UBS’in Zürih merkezli Küresel Servet Raporu’na göre, Türkiye son yıllarda servet artışında önemli bir performans sergilemiştir. 2022-2023 yılları arasında yetişkin başına düşen servet TL bazında %8 oranında artış göstermiştir. Dolar bazında ise bu oran daha yüksek seviyelere ulaşmıştır. Bu durum, Türkiye’yi servet artışında diğer ülkelerin önüne taşımaktadır.
Raporun öne çıkan bir diğer verisi, Türkiye’deki dolar milyoneri sayısının 2023 yılında 60 bin 787 olarak belirlenmiş olmasıdır. Bu sayının 2028 yılına kadar 87 binin üzerine çıkması beklenmektedir. Katar, Rusya, Güney Afrika ve İsrail gibi ülkeler de Türkiye’yi yakından takip etmektedir. Servet artışındaki bu olumlu gelişmeler, ekonominin bazı kesimlerinde ciddi bir büyüme ve gelişme olduğunu göstermektedir.
Ancak, bu büyümenin arkasında gelir dağılımında ciddi dengesizlikler bulunmaktadır. Türkiye’deki gelir eşitsizliği ve yoksullaşan geniş halk kesimleri, servet artışının gölgelenmesine neden olmaktadır. Üst gelir gruplarının servetlerini artırırken, alt gelir gruplarının ekonomik durumlarında iyileşme gözlenmemektedir. Bu durum, ekonomik adaletin sağlanması konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin servet artışındaki performansı etkileyici olsa da, bu artışın sürdürülebilir ve adil bir şekilde dağıtılması önem arz etmektedir. Ekonomik büyümenin tüm toplum kesimlerine yansıtılması, gelir eşitsizliğinin azaltılması ve yoksulluğun önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ekonomik politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve daha kapsayıcı bir büyüme modeli benimsenmesi gerekmektedir.
Gelir Dağılımında Bozulma: Ekonomistlerin Görüşleri
Pelin Ünker’in DW Türkçe için hazırladığı haberde belirtildiği üzere, servet artışının bir kısmı enflasyon ile ilişkili. İktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın ifadelerine göre, yüksek enflasyon döneminde ülke parasının değer kaybetmesi, TL cinsinden milyoner sayısının artmasına yol açıyor. Ancak dolar bazında da servetin yüzde 63 büyüdüğü göz önünde bulundurulduğunda, bu artışın sadece enflasyonla açıklanamayacağı anlaşılıyor.
Prof. Dr. Oyan, 2022 ve 2023 yıllarındaki servet artışının, gelir dağılımının bozulmasıyla doğrudan ilişkili olduğunu belirtiyor. Türkiye’de milli gelirde ücret payının 2016’da %35 iken 2022’de %25’e gerilediğini ifade eden Oyan, bu dönemde büyük bir bölüşüm şoku yaşandığını vurguluyor. Ücretler azalırken, kar, faiz ve rant gibi gelir kalemlerinde ciddi artışlar ortaya çıktığını açıklıyor. Bu, toplumun geniş bir kesiminin gelirlerinde gerilemeye neden olurken, servet sahiplerinin kazançlarını artırmasına olanak sağlamıştır.
Oyan’a göre, bu süreç, gelir dağılımındaki bozulmanın neden olduğu sosyal ve ekonomik adaletsizliklerin daha da belirgin hale gelmesine neden oldu. Yüksek enflasyon ve TL’nin değer kaybı, gelir eşitsizliğini artırmakla kalmadı, aynı zamanda toplumun çeşitli kesimleri arasında huzursuzluk ve güvensizlik yaratmıştır. Bu tür ekonomik dengesizlikler, uzun vadede sürdürülebilir kalkınma ve toplumsal refah açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Sonuç olarak, Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın görüşleri, Türkiye’deki gelir dağılımındaki bozulmanın ve ekonomik adaletsizliklerin, yüksek enflasyon ve TL’nin değer kaybı gibi makroekonomik faktörlerle yakından ilgili olduğunu göstermektedir. Bu durum, ekonomik politikaların yeniden gözden geçirilmesi ve gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Şirket Karları ve Gelir Dağılımı: Seçim Döneminin Etkisi
Prof. Dr. Oğuz Oyan’a göre, 2022’deki seçim dönemi olmasına rağmen ücretlerde önemli bir değişiklik gözlemlenmemiştir. Bu durum, çalışan kesimin ekonomik gücünde kayda değer bir artış olmaması anlamına gelmektedir. Buna karşılık, şirketlerin gelir tabloları oldukça farklı bir tablo çizmektedir. Şirketler, seçim dönemine rağmen yüksek oranlarda kar elde etmeyi başarmışlardır. Oyan, enflasyonun etkisi arındırıldığında bile %20’ye yakın kar marjlarının elde edildiğini vurgulamaktadır.
Bu durum, gelir dağılımında ciddi dengesizliklere yol açmaktadır. Şirketlerin yüksek karlar elde etmesi, belirli kesimlerin zenginliklerini arttırırken, geniş halk kesimlerinin yoksullaşması sürecini devam ettirmektedir. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik, ekonomik adaletsizliklerin de temelini oluşturmaktadır. Şirket karlarının artması, ekonomik büyümenin yalnızca belirli bir kesime yarar sağladığını göstermektedir. Bu, genel halkın refah seviyesinde bir artış yaratmamaktadır.
Oyan’ın analizine göre, bu süreçte geniş halk kesimlerinin yoksullaşması devam etmektedir. Enflasyon oranlarının yüksek olması, reel gelirlerdeki artışı sınırlamakta ve halkın alım gücünü düşürmektedir. Bu da geniş halk kesimlerinin ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Şirketlerin kar marjlarının yüksek olması, ekonomik büyümenin adil bir şekilde dağıtılmadığını ve gelir eşitsizliğinin daha da derinleştiğini göstermektedir. Sonuç olarak, gelir dağılımındaki bu dengesizlikler, toplumun geniş kesimlerinin ekonomik refahını olumsuz etkilemektedir.
Eşitsizlik ve Adaletsizlik: Çalışma Ekonomisi Uzmanlarının Görüşleri
Çalışma ekonomisi uzmanı Dr. Özgür Müftüoğlu, UBS verilerinin Türkiye’deki eşitsizliği net bir şekilde ortaya koyduğunu belirtiyor. Müftüoğlu’na göre, servet artışının büyük ölçüde ücretlerin baskılanması ve sömürü oranının artmasından kaynaklandığını vurguluyor. Ücretlerin reel olarak gerilediğini ve enflasyonun yükselmesiyle bu durumun daha da kötüleştiğini belirten Müftüoğlu, gelir eşitsizliğinin önemli bir nedeninin bu süreçler olduğunu ifade ediyor.
Ekonomik adaletsizliklerin bir diğer önemli boyutunu ise vergi sistemi oluşturuyor. Müftüoğlu, kamu giderlerinin yükünün eşitsiz bir vergi sistemiyle düşük gelirli kesimlere yüklendiğini belirtiyor. Bu durum, gelir dağılımında adaletsizliği daha da derinleştiriyor. Ayrıca, teşvikler ve kamu özel iş birliği projeleri yoluyla kaynakların sermayeye aktarıldığını ifade eden Müftüoğlu, bu mekanizmaların servet artışına katkıda bulunduğunu ancak toplumun geniş kesimlerinin bu artıştan fayda sağlayamadığını belirtiyor.
Müftüoğlu, ekonomik adaletsizliklerin sadece gelir dağılımı ve vergi politikalarıyla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda doğayı tahrip eden projelerin de bu sürece dahil olduğunu ifade ediyor. Doğal kaynakların sömürülmesi ve çevresel tahribat, belirli sermaye gruplarının servetini artırırken, toplumsal maliyetlerin geniş kitleler tarafından üstlenildiğini vurguluyor. Bu projelerin uzun vadede sürdürülebilirlikten uzak olduğunu ve ekonomik adaletsizlikleri daha da derinleştirdiğini belirtiyor.
Dr. Müftüoğlu’nun görüşleri, Türkiye’deki servet artışı ve gelir eşitsizliğinin altında yatan sebeplerin karmaşıklığını gözler önüne seriyor. Ücretlerin baskılanması, adaletsiz vergi politikaları ve doğayı tahrip eden projeler, ekonomik adaletsizliklerin temel unsurları arasında yer alıyor. Bu unsurların bütüncül bir biçimde ele alınması, ekonomik adaletsizliklerin azaltılması için büyük önem taşıyor.
NHY, Ekonomi
- TBMM’de Kadına Yönelik Şiddet Önergesi Reddedildi - 21 Kasım 2024
- Putin’den Çatışma Açıklaması: Ukrayna’daki Durum Küresel Bir Nitelik Kazandı - 21 Kasım 2024
- Kapıların Ardındaki Hayat: Sibel Saçık’ın Eserine Dair - 21 Kasım 2024