Nebahat Hanım’ın vicdan sızısı

“Durun sakın ölmeyin beni bekleyin, sizlere destek için 24 saat aç kalacağım.

70 gündür grev yolculuğunuza ben de varım yanınızdayım demek için destek oluyorum.

Yanınıza gelemiyorum ama kalben ruhen yanınızdayım. Sesimi duyurmam önemli değil ama günlerdir vicdanımla cebelleşiyorum… Barış isteklerinden başka suçları olmayan maaşlarından başka gelirleri olmayan yüzlerce akademisyeni yüzlerce gazeteciyi, binlerce niçin tutuklandıklarını bilmeyen insanları işinden etmek ailelerini ve günahsız çocuklarını açlığa itmek vicdanımı sızlattı. Empati yapan herkes benim gibi düşünür…” Bu satırları 86 yaşındaki emekli öğretmen Nebahat Akın 17 Mayıs 2017 günü Facebook’a yazdı ve evinde bir günlük açlık grevine başladı.

Bu sözlere ne denilebilir ki? Beni en çok son cümledeki “vicdan sızısı” etkiledi. Vicdanın “İnsana doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü veren içsel güç” olduğunu biliyoruz. Hintli Gandi’nin “Kanunlara dayanan adli muhakemelerden, daha büyük bir muhakeme vardır ki, bu da her kişinin kendi vicdanıdır” diyerek vicdan sorgulamasının önemini vurguluyor. 76 günden beri açlık grevini sürdüren Nuriye ve Semih için bir vicdan sorgulaması/muhasebesi yapmamız gerekmez mi? Bu konuda kaçımızın vicdanı sızladı? Sızladıysa, “Siz bizim sesimiz olmalısınız” diyen Nuriye ve Semih için neler yaptık?

Açlık grevi, su, tuz ve şeker dışında vücudun ihtiyaç duyduğu besin maddelerini almayarak “yemek yememe” ve “aç kalma” esasına dayandığı için hayati tehlike içermektedir. Dünya Doktorlar Birliği’nin 1991 tarihli Malta Bildirgesi’nde açlık grevi, “Zihinsel olarak ehliyetli ve kendi iradesiyle açlık grevine karar vermiş kimsenin belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddetmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu nedenle açlık grevcilerine zorla yedirmek ve çeşitli yöntemlerle grevi bırakmaya zorlamak, insani ve politik etik bakımından doğru değil. Doğru olan, bu eylemlere sessiz kalmamak, grevcileri bir biçimde desteklemek, onların sesi olmak ve toplumun vicdanına seslenerek kitlesel destek almalarını sağlamaktır.

Genel olarak kişi hak ve özgürlüklerinin korunması hukuki veya fiili yol olmak üzere iki biçimde yapılabilir. Bu bağlamda açlık grevleri, ölüm oruçları cezaevi koşularının düzeltilmesinden, toplumsal ve siyasal sorunlara karşı gösterilen duyarlılıklara kadar, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması için başvurulan fiili yollardan biridir. Hukukçulara göre, bu tür eylemlerin Anayasanın 26. maddesinde güvenceye alınmış olan “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” içerisinde değerlendirilmelidir. Grevciler, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim dışındaki bir yolla, yani yemek yemeyerek ve bedenlerini ortaya koyarak tek başlarına veya toplu şekilde açıklamaya ve yaymaya çalışmaktadır.

Bir ülkede temel hak ve özgürlüklerin kapsamı ve hak arama özgürlüğünü arama yöntemleri, aynı zamanda insan haklarının ulaştığı düzeyi gösterir. Hak arama yollarına başvurma yöntemleri ve eylemlerinin çokluğu ise, demokratik hak ve özgürlüklerin ne kadar çok ihlal edildiğinin göstergesidir. Türkiye’de hukuki ve idari hak arayışlarından sivil itaatsizliğe, açlık grevlerinden ölüm oruçlarına kadar birçok yöntemin hak ve özgürlükler mücadelesinde etkin bir şekilde kullanılmasının ve ağır bedeller ödenmesinin nedeni budur. 12 Eylül 1980’den bu yana açlık grevlerinde 144 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirmiş, binlercesi de bir daha iyileşemeyecek düzeyde ağır hasarlara maruz kalmıştır.

Hepimiz Nebahat Hanım gibi davranırsak, birer gün aç kalarak onlara destek verirsek, bu direniş amacına ulaşabilir. Açlık grevinin başarıya ulaşması arkasında etkili bir kitle desteğinin bulunmasına bağlıdır. Aktif ama şiddet unsuru içermeyen direniş felsefesinin öncüsü olan Gandi, bu tür direnişlerde kararlı olmanın önemini şöyle vurguluyor: “İlk önce seni umursamazlar, sonra sana gülerler, sonra seninle kavga etmeye başlarlar ve sen kazanırsın!”

Kaynak: Demokrasi

Şaban İBA