Bir Trafik Kazasının Ortaya Çıkardığı Toplumsa Çürüme – Rabia Mine

Bilindiği üzere geçen hafta yurdumuzda çok büyük infialler yaratan bir cinayetler zinciri gerçekleşti.

Önce 17 yaşındaki bir genç, fecî bir trafik cinayeti işledi. Ardından ebeveynleri, türlü insanlık cinayetlerine giriştiler. Bu zincirleme cinayetleri, rezil hukuk cinayetleri takip etti ve bütün bu vahşi cinayetler silsilesi, çifte standartlılıkta ve ikiyüzlülükte dünya birinciliğine oynayan yurdum insanının her zamanki histerik tepkisiyle taçlandı.

Resmen bir muz cumhuriyetine dönüşmüş olan bu ülkede artık münferit olaylardan sayılan ilk “somut” cinayetin hangi koÅŸullarda vuku bulduÄŸunu bilmiyoruz. ÇocuÄŸun alkol ya da uyuÅŸturucu etkisinde olması, ihtimal dahilinde…

Akabinde gerçekleÅŸen hukuk cinayetleri de nicedir ‘vaka-ı adiye’den; yani hayatın normal akışına uygun, ÅŸaşırılmaması gereken sıradan hadiselerden sayılıyor artık bitik ülkemizde…

Bu olayda titizlikle irdelenerek dersler çıkarılması gereken asıl mesele, toplumun, ebeveynlerin işlediği insanlık cinayetleri karşısında takındığı tutumdur.

Öncelikle şu gerçeği bütün sertliği ile suratlara çarpmak istiyorum ki bu dünyada, o çocuğun ailesinin sahip olduğu olanaklara sahip bulunup da evladını öyle bir durumdan kaçırmayacak insan yoktur!

Varsa bile, istatistiklere dahi giremeyecek kadar azdır.

Herkes önce bu tartışmasız gerçekle, yani kendisiyle yüzleÅŸsin; ondan sonra “sınanmadığı günahların masumunu” oynasın!..

Takdir edileceği üzere bu sözleri asla ailenin kirli iktidar ilişkilerini de kullanarak gerçekleştirdiği insanlık suçunu onaylayarak söylemiyorum; sadece nesnel bir durum tespitinde bulunuyorum.

Çünkü insan budur!

İnsan kusurlu, bencil, korkak, zaaflı, kendi çocukları söz konusu olduğunda dünyayı yakabilecek bir canlıdır!

Benzer duruma düşen iki aileden birinin çocuÄŸunu hapisten kurtarıp diÄŸerinin kurtaramaması, sadece “güç” meselesidir; “ahlâk, erdem, hakkaniyet, vicdan vs” gibi faziletler deÄŸil…

Net!

Ãœstelik de bizimki gibi özünde kimsenin kimseden farkının bulunmadığı çürümüş toplumlar söz konusu olduÄŸunda, bütün insanlık suçları “fırsata bakar” sadece…

O yüzdendir ki günlerdir milyonlarca şuursuzun, kendini evliya yerine koyarak attığı insanlık tiratlarını kusarak izliyorum.

Hele ki her kesimin kendi insanları, çıkarları ya da umutları söz konusu olduğunda görmezden geldiği benzer suçları düşündüğümde, tüylerim diken diken oluyor.

Örnek vermem gerekirse; 11 Mayıs 1998’de 64 yaşındaki Türk sanat müziÄŸi sanatçısı Sevim Tanürek’e yayalar için yeÅŸil ışık yandığı sırada yaya geçidinde karşıdan karşıya geçerken çarpıp ölümüne yol açan kiÅŸi, cumhurbaÅŸkanının oÄŸlu Ahmet Burak ErdoÄŸan idi ve kendisinin tek bir gün ceza almamasını saÄŸlayan “güçlü” babası, birkaç yıl sonra aydın sol muhaliflerin bile “Yetmez ama evet!” dedikleri müthiÅŸ bir toplumsal konsensusla ülkenin başına getirildi.

Keza birkaç ay önceki Yılmaz Güney polemiÄŸi esnasında Güney’in 1966 yılında “Hudutların Kanunu” filmini çekmek için Urfa’da bulunduÄŸu sırada sarhoÅŸ bir ÅŸekilde kullandığı aracıyla bir çocuÄŸa çarparak ölümüne yol açtığı gerçeÄŸinin gündeme gelmesi, onun her türlü kadına ÅŸiddet suçunu ve cinayetini aklamak için kendini yırtan büyük kalabalıkların umurunda bile olmadığı gibi; tartışılan her somut ÅŸiddet suçunu, “Yaptı ama niye yaptı!” diye aklayıp, gerçekleri haykıran objektif kalemleri linçlemek için birbirleriyle yarıştılar.

Bugün bu her tiynetten iki yüzlü milyonların hepsini, üstelik de çocuÄŸun babası da en az onun kadar iÅŸin içinde olduÄŸu halde sadece annesine yüklenerek ekstradan bir de “cinsiyetçilik” suçu iÅŸlemek suretiyle insanlık nutukları atarken görmek gözlerimi yaÅŸartıyor; ama gülmekten…

Hele ki anne Eylem Tok’un bahsinin geçtiÄŸi her cümlede özellikle “yazarlığına” vurgu yapılarak, sanki kitabı olan herkes yazarmış ve de yazarlar her türlü yanlıştan, suçtan, zaaftan azade olmaları gereken insanüstü varlıklarmış gibi konuÅŸulması evlere ÅŸenlik…

Bu kadar okumayan bir toplumun, yazarlığa bu derece büyük anlamlar yüklediğini görmek, hakikaten samimi olsalardı çok hoş olabilirdi elbette; ama ısrarla yaptıkları bu vurgunun altında müthiş bir aşağılık kompleksinin yattığını anlamak için çok zekî olmaya gerek yok.

Sözde yazarlığı tamamen bir proje olan kadın gerçek bir yazar olsaydı yine gam yemeyecektim. Nitekim, onlarca kitabı bulunup da yazarlıkla uzak yakın alâkaları olmayan ne kalemşorlar gördü bu ülke; hey babam hey!..

En trajikomiÄŸi de maskelerini düşüren hakiki yazarları vurmak maksadıyla Eylem Tok’a uyduruk yazarlığından saldırmak için sazı ilk eline alanların, o ÅŸarlatan kalemÅŸorlar olmasıydı…

Ä°lahi komedya…

Yani demem o ki kardeşlikler; olaylara ve kişilere gösterdiğimiz tepkileri tarafsızlık, objektiflik, hakkaniyet ve insaniyet çerçevesinde vermediğimiz durumlarda, tepki gösterdiğimiz kişilerle aynı mok çukurlarına düşeriz.

Yeni doÄŸmuÅŸ bir bebeÄŸi bulunan yirmi dokuz yaşında gencecik bir insanın canını almış olmasına raÄŸmen gülebilen fail gencin ve ailesinin basına yansıyan fotoÄŸraflarındaki duyarsızlığın kan dondurucu olduÄŸu bu fecî olay, neresinden baksak leÅŸ kokmaktadır evet… EleÅŸtirilecek, yargılanacak, isyan edilecek sayısız boyutu vardır!..

Ne var ki herkesin sadece kendi ölüsüne ağlayıp, sadece kendisi için adalet istediği; kendi suçlusunun her suçunu aklamayı hak sayarken, karşı tarafın suçlusunu boklamak için kırk takla attığı bu kokuşmuş toplum klasman üstü çifte standartlılığı, tutarsızlığı ve ikiyüzlülüğü ile bu leşi bizzat kendisi yaratmıştır.

Her durumda, “sınanmadığı günahların evliyalığını taslayarak” insanlık nutukları atması da leÅŸinin üzerine diktiÄŸi janjanlı tüydür!

Kirli gerçeğiyle yüzleşmeyi ısrarla reddettiği müddetçe de kendi çukurunu kazmaya devam edecektir.

BoÅŸuna, suçu sadece sisteme atarak aÄŸlanıp durmasın kimse…

Kesin bilgi yayabilirsiniz.