“Ey gerçek peşinde koşan yolcu !
Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan sonra, ışığa kavuşabilirsin.” Şeyh Bedrettin –Varidat
Toplumsal yozlaşma yahut toplumsal çürümenin dip noktasına doğru ilerken bir ülke, kötülüğün nasıl sıradanlaştığına ve toplumsal işbirliği ile örgütlü hale geldiğine tanıklık ediyoruz. Vicdanını ve duygularını yitiren bir dünyada kötülük adeta bir örümcek ağı gibi kuşatıyor insanlığı. Kelimenin gerçek anlamıyla böyle.
Paris’te sürgünlüğüm onuncu yılına doğru yol alırken, özellikle son yıllarda en büyük mücadelem « insan kalabilme mücadelesi » desem abartı olmaz. Toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet eden kötülük ile günlük yaşamımızın her alanında mücadele ediyoruz, en azından kendi adıma bunu rahatlıkla dile getirebilirim. Youtube programım için bu haftanın gündemlerini hazırlarken, haberleri incelerken kalbim daraldı. Gecenin bir vakti açtım pencereyi, seyre durdum Paris göğünü.. « Uğruna gençliğimi mahpuslarına bıraktığım ülkem ve bu dünya başka olmalıydı » diye içimden geçirirken, derinden bir hüzün çöktü yüreğime. Oysa başka bir dünya mümkün. Ve açıyorum penceremi, seyre duruyorum Paris göğünü…
Paris’in buğulu gökyüzü, gecenin lacivertinde bağrına basarken sürgünlüğümü, onlarca soru beliriyor zihnimde : Nerede yitirildi insanlık, insan hakları, insani değerler ? İnsani değerlerini yitiren bir dünya, yok oluşa sürüklenmez mi ?
2024’ün ocak ayında hazırladığım « Epstein’in dehşet adası ve siyaset » başlıklı yazı dizisinde, « gerçeğin kendisi bazen komplo teorilerinden bile korkunç olabiliyor » demiştim. Amerika’daki ve dünyadaki siyasi çatışmaların bir sonucu olarak ortaya saçılan Epstein Ada’sındaki gerçekler dünya kamuoyunda gündem olmuştu. Epstein’in adasında korku filmlerini aratmayacak, komplo teorilerini bile geride bırakan gerçekler kanımızı dondurmuştu. Dünyanın dört bir tarafından kaçırılan çocuklardan, çocuk istismarından, uluslararası fuhuş ağına, uyuşturucu bataklığına, tüm kötülüklerin yaşam bulduğu bu yerde, dünyanın en tanınmış siyasetçilerinin adada çekilmiş kasetleriyle, dünya siyasetinin nasıl dizayn edildiğini öğrenmiş olduk.
Siyasetteki bu yozlaşmanın toplumun tüm hücrelerine sirayet etmemesi mümkün mü ? Sonra, 21 Ağustos 2024’te, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe köyünde kaybolan ve cansız bedeni 19 gün sonra bulunan Narin Güran’ın ölümüyle sarsıldı Türkiye. Epstein’ın dehşet adasını aratmayan bu köyde, tek öldürülen çocuk Narin değil üstelik. Narin cinayeti, Narin’in çuvala sarılı cansız bedeni tüm toplumun yüzüne çarptı adeta. Devlet-tarikat-aile üçgeninde toplumun dizaynı söz konusu burada. Diğer taraftan erkek egemen sistemin karanlık kuyusu çıkıyor karşımıza.
Narin’in aile yapısına baktığımızda devletin içinde çeteleşen derin yapıları görüyoruz. Narin’in amcası Salih Güran’ın, Diyarbakır’ın en büyük tefecisi olduğu söyleniyor. Ailenin bir tarafı « Yeniden Refah Partisi », diğer tarafı « Hizbulkontra. » Hizbulkontra, JITEM’in bir kolu, tetikçi gücü olarak 1990’lı yıllarda birçok siyasi cinayetin failidir.
1990’lı yıllardan günümüze uzanan bağlantılar bunlar. Ya da 90’lı yıllardan tanıdığımız yöntemler… Çeteleşen bu güçler, siyasi ve ekonomik gücüyle kendi bölgesinde terör estirir ve köylüler baskı altına alınır. Bölge halkı bunu dile getirdiğinde ise siyasi bağlantılar devreye sokulur ve dosya kapanır genelde. Nitekim, Narin’in « şüpheli ölümünün » kamuoyunda infial yaratması üzerine, Ankara’daki siyasi bağlantılar devreye giriyor, Meclis’e milletvekillerine telefon ediliyor vs… Bunun üzerine devreye giren AKP milletvekili Galip Ensarioğlu bir açıklama yapıyor. Açıklamanın ardından durumu toparlamaya çalışsa da söylemi gayet net aslında : « Bizim bildiğimiz, bilsek de söylememiz gereken şeyler var. » Günlerdir kamuoyunda feodal değer yargıları olarak tanımlanan fakat erkek egemen sistemin işbirlikçiliği olan anlayış giriyor devreye. Kol kırılıyor yen içinde kalıyor. Lakin, bu defa kırılan kol yene sığmıyor. Toplum refleks gösteriyor ve kollektif çürüme ile yüzleşmeye başlıyor.
Tavşantepe köyünde öldürülen tek çocuk Narin değil. Dahası, Narin’in lanetlenen köyü, kollektif kötülüğün var olduğu tek köy değil. Daha da ötesi ülkenin birçok farklı şehrinden gelen haberler, sosyal medyada dolaşan görüntüler çeteleşmenin geldiği boyutları gösteriyor. Fuhuş çeteleri, uyuşturucu çeteleri, tarikat ve cemaatler… Toplum dört bir yandan kuşatma altında. Toplumsal yozlaşma tüm ülkeyi işgal altına almış. Yozlaşan bir toplum direncini kaybeder ve esir düşer. Kentlerimiz, bu kollektif kötülüğün esareti altında değil de nedir ?
Bu esaretin boyutunu anlamak için son bir ayın haber panoramasına bakmamız kafi. Misal, son iki günün birkaç haberine bakalım :
Adana’da bir polis memuru sabah okula gitmek için evden çıkan 12 yaşındaki yabancı uyruklu küçük kızı bir süre takip ettikten sonra otomobili ile kızın önünü kesti. Üniformalı polis kimliğini göstererek, arabasına bindirdiği kıza cinsel istismarda bulundu. Küçük kız arabadan inince şüpheli polis aracıyla hızla uzaklaştı. Savcılık polis hakkında « sarkıntılık » ve « çocuğun cinsel istismarı » suçlarından 8 ila 15 yıl arasında hapis cezası talep etti. Görevden uzaklaştırılan polis çıkarıldığı mahkemece « adli kontrol » şartıyla serbest bırakıldı.
İkinci haberimiz Erzurum’dan. Erzurum’da hayatını kaybeden Dilan Yıldırım’ın annesi Sedya Süme « Önce kızımın ‘boğazı ağrıyordu, bayıldı, öldü’ dedi eşi. Sonra da ‘intihar’ dediler. İntihar süsü verdiler. Devlet kızıma sahip çıksın. Dilan’ın annesi, babası fakir ; hiçbir şey yapamazlar diyorlar. Devlet neden bana sahip çıkmıyor ? Recep Tayyip Erdoğan bu sesimi duysun. Bugün burada mağdur bir aile var, sesimi duysun. Benim kızıma ne oldu ? İki çocuk ile ortada kalmışız. Benim kızıma ne oldu bunların evinde ? Bunlar beni kandırıyorlar, ama devleti nasıl kandıracaklar ? Böyle bir dünya var mı ? Kızım da bir ‘Narin’ olmuştur. Sesimizi duyun. »
Üçüncü haberimiz Hakkari’den. Sosyal medya’da dolaşan bir video, insanı dehşete düşürüyor. Bu görüntülerdeki Ayşegül Akdoğan adlı şahıs, Hakkari’de, genç kadınları fuhuşa ve uyuşturucuya sürükleyen çetenin lideriymiş. Ve yine Hakkari’den diğer haber : « Uyuşturucu ve fuhuş çetesiyle ilgili haber yapan JinNews muhabiri Rabia Önver’in evine polis baskın düzenledi. » Peki, burada yakalanması gereken gazeteci mi ?
Sanırım bu kadarı kafi. Şu son bir haftaya bile onlarca örnek verebiliriz. Siyasal islam iktidarı en başta eğitim kurumlarını dincileştirerek, eğitimin içini boşaltırken, toplumun direnç damarlarını keserek, yozlaşmaya mahkum ediyor. Bilimsellikten ve laiklikten uzak, tarikatların, cemaatlerin önünün açıldığı, anayasal temel yaklaşımların, eşit yurttaşlık haklarının hiçe sayıldığı günlerdeyiz.
Toplum bilinçli şekilde bir şiddet sarmalının içine çekiliyor. Kadına yönelik ŞİDDET ! Çocuğa yönelik ŞİDDET ! Hayvana yönelik ŞİDDET ! Bu şiddet döngüsünün çemberine hapsedilmeye çalışılan bu toplumun aynı zamanda kafasına kara çarşaf ve sarık geçirilmeye çalışılıyor. Siyasal islam iktidarı, tam anlamıyla kurumsallaşmaya çalışırken, toplum bu yozlaşmanın, çürümenin bataklığına sürükleniyor. Ekonomik kriz, yoksulluk, şiddetin bilinçli bir şekilde yaygınlaştırılması, toplumu uyuşturucu ve fuhuş bataklığında çetelerin hükümdarlığının baskısına terk ediyor. Böyle bir ortamda özgür yurttaşlar yetişir mi ? İnsani değerlerin yitirildiği, kollektif kötülüğün olduğu yerde yurttaşlık bilinci gelişir mi ?
Sahi, bir de fenomenlerimiz vardı değil mi ? Bu aralar adaletten tek memnun olan onlar. « Yüce devletümüze » teşekkür üstüne teşekkür ediyorlar. Adalet ve hukuk onlar için pek işlevli, pek enerjik. Eee « Allah’ın lütfu bu enerciii » diyordu değil mi? « Aklanmak için ver kara parayı yahut aklanmanın yolu kara paradan geçer » diyerek yeni bir şarkı yapsınlar. Piyasaya gayet iyi uyar.
Dolarlar saçlara bukle bukle sarılsın, kahvelere altın tozu atılsın, üstüne bir de klip çekilsin. Fakir ve yoksul kitleler, bu olan biteni sorgulamak yerine, ağzı açık fenomenlerin hayatını seyredip imrensin, kara paraya ulaşmanın, kısa yoldan zengin olmanın yollarını arasın. İşte bu da toplumsal yozlaşmanın diğer türü.
Ya bu toplumsal çürümeye karşı mücadele edilecek ve toplumun yeni direnç damarları oluşturulacak ya da bu bataklıkta yok olacağız ! İyi de nasıl yapacağız ? Siyasi güç, para onlarda, kötülük örgütlü ya biz ?
Ne diyordu, Varidat’ta, Şeyh Bedrettin, “Ey gerçek peşinde koşan yolcu ! Sen de ümitsizliğe düşme, tehlikeleri aştıktan sonra, ışığa kavuşabilirsin.”
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024