Cumhuriyet’in 101 Yılı: Aydınlanma ve Demokrasi Arayışında Bir Yolculuk

Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen bir asır, Türkiye’nin toplumsal yapısında önemli değişimlere ve dönüşümlere sahne oldu. Bu süreçte, cumhuriyetin aydınlanma ve özgürlük idealleri, kimi zaman güçlü adımlarla ilerlerken, kimi zaman da baskıcı politikalarla geriye itildi. Türkiye’nin demokrasi ve eşitlik mücadelesi, toplumsal sınıflar arasında derinleşen ekonomik uçurum, laiklik ilkesinin aşınması ve halk egemenliğinin sınırlanması gibi temel sorunlarla yoğruldu.

Aydınlanma ve Bağımsızlık Mücadelesinin Ardındaki Sınıfsal Gerilim

Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri, halkın feodal bağlardan kurtulmasını ve ulusal bir kimlik etrafında birleşmesini hedeflemişti. Ancak, aydınlanma hareketleri, büyük ölçüde ekonomik olarak güçlü sınıfların çıkarları doğrultusunda şekillendi. Türkiye’de kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimini inceleyen Mete Tunçay, Cumhuriyet’in başındaki ekonomik politikaların feodal yapıların çözülmesine karşın, sermaye sahiplerini daha güçlü hale getirdiğini belirtir. Bu durum, halk sınıflarının toplumsal hayatta söz sahibi olmalarını zorlaştırmış, ekonomik bağımsızlık vaatlerinin toplumun geniş kesimlerine ulaşmasını engellemiştir.

Toplumun alt sınıflarının siyasi ve ekonomik bağımsızlık talepleri ise daha çok işçi ve köylü hareketleriyle dile getirilmiştir. Bu hareketler, cumhuriyetin ilanıyla kurulan devlet yapısının çoğunlukla sermaye odaklı bir ekonomi yarattığını ve işçi sınıfının taleplerinin göz ardı edildiğini göstermektedir. Bu bağlamda, sol düşünürlerden Korkut Boratav, Türkiye’deki sınıfsal çatışmaları ele alırken, Türkiye’nin toplumsal yapısının eşitsizlik üzerine kurulduğunu ve devletin ekonomik politikalarının halkın aleyhine işlediğini vurgular. Boratav’a göre, bağımsızlık mücadelesi olarak başlayan Cumhuriyet, kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyan bir yapı haline evrilmiştir.

Cumhuriyet’in Demokrasi İdeali ve Sivil Katılımın Önündeki Engeller

Cumhuriyet’in kuruluşu, halkın egemenliğine dayalı bir sistem hedefi taşırken, devletin merkezi yapısı sivil katılımı çoğu zaman sınırlamıştır. Devletin merkezileşmesi, özellikle 1960’lardan itibaren yükselen işçi hareketlerinin ve sivil toplumun demokrasi taleplerine karşı bir baskı unsuru olarak kullanılmıştır. Bu süreci analiz eden yazar Fikret Başkaya, “Paradigmanın İflası” adlı eserinde, Türkiye’de demokrasinin yalnızca yüzeysel bir form olarak kaldığını, gerçek bir halk iradesinin devreye giremediğini savunur. Başkaya’ya göre, devlet yapısı, toplumun demokratik taleplerine karşı direnç göstermekte, toplumsal sınıfların hak ve özgürlüklerini talep etmesini engellemektedir.

Bu durumun en somut örneği, sendikal hakların ve işçi hareketlerinin sürekli baskı altında tutulmasıdır. Özellikle sendikaların bağımsız yapısını yitirmesi ve darbe dönemlerinde sendikal hakların kısıtlanması, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin önündeki en önemli engellerden biri olmuştur. Devletin merkezi yapısının, geniş halk kesimlerinin taleplerini karşılayacak şekilde yapılandırılmaması, demokrasi arayışını sınırlayan başlıca etkenlerdendir.

Laiklik ve Toplumsal Eşitlik Arayışında Gerilimler

Cumhuriyet’in en temel ilkelerinden olan laiklik, halkın dini ve feodal baskılardan kurtulmasını hedeflemişti. Fakat, zamanla devletin dini kontrol mekanizması olarak kullanılması, laikliğin toplumsal hayatta yalnızca bir form olarak kalmasına yol açtı. Laiklik ilkesinin aşınması, kadınların ve azınlıkların toplumsal haklarını etkileyen ciddi bir sorun haline geldi. Bu konuda önemli çalışmalara imza atan düşünürlerden biri olan Şerif Mardin, laiklik ilkesi ile toplumsal eşitsizlik arasındaki bağıntıyı inceler. Mardin, Türkiye’de laiklik ilkesinin uygulanış biçiminde, devletin toplum üzerindeki dini etkileri kontrol etmekten çok, dini toplumsal düzeni sağlama amacı güttüğünü belirtir.

Cumhuriyet’in toplumsal eşitlik ilkesi, kadınların ve farklı etnik kimliklerin özgürleşme mücadelesinde de sınavlar vermiştir. Kadın hakları konusunda devletin tutumu çoğunlukla geleneksel değerlere dayalı olmuştur. Laiklik ve kadın hakları konusunda kapsamlı çalışmalar yapan yazar Ayşe Gül Altınay, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği hareketlerinin laiklik ilkesi ile doğrudan bağlantılı olduğunu belirtir. Altınay’a göre, laiklik sadece din-devlet ayrımını değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini de kapsayan bir ilkedir.

Ekonomik Eşitsizlik ve Sosyal Adalet Mücadelesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik politikasında, büyük sermaye sahiplerinin desteklenmesi ve özelleştirmelere dayalı neoliberal bir modelin benimsenmesi, halk sınıflarının ekonomik adalet arayışını zorlaştırmıştır. Bu süreç, ekonomik olarak bağımlı hale getirilen geniş halk kesimlerinin sosyal güvencelerden yoksun bırakılmasıyla sonuçlanmıştır. Sol yazarlar arasında önde gelen isimlerden Erinç Yeldan, Türkiye’nin uyguladığı neoliberal politikaların işçi sınıfı üzerindeki etkilerini analiz ederken, bu politikaların toplumsal eşitsizliği nasıl derinleştirdiğini gözler önüne serer. Yeldan’a göre, özellikle özelleştirme süreçleri ve sosyal devlet anlayışının zayıflaması, işçi sınıfını ekonomik olarak savunmasız bırakmıştır.

Bu politikaların yarattığı ekonomik dengesizlikler, Türkiye’de sosyal adalet mücadelesinin her dönemde ön planda olmasına neden olmuştur. Özellikle gelir dağılımındaki eşitsizlik, halkın refahını tehlikeye atmış ve işçi sınıfının haklarını koruma mücadelesini zorlaştırmıştır. İşçi haklarının sınırlandırılması, sendikaların baskı altına alınması ve sosyal güvenlik politikalarının daraltılması, Türkiye’nin sosyal adalet mücadelesinde önemli engeller oluşturmaktadır.

Cumhuriyet’in 101. Yılında Geleceğe Bakış

Cumhuriyet’in kuruluşunda öngörülen demokrasi, aydınlanma ve eşitlik ilkeleri, günümüzde halkın geniş kesimleri tarafından yeniden sahiplenilmektedir. Kadın hakları, işçi hakları, eğitimde fırsat eşitliği gibi talepler, toplumun çeşitli kesimlerinde daha güçlü bir şekilde dile getirilmektedir. Bugün, Cumhuriyet’in 101. yılı, bu taleplerin daha geniş bir tabanda birleştiği bir dönemi temsil etmektedir. Ünlü sol düşünürlerden Antonio Gramsci’nin kavramsallaştırdığı gibi, “eski olanın ölüp yeninin doğmadığı” bir geçiş dönemi, Türkiye için de geçerlidir.

Türkiye’de geniş kitlelerin demokrasi ve adalet arayışının artması, Cumhuriyet’in gelecekte daha adil ve eşitlikçi bir toplumsal yapıya ulaşabileceği yönündeki umudu canlı tutmaktadır. Cumhuriyet’in 101. yılı, yalnızca geçmişi değil, gelecekte halk iradesine dayanan yeni bir toplumsal düzen arayışını da simgelemektedir. Bugün, toplumsal adalet ve halkın iradesini egemen kılma arzusuyla daha demokratik ve eşitlikçi bir Cumhuriyet anlayışına ulaşmak, Türkiye’nin yoluna ışık tutmaktadır.


Kaynakça

1. Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi. Gerçek Yayınevi, 2019.

2. Başkaya, Fikret. Paradigmanın İflası. Özgür Üniversite Yayınları, 2007.

3. Mardin, Şerif. Türkiye’de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları, 2007.

4. Yeldan, Erinç. Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi. İletişim Yayınları, 2011.

5. Altınay, Ayşe Gül. Türkiye’de Kadın Hakları Mücadelesi. Metis Yayınları, 2018.

6. Gramsci, Antonio. Prison Notebooks. Columbia University Press, 1992