizme olmakla birlikte, melez görüntü çok daha baskındır. Ne var ki, ülkelerarası ilişkinin temel yol ve yöntemlerinde sanayi öncesi ülkelerarası ilişkiye göre belirleyici önemde bir değişiklikte bu dönemde gerçekleşmiştir. Sanayi öncesi toplumların derdi pazarı ele geçirmek değil nesneleri, yeraltı kaynaklarını, köleleri ele geçirmek ve haraç elde etmekti. Bu işi siyasi ve askeri zor ile başarılıyordu.  Artık bunun yerini ekonomik güç ilişkileri ve pazarların kontrolü almıştır.

İngiltere hegemonyası kapitalizmin dikey ve yatay gelişinin sağlandığı bir dönemdir. Dikey gelişme de çok önemli olmakla beraber bu dönemde yatay genişlemenin daha öne çıktığını söylemek mümkündür. Engels’in öngörüsü gerçekleşmişti: “İngiltere, “dünyanın atölyesi” olacaktı; İngiltere için İrlanda ne idiyse, bütün öteki ülkeler de o olacaktı – İngiltere’nin mamul malları için pazar olacaklar karşılığında hammadde ve gıda vereceklerdi. Tarımsal bir dünyanın büyük imalat merkezi olan sanayi güneşinin, İngiltere’nin çevresinde dönen ve sayıları giderek artan tahıl ve pamuk üreticisi İrlanda’lar…” Ama yalnızca İngiltere ve İrlanda açısından geçerli bir durum değildi tabi ki bu tablo. Sanayi devrimini tamamlamış tüm ülkelerle dünyanın geri kalanı arasındaki ilişki açısından da geçerliydi. İngiliz hegemonyası döneminde dünya ülkeleri sanayi atölyeleri ve tarım ürünleri ve hammadde kaynakları olarak keskin biçimde ikiye bölünmüştü. Ve birinciler ikinciler üzerinde net bir ekonomik ve siyasi hâkimiyet kurmuşlardı.

İngiltere hegemonyası ABD gibi kurumsal dayanaklardan yoksundu ve serbest ticaretle ulus devletlerin varlığını güvence altına alan birkaç anlaşma ve kural üzerinde yükselmekteydi. Buna karşın bu dönem, aynı zamanda hem ulus devletlerin ve hem de ulus devletlerarası ilişkilerin güçlendiği ve uluslararası ilişkilerin belirli bir nizama bağlanması doğrultusundaki düşünce ve arayışların yoğunlaşmaya başladığı bir dönemdir de…

1-Bunun en temel nedeni ise İngiltere hegemonyası -sanayinin giderek daha görünür olmasına ve İngiltere dünyanın atölyesi olarak anılmasına karşın- hala ticaretin ön planda olduğu bir hegemonyaydı. Bir başka ifadeyle Britanya, yükselen derecede ticarete bağımlılığıyla da ilgiliydi. Bu rakamlar uluslararası ekonominin içe kapanması durumunda Britanya’nın karşı karşıya kalacağı fırsat maliyetlerinin oldukça önemli olduğunu göstermektedir.

Mahmut ÜSTÜN
Latest posts by Mahmut ÜSTÜN (see all)
Bunları da okuyabilirsiniz...

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku