Epstein’ın Dehşet Adası ve Siyaset (3)

Epstein’ın dehÅŸet adası ve siyaset üzerine yazının bu üçüncü ve son bölümünde, erkek egemen sistemin döngüsünü tartışalım. Sistemin erkekliÄŸini ve eril sistemin döngüsü üzerine konuÅŸalım. Epstein’ın Ada’sındaki , Bill Clinton’un mavi elbiseli, topuklu kırmızı ayakkabılı portresinden baÅŸlayabiliriz mesela. Erkekleri kadınlaÅŸtırmakla tehdit eden, aÅŸağılayan ve asıl kadın cinsini aÅŸağılamaya kalkan erkek egemen sistemin kendi çıkmazları… Erkek egemen sistemin döngüsünü saÄŸlayan kadın iÅŸbirlikçiler… Siyasetçilere kadın elbisesi giydirerek ÅŸantaj yapan erkek egemen sistemin, siyaseti ERK-EK- LEÅžTÄ°RMESÄ°!

Epstein’ın dehÅŸet adasındaki, Bill Clinton’un dekolteli mavi bir kadın elbisesi ile kırmızı topuklu bir kadın ayakkabısıyla bir koltuÄŸun üzerinde otururken tasfir edilmiÅŸ resmi, erkek egemen sistemin döngüsünün erk-ek-lik krizinin resmi aynı zamanda. “Bill Clinton bu pozu verdi mi yahut bir resim tablosu mu”, tartışmasının ötesinde bu tasfirin ardındaki eril sistemin döngüsünün mantalitesini tartışmak lazım.

Burada birinci olarak, erkeğin kadınlaştırılarak aşağılanması söz konusudur. Erkek olan kişi, kadınlaştırılarak aşağılanırken, kadın cinsi topyekün aşağılanır. Erkeğe kadın elbisesi giydirmek! Hepimiz biliriz ki, mafyanın en çok kullandığı yöntemlerden biridir, erkek olan kişiye kadın elbisesi giydirip fotoğraflarını çekerler, kamera kaydı yaparlar. Sonrasında bu fotoğraf ve kamera kayıtları o kişiye karşı tehdit ve şantaj amaçlı kullanılır. Siyasetçi, sanatçı, mafyanın önde gelen isimleri yahut devlet insanları, bürokratlar, iş insanları bu tehdit ve şantajlara maruz kalır genelde. İkinci olarak ise bu yöntemlerle baskı altında tutulan kişiler üzerinden siyaset dizayn edilir.

Epstein’ın dehÅŸet adası ve benzeri mekanlarda siyaset ve dünya sistemi dizayn edilirken, yine bu yöntem karşımıza çıkıyor. BoÅŸuna deÄŸil, bu sistemi tanımlarken erkek egemen sistem dememiz. Tepeden tırnaÄŸa bu anlayışla ÅŸekillenen siyasetin sokaÄŸa yansıması da aynı tarzdadır. Çok uzaÄŸa gitmeye gerek yok, gözaltında yahut hapishanelerde bir iÅŸkence yöntemi olarak devrimcilere de uygulanır.

90’lı yıllarda politik nedenlerle, düşüncelerinden dolayı gözaltına altına alınan herkes benzer tehditlere ve iÅŸkencelere maruz kalmıştır. Kadın devrimcilerin üzerindeki elbiseler zorla çıkartılarak, taciz ve tecavüzle tehdit edilirken, erkek devrimcilere de aynı iÅŸkence ve tehditler yapılırdı. Elbette devrimciler, bu iÅŸkence yöntemine karşı daha donanımlıdır. Fakat devrimci bir bakış açısına raÄŸmen, toplumsal yargıların aşıldığı söylenemez. Mesela, kadın devrimciler, gözaltında maruz kaldığı iÅŸkenceleri teÅŸhir ederken daha cesurdur. Nitekim birçoÄŸumuz gözaltında maruz kaldığımız iÅŸkenceleri açıklayıp, teÅŸhir ederken cinsel iÅŸkenceyi de aynı cüretle dile getirmiÅŸizdir. Ä°ÅŸkence ne kadar korkunç ve aÅŸağılıkça olursa olsun, bu iÅŸkenceye maruz kalanın utancı olamaz. Utanması gereken, bu iÅŸkenceyi uygulayanlardır. Bu bilinç açıklığıyla hareket etmek elzemdir. Bu bilinç berraklığı aynı zamanda iÅŸkenceye ve insan hakları ihlallerine karşı mücadeleyi ilmek ilmek örecektir.

Evet, devrimciler bu iÅŸkence yöntemine karşı daha donanımlıdır. Lakin buna raÄŸmen erkek devrimciler, maruz kaldıkları iÅŸkenceleri açıklarken, mesele cinsel iÅŸkenceye gelince ketum davranırlar. Hapishane’de bu konu üzerine çokça tartışma imkanım oldu. Bir gün bir erkek arkadaÅŸ, benimle konuÅŸmak istediÄŸini söylemiÅŸti. Hapishanenin ortak görüşme alanında görüştük. Bu görüşmede bana gözaltında copla tecavüze uÄŸradığını ama bunu hiç kimseyle paylaÅŸmadığını anlattı. Ona bunun kendi utancı olmadığını ve bunun bir iÅŸkence yöntemi olduÄŸunu anlattım. Uzun uzun konuÅŸtuk. Sonra maruz kaldığı bu iÅŸkenceyi açıklaması gerektiÄŸini belirttim. “Bu iÅŸkenceyi açıklamak senin bilincindeki ve yüreÄŸindeki yükü hafifletir” dedim. Lakin ikna edemedim.

Sordum ona : “Madem açıklamayı düşünmüyorsun peki bana neden anlattın” diye. “Bugüne kadar kimseye anlatmadım, birileriyle konuÅŸmalıydım yoksa bu beni içten içe çökertiyor. Lakin kimseye güvenemedim” dedi. KonuÅŸma sırasında bu konu üzerine enine boyuna detaylı tartıştık. Bu görüşmede onun bazı söylemleri adeta belleÄŸime kazındı. Mesela; bu iÅŸkenceyi kamuoyuna açıklamama nedenlerinden biri, toplumun kadına ve erkeÄŸe aynı bakmaması idi. ErkeÄŸe biçilen rollerdi yani… O günlerde, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamaya baÅŸladım. Daha sonra Pınar Selek’in, “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabını okuduÄŸumda bu toplumsal cinsiyet rollerinde, erkeÄŸin erkek olma halinde erk’ini saÄŸlamlaÅŸtırabilmek için nasıl bir cenderenin kısır döngüsünde can çekiÅŸtiÄŸini anladım. Peki, bu roller neden ve nasıl inÅŸa edildi? Toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamadan, siyasetin kısır döngüsünden kurtulabilir miyiz?

Åžimdi ne alaka, Epstein’ın dehÅŸet adasından nasıl bu tartışmaya vardın diyebilirsiniz. Çünkü toplumda siyasetten yaÅŸama her ÅŸey birbiriyle ilintilidir. Gözaltında bir devrimciye uygulanan iÅŸkence yöntemi ile sokaktaki insanın maruz kaldığı baskılar birbirinden bağımsız deÄŸildir. Bir fabrikada çalışan işçinin, ustabaşı tarafından tacize ve tehdite uÄŸraması ile büyük bir ÅŸirketin beyaz yakalı çalışanının, ÅŸirket yöneticileri tarafından tacize ve tehdite uÄŸraması birbirinden çok uzak olgu ve olaylar deÄŸildir. Sistem tüm hücrelerine kadar erkektir. Ve her gün, her hücresinde bu erkekliÄŸi yeniden üretir.

Bu eril sistemde kadınlar da bu döngünün bir parçasıdır. Erkek egemen sistemin çarkını döndürürler, üstelik bu çarkta en çok kadının cinsiyeti, cinselliÄŸi, niteliÄŸi ve karakteri öğütülürken. Epstein’ın adasından saçılan belgeler ve gerçekler hepimizi ürpertiyor ve kanımızı donduruyor deÄŸil mi? Belki de en çok Epstein’ın iÅŸbirlikçisi olan kadınların, fuhuÅŸ ağına düşürdüğü genç kadınlar ve hatta çocuklar… Bu korkunç fuhuÅŸ ağında genç kadınları ve çocukları bu fuhuÅŸ batağına sürükleyen, eril sistemin çarkının temel diÅŸlisi rolünü oynayan iÅŸbirlikçi kadınlar! Bu gerçeÄŸi tartışmadan yol almamız mümkün deÄŸil.

Tekrar baÅŸa dönecek olursak, Bill Clinton mavi renkli kadın elbiseli resiminden, erkek egemen sistemin büyük resmini görebiliriz özetle. ErkeÄŸe kadın elbisesi giydirmek! Erkek siyasetçinin eline ayağına baÄŸlanan bir pranga… Bir devlet baÅŸkanı bile olsa bu prangadan kurtulamıyor. Peki, ya o pranga alınıp sistemin orta yerine atılsa nasıl olur? ÖrneÄŸin, Bill Clinton yahut bu ÅŸantajlara maruz kalan bir devlet yöneticisi çıkıp başına gelenleri topluma anlatsa, eline ve ayağına baÄŸlanan bu prangaları kamuoyuna gösterse, o vakit siyaset nasıl ÅŸekillenir? Ve asıl önemlisi toplum nasıl ÅŸekillenir?

GeçtiÄŸimiz yıllarda dünya gündemini sarsan MeToo hareketi, belli bir çerçevede bazı kalıpları yıktı aslında. MeToo Hareketinin en önemli kazanımlarından biri kadına yönelik cinsel saldırı ve tacizi uluslararası kamuoyunda görünür kılmasıydı. DiÄŸeri ise, Hollywood dünyasının ışıltılarının ardındaki eril dünya idi. Holywood’un parıltılı yaÅŸamının ardındaki erkek egemen sistemin tuÄŸlaları yerinden oynadı.

ÖzgürleÅŸmenin yolu zorlu mücadelelerden geçer. Kadınların pantalon giyme mücadelesi, kadınların seçme ve seçilme hakkı için verdiÄŸi mücadeleler… Bu mücadelede hapishane hücreleri yahut ÅŸehrin meydanlarına kurulan giyotinler, onların özgürlüğü haykırmasını engelleyememiÅŸtir. EÅŸitlik için verilen mücadele özgürleÅŸmenin de yolunu açar. Bugün biz kadınlar, rahatça pantolon giyebiliyorsak, seçme ve seçilme hakkımız varsa bu önceki yüzyıllarda kadın kardeÅŸlerimizin verdiÄŸi mücadele sayesindedir.

Bugün dünya siyasetinin çıkmazlarını ve kısır döngülerini tartışacaksak, yani şaşırmaktan ve yuhalamaktan öteye varmak istiyorsak yahut mevcut şablonlardan sıyrılmak istiyorsak, cesurca sorgulamaktan ve tartışmaktan başka çaremiz yok. Bu yazı dizisini hazırlarken onlarca belgesel izledim. Komplo teorilerini sevenler için harika videolar da var. Lakin bazen gerçeğin kendisi komplo teorilerinden bile korkunç olabiliyor. Asıl mesele, gerçeğin kendisine dokunmakta saklı değil mi? Sağlam sorgulamalar yapmadan nasıl yol alacağız?

Günümüzün teknoloji çağında, ileri teknoloji ile boÄŸuÅŸurken, pozitif ve negatif yanlarını anlamaya çalışırken, insana ait evrensel deÄŸerleri koruma sorumluluÄŸu çıkıyor karşımıza. Mevcut dünya konjonktüründe ilk baÅŸta insanlığımızı, evrensel deÄŸerlerimizi yitiriyoruz. Gazze’de, Ukrayna’da yahut Yemen’de ölen çocuklar… Depremlerde kaybolan çocuklar… SavaÅŸlar, depremler, seller, ekonomik kriz ve iklim krizi… Göçmenler ve kitlesel göç hareketleri…. Siyasetin tüm bu sorunlara çözüm üretmesi gerekirken, kendi kısır döngüsünün etrafında dolanıyor.

Siyasetin her alanında, bir yezidi çemberi çıkıyor karşımıza. Bir rivayete göre, Yezidi inancında eÄŸer bir çember çizilirse ve birisi o çemberin içinde kalırsa çemberi çizen silene kadar o kiÅŸi o çemberin içinde kalmaya mecburdur. Günümüz siyaseti “kutsal” bir çembere hapsolmuÅŸ gibi…

Siyaset ile birlikte tüm toplum, dünya halkları bu kutsal çemberin içinde. Öncelikle bu çemberin farkına varmak gerek, ardından çemberin içine sıkıştırılmış kadere, o yazgının hapishanesine bakmak gerek. Ardından farkındalığımızın farkında olma aşamasına geldiğimizde, farkındalıklarımız değişime usulca yol alacaktır.