Türkiye’de 31 Mart Yerel Seçimlerinin Ardından Siyasi DeÄŸiÅŸim ve NormalleÅŸme Süreci

Türkiye’de 31 Mart Yerel Seçimleri sonrasında yaÅŸanan siyasi dönüşüm, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) sandıktan birinci parti olarak çıkmasıyla yeni bir döneme iÅŸaret etti. Bu seçimler, CHP Genel BaÅŸkanı Özgür Özel’in liderliÄŸinde, partinin 1977’den bu yana ilk kez birinci parti olarak çıkmasını saÄŸladı. Ancak, seçim sonuçlarının ötesinde, Türkiye’de “normalleÅŸme” süreci adı altında yaÅŸanan geliÅŸmeler, siyasi atmosferde önemli tartışmaları da beraberinde getirdi.

NormalleÅŸme süreci, özellikle hukukun üstünlüğü ilkesinin temel alınması gerektiÄŸini savunan uzmanlar ve aydınlar tarafından ele alındı. Bu süreçte, söylemlerin pratiÄŸe dökülmesinin zorlukları ve mevcut siyasi yapı içerisindeki otoriter eÄŸilimlerin devam ettiÄŸi gözlemlendi. ErdoÄŸan’ın liderliÄŸindeki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) politikaları, normalleÅŸme sürecinin sadece sözde kalmış olabileceÄŸi yönünde eleÅŸtirilere neden oldu.

Siyasi normalleÅŸmenin, hukukun üstünlüğü ve demokratik deÄŸerlerle uyumlu bir ÅŸekilde ilerlemesi gerektiÄŸi vurgulanırken, Türkiye’nin uluslararası hukukun üstünlüğü endekslerindeki konumu da dikkate alınmalıdır. ÖrneÄŸin, 2022 Hukukun Ãœstünlüğü Endeksi’nde Türkiye, 140 ülke arasında 116. sırada yer alarak, hukukun üstünlüğü konusunda ciddi sınavlardan geçtiÄŸi görülmektedir. Bu durum, normalleÅŸme sürecinin sadece siyasi diyalogdan ibaret olmayıp, aynı zamanda hukuki ve yargısal reformları da kapsaması gerektiÄŸini göstermektedir.

Normalleşme süreçleri üzerine yapılan akademik literatür, kapsayıcı diyalog, şeffaflık ve hesap verebilirlik önemini vurgulamaktadır. Çalışmalar, normalleşmenin etkili olabilmesi için, demokratik değerlere ve insan haklarına karşı gerçek bir bağlılıkla köklenmesi gerektiğini öne sürmektedir. Bu, sadece politik söylemde bir değişiklik değil, aynı zamanda yargının bağımsızlığını, basın özgürlüğünü ve bireysel özgürlükleri güvence altına alan yapısal reformları da içermelidir.

Normalleşme ve Hukukun Üstünlüğü 

Kutuplaşmış bir toplumda normalleşme süreci, hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlam temelleri üzerine inşa edilmelidir. Hukukun üstünlüğü, her bireyin ve kurumun, en yüksek devlet makamlarından en sıradan vatandaşlara kadar, kanun karşısında eşit olduğu ve hiç kimsenin kanunun üstünde olmadığı anlamına gelir. Bu, demokratik bir toplumun temel taşıdır ve adil bir yönetim için vazgeçilmezdir.

Siyasi, sosyal ve ideolojik ayrılıkların derinleştiği bir dönemde, hukukun üstünlüğü, toplumun bütün kesimlerine adaletin tarafsız bir şekilde uygulanacağına dair güven verir. Bu güven, ekonomik istikrarın ve sosyal adaletin temelini oluşturur. Açık ve şeffaf yasalar, eşit uygulama ve bağımsız yargı, uluslararası insan hakları standartlarıyla uyum içinde olmalıdır. Bu ilkeler, toplumun her kesiminden insanların haklarının korunmasını ve yolsuzluk, keyfi uygulamalar ve çatışmaların önlenmesini sağlar.

Hukukun üstünlüğü, hükümetlerin hesap verebilirliğini artırır ve yasal süreçlerin şeffaflığını garanti eder. Bu, vatandaşların devletin karar alma süreçlerine güvenmesini ve katılımını teşvik eder. Ayrıca, hukukun üstünlüğü, bireylerin ve toplulukların haklarını koruyarak ve çevreye saygı göstererek sürdürülebilir kalkınmayı destekler.

Demokratik teamüllerin bir gereği olarak, hukukun üstünlüğüne herkesin eşit olarak uyması esastır. Bu, devletin de dahil olduğu tüm kişi ve kuruluşların kanuna tabi ve sorumlu olduğu anlamına gelir. Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme sistemi, anlaşmazlıkları adil ve açık bir şekilde çözmelidir. Her bireyin adil ve hızlı yargılanma hakkı vardır ve keyfi tutuklamalar, hapis veya mülkiyetten mahrum bırakmalar kabul edilemez.

Dilin Toplumsal Normalleşmedeki Rolü

Dil, bir toplumun temel yapı taşlarından biridir ve iletişimden öte, kültürel kimlik ve sosyal yapıyı şekillendiren bir güç olarak işlev görür. Toplumsal normalleşme sürecinde dilin rolü, sadece iletişim kurmayı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sosyal bütünlüğü ve uyumu teşvik eden bir araçtır. Dil, bireyler arasındaki köprüleri kurabilir veya mevcut uçurumları derinleştirebilir. Bu nedenle, dilin normalleşmesi, bir toplumun sağlıklı işleyişinin ve ilerlemesinin kritik bir unsuru olarak kabul edilir.

Polarize toplumlarda dil, bölünmeyi pekiÅŸtiren veya azaltan bir faktör olarak öne çıkar. Kamuoyu tartışmaları, medya ve siyasette dilin kullanımı, toplumsal anlayış ve uzlaÅŸmayı destekleyebilir veya mevcut bölünmeleri daha da güçlendirebilir. AraÅŸtırmalar, toplumsal faktörlerin – baÄŸlam, katılımcı özellikleri ve kültürel normlar gibi – dil kullanımını nasıl etkilediÄŸini ve iletiÅŸimin farklı dilleri konuÅŸan bireyler arasında nasıl gerçekleÅŸebileceÄŸini göstermektedir. Dilin sosyal polarizasyon üzerindeki etkisi, toplum içindeki bütünlüğü saÄŸlama veya bozma potansiyeline sahip olduÄŸu için önemlidir.

Bir ülkenin normalleşme sürecinde hukukun üstünlüğü kadar dilin normalleşmesi de hayati öneme sahiptir. Bu süreç, yargı bağımsızlığının sağlanması, yolsuzlukla mücadele, yönetişimde şeffaflığın artırılması ve temel hak ve özgürlüklerin korunması gibi adımları içerir. Kamuoyu tartışmalarında kapsayıcılık ve saygı dilinin teşvik edilmesi, toplumsal yaraların iyileştirilmesine katkıda bulunabilir.

Türkiye’nin ileriye doÄŸru adım atabilmesi için, hukukun üstünlüğünü güçlendirmeye ve bölünmeyi deÄŸil, birleÅŸtirmeyi teÅŸvik eden bir dil geliÅŸtirmeye devam etmesi gerekmektedir. Bu çift yönlü yaklaşım, normalleÅŸme sürecinin kilidini açabilir ve daha uyumlu bir toplum inÅŸa etmenin anahtarı olabilir. Türkiye’nin bu süreçte atacağı adımlar, sadece ulusal düzeyde deÄŸil, aynı zamanda uluslararası alanda da etkili olabilir. Dilin normalleÅŸmesi ve hukukun üstünlüğünün saÄŸlanması, Türkiye’nin demokratikleÅŸme yolunda ilerlemesini ve toplumsal barışın saÄŸlanmasını destekleyecektir.

NHY, Deniz Çınar