Politik Patoloji

Politikanın eleştirisi, şu ya da bu ideolojinin etkisinden uzakta yapılmış mıdır bilmiyorum, ancak onun bizatihi kendisinin nelere kadir olduğu bilinen bir şeydir. Bu anlamda biliyorum ki, tüm politik övgü ve eleştiriler, bilinen kavramlar, benzer cümleler ve yine benzer söyleyiş biçimleriyle yapıldı; yapılıyor. Alışıla gelmiş bu söyleyiş biçiminin dışında başka bir söyleyiş biçimi mümkün müdür? Keza ben biliyorum ki, bir durumu, bir olguyu anlatmanın değişik biçimleri vardır. Yani ihtiyacımız olan, başka bir dilden ötesi değil. Bazen bir şeyi anlatırken, ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız önem kazanıyor. Aşağıdaki metin, böylesi yeni bir anlatım tarzının denemesi olarak okunabilir.

Politik kişilere, politik örgütlere özgü mantıktan, kimi durumlarda saçmalığa geniş bir yer verebilen o garip anlayışa -politikaya- bir başka açıdan da bakmalı. Bakmalı ki, siyasetin derin nedenlerine inebilelim. Şimdi, politikanın gerçek nedeni yaşamı mekanikleştirmeye yöneltmektir. Hayatın duygu yanı söz konusuyken dikkatleri biçim üzerine çekmek bu iş için kolaylaştırıcı bir faktördür. Bu nedenle hem erdemli hem duygulu hem politik olmak komedinin konusu olmaktadır. Çünkü yapay olan bir şeyi doğal olanın yerine ikame etmeye çalışmaktadır.

Ki böylece politik beden, duygunun önüne geçebilsin! Öz ile yani duygu ile kavgayı meşrulaştırabilsin. Böyle bir ortamda yenik düşen birey artık kendi bedeninden bile tedirgin olup, varlığını politik bedenin yakınında bırakacağı yeri arayan kişi izlenimi verir. O durumda araç amacın, biçim de özün yerine geçer; artık halk için politika değil, politika için halk söz konusudur.

Politika toplumsal bir değere kavuştuğunda, günlük siyaset her şeyden önce, bireyin topluma uyum sağlamasını vazeder ve sağlar. Siyaset bizim için artık başka şeylerin kendimizi yeteri kadar heyecanlandırmadığı, duygulandırmadığı yerde başlar. Onun bireye karşı katı tavrına bir anlamda böylece zemin hazırlar. Açıktır ki bu biçimiyle politika ne tümüyle özün, ne tümüyle yaşamın malıdır. Ama ahlâkı ve etiği kendi çıkarıyla tanımlamaya çalışır. Görünür olan odur ki; politik kişi, ahlâk kurallarına son derce saygılıdır, ama eksik yanı da şudur ki; bunun hakikatle bir ilgisi yoktur. Hayatla bu anlamda uyuşmayan politik beden, aslında traji-komiktir. Çünkü hakikatten uzaklaşan her şey ya da herkes gibi komik olmaktan uzaklaşamaz.

Bu durum onu toplumun gözünde kuşkulu hale getirmeliydi. Ama bu gerçekleşmedi. Bunun nedeni, politikanın, toplumsal ideal ile ahlâksal idealin ve giderek politik idealin aynılaştırılmasıydı. Oysa insanlık onuru açısından ahlâksal ideal ile politik idealin ayrıştırılması gerekirdi.

Politikanın başarısının bireylerin kusurlarından kaynaklandığını söylemeden geçemeyiz. Doğrusu söz konusu kusurlar, gücünü -çelişkili bir biçimde- etiğe aykırılıktan alırlar. Bu “başarı” bireyin kendinden kopması, sanki kendinden önce hazırlanmış -kedine uygun olmayan- bir çerçevenin içine girmesi gibidir. Komiktir. Daha komiği de, insanın kendini başkalarının içine kolayca girebilecekleri bir çerçeve durumuna getirmesi ve onun karakterine bürünmesidir.

Politikanın kendine özgü, her türlü esnekliği, gevşekliği içeren bir dili vardır. Kendini o dilin içine kapatıp profesyonelleştirir; böylece haktan kendini koparır. Tıpkı hukukun ya da tıbbın kendi mesleki diliyle diğer mesleklerden koptuğu gibi.

Her politik tavır kendine ayrıcalık tahsis eder. Bulduğu ilk fırsatta kamusal alana çıkıp kendini göstermek ister. Onun özünde öyle bir katılık vardır ki, çok mecbur kalmadığı sürece burnunun doğrusuna gider. Ta ki gerçekliğin önünde boyun eğene kadar.

Bir çeşit delilik mi demeli buna? Vücudun ve ruhun genel sağlık durumuyla bağdaşabilen bir delilik galiba bu. Ama yeryüzündeki savaşlara, açlığa, yoksulluktan kaynaklanan hastalıklara bakıldığında, gerçek bir deliliğe öykündüğünü söyleyebiliriz. Politikanın –“gayri nizami olarak”- silahla yapılması durumu olan terör konusuna girmiyorum bile… Burada terörün devlet tarafından mı, yoksa bir örgüt tarafından mı yapıldığı da artık sadece bir ayrıntı konusudur. Bu nedenle absürttür; komedideki saçmalık kadar, düşlerdeki ve pratikteki saçmalık olarak yaşama yansır. Bu aslında hakikatle ilgisi olmayan düşlerindeki kuruntusudur insanın ve tabii aynı zamanda onun kusurudur.

Politikanın tabiata, etiğe, yaşama kötülükle karşılık vermesi anlaşılabilir bir şey değildir aslında. Onun kendini dayatma eğilimi her zaman kendine tahsis ettiği bir ayrıcalıktır. Söz konusu dayatmanın kişide alışkanlığa dönüşmesi en tehlikeli olanıdır. Burası faşizmin döl yatağıdır işte. Radikalleştiği oranda mantıkla tüm bağlarını koparır. Kendi gurubundakilere gösterdiği “özen”i diğerlerinden esirger. Böylece “ötekiler” üzerinde üzücü bir etki bırakır. Onun herkes ve her şey için iyilik ve sempati taşıyan bir duygusu yoktur. Sadece belli bir grubun çıkarı söz konusudur.

Politikanın hiçbir zaman amacına tam ulaşması gerçekleşemeyecektir. Zira, onun için her durum, “bir dağın zirvesi, başka bir dağın eteği” olacaktır. Yaşamı manipüle etmeye dönük bir garip işleyiştir bu. Doğasında suçsuzlara ceza vermek, suçluları esirgemek gibi bir tavrı vardır. (“Suçsuzlar”denirken sadece insanlar düşünülmemelidir; bu, doğadaki tüm varoluşları kapsamalıdır.) Bu nedenle politika ile adalet eşitlenemez. Kibirlidir; başkalarını, ipini elinde tutmak isteği kuklalar olarak görür.

Politikanın patolojik özüne ilişkin daha pek çok şey söylenebilir elbette. Ben sadece birkaç yönüne değinebildim. Bu nedenle, elbette bu yazı eksiktir ve tamamlanmaya muhtaçtır.

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)